04 Mayıs 2025

Biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler

Murathan Mungan şiirlerini eline alıp sonra bırakabilen var mıdır bilmem; pek mümkün değil gibi gelir bana. Dizeleri bir anda, fırtınada çırpınan bir yelkenliye çevirir kalbimizi

Görünmeyeni görmenin azabı
İçimizde durmadan ödediğimiz
ne ruhumun ay ışığı
ne yırtıcı hayvanlarla güreşen
yorgun bedenim
ihtiyar atlar gibi kapandım içime
yasını tutuyorum sonsuz bir kehânetin 

Bu dizelerin yazarı Murathan Mungan 70 yaşında... Peki ama bir yazar bir ömürle anlatılabilir mi? Kalbimizi okuyan, görünmeyeni görmenin azabını yaşayan bir şair sadece bu yaşta olabilir mi?  Sonsuz bir kehânetin yasını tutan bir bilge kişi hepimizin ömrünü yaşamış değil midir?

Bu yazının art arda eklenen sorularla devam edip sonunda biz başkalarının gecesiyiz, "başkalarının gecesi bitmedi daha" diye bitirmek isterdim. Çünkü Murathan Mungan hayat karşısında hepimiz adına sorular soran biri. Şöyle demişti bir şiirinde:

Benimki ne biçim hayat 
Uymuyor ne gördüklerime
                ne duyduklarıma
                ne okuduklarıma 
Ben ne biçim benim 
Ne kendime benziyorum 
Ne başkalarına

Hepimiz adına sorular soran, oraya buraya serpiştirilmiş hazır yanıtların tuzağına düşmeyip hayatın içine gizlenmiş, keşfedilmeyi bekleyen heyecan verici yanıtları bulabilen ve getirip şiir şiir, roman roman, kitap kitap önümüze bırakan bir yazar olarak gördüm onu hep. Yazdıklarını okurken yazacaklarını merakla beklemek diye tanımlayabilirim Murathan Mungan okuru olmayı.

Murathan Mungan

Onu okurken kimin kalbi sıkışmaz ki! Mungan şiirlerini eline alıp sonra bırakabilen var mıdır bilmem; pek mümkün değil gibi gelir bana. Dizeleri bir anda, fırtınada çırpınan bir yelkenliye çevirir kalbimizi. Romanları da öyle. Son romanı 995 Kilometre’yi okumak Türkiye'yi okumak anlamına geldi hepimiz için.  O, bu roman için "Ben bir şey öğretmek için yazmadım. Bir şeyleri hatırlatmak için yazdım. Zaten unutmak isteyen insan en çok ayıplarını unutmak ister. Mahcubiyetlerini unutmak ister, Türkiye zaten unutarak ayakta kalan insanların ülkesi" dese de biz okurken, unutarak mahcup olmanın ne anlama geldiğini bir kez daha hatırladık. Diğer romanlarında, öykülerinde de hayatın içinde bir japon yelpazesi gibi açılan anlamlarla kuşattı hepimizi ve hatırlayın, dedi, unutmayın.  Bu elbette sadece dış dünya için değil, bir insanın kendini hatırlaması da Mungan ve onun gibi yazarların açtığı yoldan yürünerek yaşanabilecek bir şey. Harita Metod Defteri'nde şöyle diyordu: "Yazı'nın kendisi, her zaman gerçekleştiremese de bir ödeşme vaat eder. Yazarak çocukluğumuza dönme isteğinde, orada yıllar yılı bizden saklanmış bir hakikati bulma ümidi vardır, sanki o hakikati bulmak ömrümüzün geri kalanını daha kolay yaşamamızı sağlayacak, bizim için hayatı ve kendimizi anlamayı kolaylaştıracaktır. Ne yazık ki büyüdükçe kaybettiğimiz, uzağına düştüğümüz yeni bir hayat yaratma gücü ve ümidi, geleceğe ilişkin hayal ve heves zenginliği çocuklukta saklıdır. Kelimelerle geçmişle ördüğümüz bu yolla sılamıza dönmek isteriz."

Murathan Mungan, Birhan Keskin'e verdiği röportajda, bir dervişe benzetilmesine (ki çok doğru bir benzetmedir) itiraz etmiş ve şöyle demişti: "Dervişlik hırkası bana büyük gelir, mahcup eder. Benimki daha çok hayat bilgisi, insanlık görgüsü diyelim. Görmenin, bakmanın, merak etmenin, kalp gözünü açık tutmanın, hayata, insanlık hallerine yönelik bakımlı sorulara sahip olmanın, yıllarla, yollarla öğrendiklerini damıtmanın hüneri diyelim buna."

Bugün 70 yaşında Murathan Mungan, damıtmanın hüneriyle yazdıkları ise birkaç yetmiş yıl eder. "Biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler" demişti bir şiirinde. Her ne kadar bir metafor olarak kendini öğrenci sayıp öğretmeninden artık izin istese de biz daha çok yaşayın, daha çok yazın Murathan Mungan, diyelim:

Bilmediğiniz kelimelerin altını çizin, derdi öğretmenim. 
Bunca yıl, bunca yol, bunca hayat ve kitaptan 
sonra bütün kelimelerin altını çiziyorum 

-Öğretmenim, artık izin istiyorum. 

İbrahim Dizman kimdir?

1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi.

1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı.

İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi.

Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor.

Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı.

Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. 

Kitaplarından bazıları:

Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020

Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018

Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016

Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016

30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010

Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007

Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006

Belgesel filmleri: 

Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010

Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012

Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016

Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018

Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020

 

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat arkeoloğu Haluk Oral'la söyleşi - I: "Ceviz Ağacı, saklanma değil, olağanüstü bir hasret şiiridir"

"İstanbul'u çok özleyen şairin hasret şiiridir. Güya sevgilisiyle buluşacakmış Gülhane Parkı'nda, polis gelmiş, o da ceviz ağacına tırmanıp saklanmış, Piraye gelmiş onu görememiş, tabii polis de bulamamış. Bu bir uydurma"

Yazılmamış bir romanın iki kahramanı

Kritovulos’un Fatih’i, fethederken fethedilmeyi de göze alan bir kahraman. İyi bildiği Yunancanın yapıtlarını özgün biçimiyle okuyan, İstanbul’da bilim insanlarıyla, sanatçılarla sohbetlerinde pekiştirdiği “Helen uygarlığı”na ilgisini hep koruyan biri

Hayat bildiğimiz bir hikâyedir

Hikâyenin bir yerinde sormak gerekir: Dört mevsim var doğada; peki ama beşinci bir mevsim beklentisi yok mudur insanın içinde?

"
"