01 Haziran 2025
İstanbul'un Fatih tarafından kuşatılıp alınması resmi tarihimizin en albenili konularından biridir. Tevatürlerle örülü bir fetih hikâyesi anlatılagelir. Oysa bu önemli olayı bambaşka bir göz, sultanın kâtiplerinden Mihail Kritovulos, bütün gerçekliğiyle anlatmıştı ta o zaman. Hayatı hâlâ alacakaranlıklar içinde olan Kritovulos kimdi? Fatih’in gerçekten de hayatının bir bölümünü yazmış ve kendisine sunmuş muydu?
Mihail Kritovulos, tarihsever okurlar için dipnotlardan çağrışım yapan bir addır. Ve elbette bütün dipnotlardaki ya da kaynakçalardaki adlar gibi hemen unutulmaya mahkûm bir yazardır. Oysa o yazılmamış bir romanın kahramanıdır.
Fatih’in yaşam serüveninin 15 yılını bir romancı gibi kurgulayarak, geri dönüşlerle, dönemin ve geçmişin başka olayları ile karşılaştırarak, betimlemeler ve çağrışım dolu tümcelerle yazan Mihail Kritovulos; yalnızca bir tarih yazarı değil, o tarihin içinde yer alan kişilerden biri.
İlk kez sansürsüz ve aslından izlenerek Ari Çokona tarafından Türkçeye çevrilen, editörlüğünü yaptığım ve Heyamola Yayınları'nca yayımlanan “Kritovulos Tarihi”nin yazarı, soylu bir Bizans ailesindendir. Çokona’ya göre Antik Yunancaya ve bu dille yaratılmış edebiyata ilgi duyan Kritovulos, kendini de o dönemle özdeşleştirerek aslında “Kritopulos” olan soyadını Kritovulos biçiminde kullanır.
Bizans’ta siyasal görevler üstlenen, Fatih Sultan Mehmet’in yakınında bulunup bir olasılıkla onun kâtiplerinden ve belki de danışmanlarından biri olan, İmroz (Gökçeada) adasının yöneticiliğini yapan Kritovulos’un, yaşadığı dönemin parlak hükümdarını, kendini de içine katarak bir belgesel roman üslubuyla yazması heyecan verici bir metin ortaya çıkarmış.
Kritovulos, kitabında Fatih’i yalnızca bir hükümdar olarak değil; onu neredeyse bir roman kahramanı gibi tasarlamış. Tarih’in ithafında, Fatih’e, eski zamanların birçok komutanını ün, yiğitlik, bilgelik ve askeri deha açısından kat kat aştığını, ancak onların Helen dilinde yazıldığı için yüzyıllardır anımsandığını, kendisinin başarılarını Helen dilinde aktaracak bir tanığın olmamasını adil bulmadığını söyler. Ardından, eğer yazdıklarını “fuzuli olarak değerlendirirse” önünde saygıyla diz çökerek sessizliğe gömüleceğini ve yerini daha iyi yazabileceklere bırakacağını ekler.
Metnin içinde yazar kendini “İmroz seçkinlerinden Adalı Kritovulos” diye tanımlar ve üçüncü kişi olarak konumlandırır. Adalı hemşerimizin bir ikilemi vardır; Rumdur ve Doğu Roma’yı tarihe gömen hükümdarın yaşadıklarını, başarılarını anlatacaktır! Kritovulos, kendisi bir roman kahramanı olsa şu tümcelerden daha güzel bir savunma yapabilir miydi: “İlk olarak, biz bu kitabı kavmimizi suçlamak ve daha da önemlisi kötülemek ya da aşağılamak için yazmadık. Böyle bir yaklaşım, bu kitapla, amaçlarımızla ve özellikle kişiliğimizle bağdaşmaz. Bunca felaketten sonra kavmimizle birlikte acı çekeceğimiz yerde, ona suçlamalar yönelterek kabahatler yükleyecek kadar duygusuz ve katı değiliz. Ayrıca, şans, değişim, istikrarsızlık, belirsizlik ve düzensizlikleri bilemeyecek kadar insani olayların dışında ve bunu anlayamayacak derecede aptal, değerlendirme yetisinden yoksun değiliz. Bunca kargaşa ve düzensizlik içinde, insanlığa özgü bunca hastalık varken, bütün bunların kendi kavmimizden tamamen uzak kalacağını, çok güçlü olduğu için diğer kavimlerden etkilenerek onlarla birlikte değişime uğramayacağını, her zaman sağlıklı ve durağan kalacağını beklemek anlamsızdır. İnsanlık var oldukça, iktidarın aynı kişilerde kalmadığını ya da tek bir kavme ve tek bir millete nasip olmadığını kim bilmez? İktidar daimi bir gezgin gibi milletten millete, ülkeden ülkeye dolaşarak, bazen Asurlulara, bazen Medlerle Perslere, bazen Hellenlerle Romalılara uğramış, onları belirli zamanlarda ve belirli süreler için ziyaret etmiş, hiç aynı yerde kalmamıştır.”
“Sıra Türklerde” diyor; zamanın akışına tarihsel bir açıdan bakıp Fatih'i işaret ederek. Sonra onu anlatmaya başlıyor. Kritovulos’a göre Fatih, fethin ardından gerçek bir roman kahramanı gibi hareket eder ve Bursa’ya giderek babasının mezarını ziyaret eder. Büyük bir tören düzenlenmesini ister, adaklar sunar Tanrı'ya. Babasının gömütünün başında neler geçmiştir aklından? Kim bilir!
Kritovulos’un Fatih’i, fethederken fethedilmeyi de göze alan bir kahraman. İyi bildiği Yunancanın yapıtlarını özgün biçimiyle okuyan, İstanbul’da bilim insanlarıyla, sanatçılarla sohbetlerinde pekiştirdiği “Helen uygarlığı”na ilgisini hep koruyan biri: “Arap, Fars hatta Arapçaya çevrilmiş Helen felsefesine de zaman ayırıyordu. Her gün, yakın çevresinde çok sayıda bulunan bu konuların uzman ve öğretmenleriyle birlikte oluyor, onlarla felsefi sohbetler yapıyor ve başta Peripatetik ve Stoa ekolleri olmak üzere felsefi dogmaları irdeliyordu.”
Fatih, Ege adalarını ele geçirmek için yola çıktığında, sıradan bir hükümdardan beklenmeyecek ama bir roman kahramanına çok yakışan bir şey yapar: “Sultan İlion’a (Troya) geldiğinde, harabeleri ve eski Troia şehrinden kalan izleri, şehrin büyüklüğünü, konumunu, bölgenin diğer üstünlüklerini ve deniz ile karanın uygun bir noktasında kurulmuş olmasını dikkatle inceledi. Ayrıca kahramanların, yani Ahilleas [Aşil], Aias [Ajax] ve diğerlerinin mezarlarını inceledi, onlara övgüler dizdi, şöhretlerine, kahramanlıklarına ve Homeros gibi bir ozan tarafından yüceltilme onuruna sahip olmalarına gıpta etti. O sırada, başını hafifçe sallayarak şöyle dediği rivayet edilir: ‘Geçen bunca yıldan sonra, bu şehirle insanlarının intikamını almayı Allah bana nasip etti. Düşmanlarına boyun eğdirdim, şehirlerini fethettim ve ülkelerini Mysialıların yağmasına çevirdim. Şehri kuşatanlar Hellen, Makedon, Tesalyalı ve Peloponezliydi. Onların soyundan gelenleri, bunca yıldan sonra, o dönemde ve daha sonraki yıllarda biz Asyalılara küstahça davrandıkları için cezalandırdım.” Bu sözlerin ardından neredeyse ezbere bildiği Homeros’tan bazı bölümler mırıldanmamış olabileceğini düşünebilir miyiz?
Fatih’in bu ilgisinin onu Atina’ya kadar götürdüğünü de heyecanlı bir bölüm olarak okuyabiliriz, yazılmamış romanda: “İsthmos’u arkasında bırakarak Megara yoluyla Atina’ya vardı. Eskiden burada yaşayanların bilgelikleri, zekâları, cesaretleri, diğer erdemleri ve kendi dönemlerinde başka Yunanlılarla barbarlara karşı savaşlarında gösterdikleri hayranlık uyandırıcı kahramanlıkları hakkında çok iyi şeyler duyduğundan, şehri ve şehrin görülmeye değer yerlerini ziyaret etmek için büyük bir arzu duyuyordu. Şehri, binalarını, özellikle de Akropolis’i ve insanların siyaset yaptığı, bu işleri başardığı yerleri, aynı zamanda şehrin konumunu, denizinin durumunu, limanlarını ve tersanelerini, tek kelimeyle her şeyini görüp denetlemek istiyordu. Gördü, hayran kaldı ve övgülerini düzdü. Özellikle de Akropolis’e çıktığında, bilge, phillellen ve büyük bir hükümdar olduğundan, gördüğü harabe ve yıkıntılardan ilk başlardaki mükemmel durumlarını hayal edip saptamaya çalıştı. Atalarına karşı duyduğu saygı yüzünden şehrin sakinlerine lütufkâr davranarak onlara çeşitli armağanlar sundu. Kendisinden ne istedilerse verdi. Orada dört gün kaldıktan sonra hareket ederek Boiotia ve Plataies’ten geçti, bütün Yunan bölgelerini teftiş etti; iyice inceledi ve her şey hakkında bilgi topladı.”
Fatih’i, bir hükümdardan öte, neredeyse bir roman kahramanı gibi kurgulayan Kritovulos, yazdığı “Tarih”in içine kendini de yerleştirir. Kitabının başlangıcında kendini üçüncü kişi olarak işaret edip “Adalı Kritovulos(…) bunca önemli ve hayranlık uyandırıcı olayın yankı uyandırması, kayda geçirilmesi ve bizden sonra gelecek nesillere aktarılması gerektiğine inanarak yazdı” diyen Kritovulos, bu kitabı bitirip muhtemelen 1467’de Fatih’e sundu. Döneme ilişkin nesnel, eleştirel tümcelerin de varlığı düşünülünce gergin bir bekleyişin ardından Kritovulos’un huzura kabul edildiği, memnuniyetle karşılandığı varsayılabilir. Öyle olmasa bu yapıt Topkapı Sarayı'nın arşivlerinde saklanmaz, yok edilirdi.
Ancak “yazılmamış roman” burada bitmiyor; önce yazar-kahraman, zaman içinde bilinmezliğe bürünüyor. Ari Çokona, Önsöz’de, 1468’de yazdığı bir mektuptan sonra bir daha ondan haber alınamadığını vurguluyor. O dönem, İstanbul’u veba salgını kasıp kavurmaktadır. Bir süre sonra “Tarih”le aynı üslubu taşıyan ve yazarı Kritovulos olarak belirtilen dinsel yapıtlar ortaya çıkar Aynoroz’da. Olasıdır ki Kritovulos bu salgından kurtulmak için Aynoroz’a gidip bir manastırda keşiş yaşamı sürmüş, yaşamının son döneminde dinsel içerikli kitaplar yazmıştır.
Fatih’in yaşam serüvenin son bölümü de tıpkı Kritovulos gibi gizem doludur; nereye olduğu bilinmeyen bir seferinde, beklenmedik şekilde yaşamını yitirir.
Bu iki “roman kahramanı”nın “Tarih” adlı yapıtla kesişen serüvenleri şimdi sansürsüz bir biçimde hepimizin önünde duruyor; kimbilir belki gerçekten bir roman içinde yeniden iki kahraman olarak can bulmak için!
İbrahim Dizman kimdir? 1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi. 1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı. İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi. Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor. Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı. Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. Kitaplarından bazıları: Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020 Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018 Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016 Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016 30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010 Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007 Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006 Belgesel filmleri: Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010 Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012 Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016 Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018 Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020 |
İnsanın ruhu kimi zaman acılarla olgunlaşır, yaşadıkları ne denli trajik olsa da onun zihin ve hayal dünyasının besini haline dönüşebilir. Hasan İzzettin Dinamo da küçük yaşta, yetimhanelerde, okullarda kitapların peşinden koşan, şiirler karalayan, çeviriler yapan bir genç olarak yetiştirir kendini
Haluk Oral, Orhan Veli'nin "edebiyat tarihçisi bulsun" dediği kişilerin, "Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya" dediği konuların ve elbette Orhan Veli'den kalan izlerin peşinde yıllardır
"İstanbul'u çok özleyen şairin hasret şiiridir. Güya sevgilisiyle buluşacakmış Gülhane Parkı'nda, polis gelmiş, o da ceviz ağacına tırmanıp saklanmış, Piraye gelmiş onu görememiş, tabii polis de bulamamış. Bu bir uydurma"
© Tüm hakları saklıdır.