Yoksulluğun ve faşizmin dişleri arasında: Savaş pilotu Antoine de Saint-Exupéry

"Yazmak bazen günah çıkarmanın bir yoludur. Bunu antisemit ve ateşli bir Nazi üyesi olan Martin Heidegger’de de görürüz. Savaşa karşı sözler ederken bile savaşın dinamiklerini canlandıran her yazar gibi Exupéry de bir biçimde kamufle olmuştur."

23 Eylül 2021 11:47

 

 

 

 

İçinde bulunduğum katedrali göremiyorum artık.
Ölmüş bir tanrıya hizmet için giyiniyorum.

Faşizm kendi kendine gelişen bir şey değildir. Kavramsal varlığı eylemle gelişmiş pek az kavramdan biridir. Siyasal alandan toplumsal alana birey üzerinden kuvvetler elde eden bir kavram olması da önemlidir. Kapitalizmin faşizmi Tanrısal bir silah gibi kullandığı gerçeği yadsınamaz asla. Tehlikeli bir kavram olarak onu durmadan yeniden doğuran, büyüten, güçlendiren sebepler vardır, istisnasız desteklenen sebepler bunlar.

Bir yaratıcı ve geliştirici güç ve varlık olarak insan bu konuda azımsanacak bir varlık değil. Hele ki yazan bir insan… Yani her şeyi insan geliştirir, faşizm de insanın ortaya koyduğu ve geliştirdiği ve öldüren bir eylem biçimidir. Öldürmekten başka bir işe yaramayan, tarih boyunca en etkili kavramlardan biri olarak faşizm ona karşıtların dahi bir biçimde gelişmesine katkıda bulunduğu bir kavram.

1920’ler ve 1930’lar yani İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte İtalya’da iktidar olan Mussolini ve arkadaşlarının siyasal ideolojileri olarak kuvvetini artıran faşizm elbette yazan insanları da etkisi altına almıştı. Siyasal bir doktrin olarak kabullenilmiş olması bunda etkili olmuştur. Kapitalizmin, sonraları daha hızlı gelişeceği zamanlar için gizli bir silah olarak da kullandığı bu ideoloji Saint-Exupéry’nin de bireysel hayatına henüz çocukluğunda sinmişti. Aristokrat bir aileden gelen Antoine, babasını çocuk yaşta kaybetmesiyle birlikte yoksulluğun huzur kaçıran varlığıyla tanıştı. Yoksulluk, hayatında birtakım önemli düşüncelerle tanışmasına da yol açtı böylece. Sosyal tabakalaşmanın bir çıktısı olarak da önemli bir yere sahip oldu yazın hayatında. Faşizmin getirdiği yoksulluk içinde bir öfke yarattı, görünmeyen. Öfkeli insan yazan insandır, evet ama yazmanın bu öfkeyi dindiremediği yerde bir asker de yaratmıştır bu öfke. Göklere çıkmanın bedelini ödemek zorunda kalmış, ne kadar barışçı olsa da savaşa katkıda bulunmuş olmaktan ileri gidememiştir Exupéry bu yüzden.

Yazanların pek çoğu yazma biçimlerinde hayatlarını bir iç konuşma olarak referans alırlar ve sıklıkla o iç konuşmalardan yola çıkarak hayatlarına şekil veren tecrübelerle yazı hayatlarına da bunu yansıtırlar. Hayatlarını dönüştüren trajedilerden beslenirler ve dış dünyada gördüğümüz birer görüntüden ibaretken iç dünyalarındaki kişilikleriyle de dikkat çekerler. Çatlayan bir duvardan sızan, cılız ama yemyeşil bir sarmaşık gibi. Exupéry göklerde konuşan bir yazar olmayı içine doğduğu yaşamın zirvesinden aşağıya bir anda sosyo-ekonomik ve toplumsal statü olarak da indiğinde başardı diyebiliriz bir bakıma. Yaşadığı dönemin görgü tanığı ve hatta zaman zaman görünen meselelerde bir sanığı olarak da tarih sürdüğü sürece ve kitapları okundukça, durduğu yerde, yaptıklarıyla tezat varlığını sürdürecek yazanlar arasında kalacak hep. O tarihin bir parçası olduğu gerçeğini değiştirmeyecek hiçbir şey.

Savaş Pilotu adlı kitabında İkinci Dünya Savaşı sırasında sadece Fransızlar için değil, savaşın bütün dünya, bütün insanlar ve canlılar için bir soykırım olduğu düşüncesini erken kavramış olmasına rağmen bir tutku olan uçmayı bırakmamıştı. Sağlık durumu uygun olmamasına rağmen savaşa katılmak için orduya yazılmış olması sadece bir yurt savunması değildi kesinlikle. Çünkü Almanların galibiyetiyle birlikte Amerika’ya gitmişti ve bir süre sonra ABD’de oluşturulan orduya da katılmış ve orduya mensupken uçağının vurulması sonucu hayatını kaybetmişti. Almanlara karşı o da bir Fransız askeri olarak, bile isteye girmişti o üniformanın içine. Çünkü barış her zaman bir mazeret olmuştur savaş için. Başkalarının hayatlarını başkalarının iktidarları için sonlandıran ya da yaşamaya devam edenlere kuşaklar boyu süren bir travmanın nedeni olmayı kabul etmiş bir yazar, kitaplardan, barıştan ne kadar söz ederse etsin, bu onun kafası karışık biri olduğunu değil, çelişkiye boyun eğmiş biri olduğunu gösterir gösterir sadece.

Savaş Pilotu otobiyografik bir kitap olarak da bu düşünceleri destekler, çünkü bir grup Fransız pilotunun savaşın anlamını sorgularken savaşın her daim kaybedeninin insan olduğunu keşfetmeleri, buna son vermelerini ya da bir biçimde bunun bir parçası olmaktan ayrılmalarını gerektirirdi. Nitekim bazı savaş pilotları savaşın bir parçası olmayı bıraktıklarında Exupéry bunu yapmamıştır. Hikâyenin sonunu merak ettiği ya da kahraman olmak için mi? Hayır, içindeki çelişkiyi tutarlı bir biçimde ayakta tutabilmek için.

Savaşın anlamsızlığını ölümle burun buruna geldiğinde herkes –artık dönülemeyecek noktaya geldiğinde– kabullenir. Düşen bir uçakta bir pilotun aklına da zaten bunu düşünmekten başka ne gelir? Birçok insanın ölümüne neden olurken, hiçbir asker ilk anda omuzlarındaki yıldızların hiçbir zaman dumansız bir gökyüzünde durup parlayan yıldızlar kadar gerçek ve sonsuz hayatla dolu olduğunu bilmez. Saint-Exupéry içindeki çelişkiyi okura sahici bir şekilde aktarır, içinde bulunduğu durumu eleştirmesine rağmen geri adım atamayacak kadar gizli bir milliyetçi gibi aldığı emirleri sorgulamasına, eleştirmesine, hatta yaptığı her şeyi eyleme geçirmesini sağlayan içindeki inancı kaybetmiş olmasına rağmen ne savaş alanını ne de uçağını terk eder.

Savaşın gerçekten de anlamsızlığını kabullendiğinde –Hıristiyan cihadına katıldığında– sol elini İnebahtı’da bırakan Miguel de Cervantes Saavedra’nın bu boşuna ve öldüren uğraşın, yani savaşın –başkalarının kötü iktidarlarına hizmet etmenin– hikâyesini anlattığı Don Kişot’ta da kahraman olmanın bir saçmalık olduğu gerçeği vardır. Tıpkı Savaş Pilotu’nda olduğu gibi… İçindeki iyiyi dışındaki kötüye hizmet etsin diye yetiştiren bir asker ya da herhangi biri ilk anda fütursuzca kararlar verebilir belki ama bunu sorgulayıp, anlayıp kendine açıkladıktan sonra bile sürdürmesi onun da faşist eğilimli olduğunu gösterir. Her millette, çok daha geride her kavimde olduğu gibi barış da ekmek ve su gibi paylaşılmak istenmemiştir hiçbir zaman insanların tamamı arasında.

Yazmak bazen günah çıkarmanın bir yoludur. Bunu antisemit ve ateşli bir Nazi üyesi olan Martin Heidegger’de de görürüz. Savaşa karşı sözler ederken bile savaşın dinamiklerini canlandıran her yazar gibi Exupéry de bir biçimde kamufle olmuştur. Savaş Pilotu’nun 27. bölümünün girişinde şu sözleri ederken bile:

"… her şeyi mahvettim. Atalarımın bıraktığı mirası tükettim. İnsan kavramının çürümesine seyirci kaldım. Oysa uygarlığım, insanların her birinde yatan hükümdara duyulan saygı ve bu saygının yarattığı insani ilişkilerin kutsal anlamını korumak için büyük bir çaba göstermiş, üstün bir yetenekle çalışmıştı. “Hümanizm” akımının tüm çabaları bu amaca yönelmişti. İnsanın bir başka insan üzerinde üstünlüğünü belirmeyi kendine misyon edinmişti hümanizm akımı." (s. 179)

Davranışsal yaklaşımlarının bir sonucu olarak yazanların çelişkileri onları çoğu zaman yaşamlarını sonlandırmaya kadar götürmüştür, –bu bazen bile isteye ölüme doğru yol almayı kabullenmek de olmuştur– bütün insanlık tarihinde örnekleri vardır bunun. Dayanıklı bir hafızaya ve sinir sistemine sahip yazanların çoğu hayatta kalmayı başarırken, bunun dışında kalan yazanlar faşizme ve onun bir yaratısı ve dayatması olan yoksulluğa karşı mücadele biçimleri geliştiremedikleri için kendilerini içinde buldukları tutarsızlıkla yüzleşmeye katlanamamıştır, yazan birinin varabileceği en yüce zirvede bile.

Saint-Exupéry kitabın ilk bölümlerinden birinde içine girdiği katedralden, “İçinde bulunduğum katedrali göremiyorum artık. Ölmüş bir tanrıya hizmet için giyiniyorum” derken yazmanın zirvesinde sözler etmişti. Oysa daha o an bile mesleğini, savaş pilotluğunu bırakmak ne içinden geçmiştir ne de aklından. Tecrübelerle edindiği hümanizm onun için sadece üzerine konuşulan, alelade bir konu olmuştur sadece. Fransız İhtilali ile doğan romantik akımın bir temsilcisi olarak da çelişkileriyle var olan bir yazardır Exupéry ve onu bugün bile var kılan, içinde can verdiği faşizm ve hümanizm arasında kalmasına yol açan çelişkileridir.