DİĞER
“Neden Bach bu denli önemli? İskender Savaşır’ın ifadesiyle, ‘Çünkü Bach’ın neredeyse her eseri, tek ve kişisel bir üslubun tezahürü değil, belirli bir alanda, uzun bir gelenek boyunca denenmiş bütün üslupların, araştırmaların, teknik olanakların kendine özgü ve emsalsiz bir sentezi.’”
Suzan Nana Tarablus’tan yine tarihsel belge niteliğinde bir kitap: Baba Bize Neden Dönme Diyorlar? Geçmişin suya yazıldığı memleketimizde, “Selanikli, Sabetaycı, Dönme” gibi farklı isimlerle anılan bir topluluğa resmî anlatının ötesinde, tanıklıklarla kulak veriyor Tarablus.
"Yazarların perspektifiyle yüzlerini yan yana getirdiğimizde ilginç kesişmeler ortaya çıkıyor. Hakan Günday, Murat Özyaşar örneğin, yazdıklarına bakıldığında hüzünlü portreleri. Yiğit Bener ile Serra Yılmaz’ın mavi fışkıran bakışlarıyla kaleme aldıkları arasında nasıl bir bağlantı kurulabilir? Niyazi Zorlu’nun, Defne Sandalcı’nın, Franko Buskas’ın, Mehmet Said Aydın’ın dış görünüşleriyle kurguları arasındaki ilişkiden bahsedebilir miyiz?"
"Yunan ordusunun başındaki Agamemnon ile ordunun en önemli dövüşçüsü, yarı tanrı Akhilleus, savaş ganimeti saydıkları esir kadınları bölüşemedikleri için birbirlerine giriyorlar. Barker aslında İlyada destanına hiçbir şey katmıyor; aynı kahramanlar, aynı olaylar ve aynı kronolojiyle kurguluyor romanını ama bu sefer anlatıcı tam da bu kavganın nedeni olan savaş ganimeti Briseis."
"Ada, Her Yalnızlık Gibi, bellek çekmecelerine, bellek sandıklarına tıkıştırılanların ya da birikenlerin dökümü. Ortalığa saçış değil bu döküm; bilinç akışının yordamıyla düzenlenmiş bir anlatı bu."
"Ne demişti Carver, Wolff ve Ford’la arkadaşlıkları hakkında? 'Eserleri ve kişilikleri meltem ile tuzlu su kadar farklı. Benzerliklerin yanı sıra bu farklılıklar ve tanımlanması zor başka bir şey onları dost kılıyor.' Buradaki 'tanımlanması zor başka bir şeyi' tanımlamaya çalışmayacağım, ama bu 'şey'in ne olabileceğine dair –adını koymadan, bir sınıfa, ekole sokmadan– bir şeyler sezmek sanki mümkünmüş gibi geliyor bana."
"Türk edebiyatı anı malulüdür. Yusuf Ziya sadece Yahya Kemal’in ibaresiyle ‘bu dar hendese’yi kırmakla kalmaz. Türkçenin en lezzetli sayfalarını yazar. Öte yandan ne kadar değinmese de arkada bir kuşağın çok kayda değer tablosunu, olaylarını kısa vurgularla aktarır geçer. Kitabı boydan boya okuyanlar gene de çok şey öğrenir. Unutulmuş, artık var olmayan bir Türkçenin kıvraklığı, çarpıcılığı cabasıdır."
"Köksal’ın modernizmle postmodernizm arasındaki gerilimi, söz konusu gerilimin ortaya koyduğu estetiği modernist olarak yorumlanabilecek bir tarihyazımı etiği çerçevesinde irdeleyen metinleri yazıldıkları dönem için oldukları kadar günümüz için de çağdaşlar."
“'Kentleri de rüyalar gibi arzular veya korkular kurar…' der Marco Polo, Han’a. Calvino, birçok sanatçının arzularına ve korkularına dokunarak Görünmez Kentler’in farklı sanat dallarında yaratılmasına olanak verir."
"Pine bir kadın olarak kendisine çocukluktan itibaren öğretilen korkuları, kaygıları, sakınmayı, dilsizliği; erkeklerin evde, sokakta, işte kurdukları egemenliklerinin kolay kolay sarsılmamasını; ayrımcı, eşitsiz ilişkilenme ve paylaşım biçimlerini sessizlikle karşıladığı anların hepsine bu anlatısında meydan okuyor."
"İşkenceye bakmak mı, bakmamak mı gerekir? Benzer biçimde işkenceyi yazmak mı gerekir, yazmamak mı? Coetzee, Elizabeth Costello’da bu soruna yeniden döndüğünde kötülüğün anlatımında kötülüğe benzer bir şeyin içimize sızmamasının imkânsız olduğunu düşünür."
"Somut şiir sanıldığının aksine görsel şiirle aynı şeyi ifade etmez; görsel şiirden doğmuş, ondan beslenmiştir ancak sonuç olarak amaçladığı başka türlü bir şeydir. Sık sık ses şiiri ve görsel şiirle karıştırılır; oysa ses şiiri dilin daha çok akustik özelliklerini, görsel şiir ise dilin görüntü/imge özelliklerini pekiştirmeyi hedefler."
Daha Fazla
© Tüm hakları saklıdır.
↑ Yukarı çık