"Türkçe Şiir"de arkadaşçılık

Arkadaşçı, Ben de Kürtleri Seviyorum Derneği’ne katılır, Ben de Gezi’de Şöyle Yaptım Limited Şirketi’ne uğrar arada, çay içer. Kendi rezil sanatını mecbur kaldığı için kabul edecek birilerini arar

02 Temmuz 2015 17:00

Okuma Parçası

Natama Dergisi’nin ikinci sayısında “Allah’a küfür” içeren bir şiir yayımlandıktan sonra artık kâfir olduğum gerekçesiyle arkadaşlarımın yarısı tarafından terk edildim. Zaten birkaç ay sonra Gezi İsyanı çıktı, kalan arkadaşların da büyük çoğunluğu beni Kemalist olduğum gerekçesi ile reddetti, temizlendim, bir ferahlık geldi. Natama Dergisi’nin yayın kurulundaydım ve yayımlanan küfürlü şiirden mesuldüm. Gezi’ye sonradan Kemalistler dâhil olmuştu ve bundan ben mesuldüm. Biraz geriye gidelim bakalım acaba biz neden dergi çıkarıyorduk? Serüveni tersine doğru sökersek hakikate bir nebze yaklaşmış sayılacağız kanaatindeyim. Dergi çıkarttıkça arkadaşlarımızdan oluyorduk. Ya da bu arkadaşları acaba dergi çıkardığımız için mi başımıza bela etmiştik?

Neşrine ilk yardım ettiğim dergi Yeniyazı. Kitapçıdan görüp mail adresine şiir göndermiştim. Sene 2007’ydi. Sonra şiirimi bastılar. Ben de ilk fırsatta şiirimi basan bu editör arkadaşla tanışmak istedim. Tanıştık ve birden olaylar gelişti. Fanzini kapatıp dergi çıkarma kararı aldık. Dergi çıkınca önemli ve meşhur insanlar olduk. İnsanlar bizimle tanışmak istedi. Önünü alamadık. Ve arkadaşçılık meselesi buradan başladı. Dergiyi çıkaran o 4- 5 kişilik ekip 9- 10’a yükseldi. Sonra Anadolu dağıtımı için yeni kişilerle irtibat kuruldu. Dergide yazanlar ile dergi dışında tanışıldı. Dergiyi okuyup sizi köşelerinde öven yazarlar ile tanışıldı. Eserlerini reddettiğimiz insanlar bize düşman oldu. Birdenbire o küçük ortamımız yapay döllenme yoluyla 400- 500 kişiye ulaştı. İşte ilk o zaman yapış yapış, hastalıklı, obsesif şairlerle aynı ortamlara düşmek zorunda kaldık. Kibarlığımızı muhafaza etmek zorundaydık çünkü biz genç/ küçük annelerdik. Baba olmamak için direniyorduk. Sonra ben patladım. Dergiden istifa ettim. Kurtulacağımı sanmıştım, meğer dergicilik bir marazmış, tedavisi olmayan bir maraz. Kendimi birden HurdaSanat adlı elektronik dergiyi çıkarırken buldum, oradan da kovuldum Duvar Dergisi’nin avukatı oldum. Duvar’ın üçüncü sayısında kavga ettik, ayrıldık, ayrılan arkadaşlarla Natama’yı kurduk. 6- 7 sayı idare ettik, sıkıldım, atladım. Bunlar yedi sene içinde oldu, bitti ve bütün arkadaş çevremi belirleyen etmenler oldu. Bu olaylardan çıkardığım bazı dersler var:

Bir: Asla ve asla kendi sınıfından olmayan insan ile takılma, beraber dergi çıkarma, sanat hakkında konuşma, eğer okurun ise kibarca gülüp geç.

İki: Asla ve kat’a kendi kuşağından olmayan insan ile takılma, beraber dergi çıkarma, sanat hakkında konuşma, eğer okurun ise kibarca gülüp geç.

Üç: Katiyen akıl hastaları ile muhatap olma. (Birinci derece akrabalar hariç, bunlara karşı mesuliyet kanunlarla garanti altına alınmıştır.)

Arkadaşçılık

Bu kısa giriş ve nasihatlerden sonra eğer kafanız biraz açıldı ise mevzua ehemmiyet verelim derim. Arkadaşçılık nedir sanatta? En basit haliyle arkadaşçılık, arkadaş olduğun kişiyle geliştirdiğin rabıtanın menfaat, karşılıklı menfaat üzerine kurulmuş olmasıdır. Bir diğer ve sağlam deyişle: Şiir içi münasebette estetiğin göz ardı edilerek karşılıklı ego tatmini gözetmek, muhafaza ve müdafaa etmektir. Biraz daha ilerleyebilmemiz için misaller vermemiz gerekiyor sanırım. Aynı estetiğe gönül veren şairlerin (aynı sınıftan, aynı kuşaktan, mümeyyiz olmaları tabii daha çok etkiler) arkadaşlıklarında genellikle çok sızıntı olmaz. Bunlar genelde dertli insanlardır. Eylemlerini dert düzenler. Fakat farklı estetik görüşlerde olan iki birey, A toplumcu gerçekçi, B kapalı şiir akımına tabi olsun, birbirlerinin kitapları hakkında övgü yazıları yazıyorlarsa arkadaş değillerdir, arkadaşçılardır. A sonra yayın evi kurup kendisine para verenlerin şiir kitaplarını basabilir. Önce arkadaşlarından başlar, yani herkesin bir kabzımal arkadaşı olmuş olur. Bazen A kendi mecrasında B’nin yeni çıkan şiir kitabını över fakat B, A’nın kitabı çıktığında bunu yapmaz. Kirli işbirliği artık bozulmuştur. Ya da taraflar birbirlerini zaten yeterince övdükleri için övmeye yer kalmamıştır, mecralar paylaşılmış, imkânlar değiş tokuş edilmiştir.

Arkadaşçılık sadece övgüde karşımıza çıkmaz. Arkadaşçı, yeri geldiği zaman yermesi gereken diğer arkadaşçıyı yermez, sessiz kalır, düşündüklerini şiir kamusuna deklare etmez, bizi mahrum bırakır. Arkadaşçı seninle çıkardığın dergi yüzünden tanışır, görüşür fakat şiirini beğenmeyip basmadığın zaman kin ve nefretle dolarak senden uzaklaşır. Dergi çıkardığım zamanlarda birçok insan, derginin mail adresine şiir gönderip bizden cevap bekleyeceği yerde Facebook’tan ekleyip sinsilik (Elazığ Türkçesi ile fısmırılık) yapmayı tercih etmişti. Hatta birileri “derginize şiir göndermek istiyorum ama neden benden istemiyorlar” diye de düşünüyorum demişti. Arkadaşçı olarak şiir ortamında kabul gören bu arkadaş ola ki kazayla şiir gönderir de biz de basmaz isek o görkemli kariyerinin birden ayaklar altına alınacağını sanıyordu herhalde, heyhat. Arkadaşçı, Ben de Kürtleri Seviyorum Derneği’ne katılır, Ben de Gezi’de Şöyle Yaptım Limited Şirketi’ne uğrar arada, çay içer. Kendi rezil sanatını mecbur kaldığı için kabul edecek ya da karşılıklı menfaat ilişkisi gereği birine daha arkadaş olmayı kabul edecek birilerini arar. İkinci Yeni’ye bakmak geliyor aklıma hemen biraz soru sorarak ve devam ederek.

Soru 1: Müslüman Sezai Karakoç ile Marksist Cemal Süreya Mülkiye’den arkadaşlar ve birbirlerinin çıkardığı dergilerde şiir yazıyorlar gençken. Siz olsanız gençliklerine mi verirdiniz yoksa burada bir arkadaşçılık mı arardınız?

Soru 2: İsmet Özel Marksist iken Müslüman Cahit Zarifoğlu onun bir etkinliğine gidiyor. Özel, keşke bizden olsaydın diyerek onun şiirini övüyor. İsmet Özel ne yapmaya çalışıyor?

Cemal Süreya’nın tam bir dergici olduğunu ve etrafına insan toplamayı seven biri olduğunu biliyoruz. Edip Cansever zaten zengin, tüccar, beyin kanamasını bile Bodrum’da tatilde iken geçiriyor, Sezai Karakoç kendini Diriliş davasına vurup etrafına mürit topluyor, Ece Ayhan kafayı yiyip hastanelere ziyaretçi topluyor ve tüm bunlar olurken, Ece Ayhan’ın tabiri ile “yakışıklılığına aldırmayan ve dibine kadar mutsuz olan” biri var: Turgut Uyar. Yalnız bir adam, maruz kalmış bir adam. Ankara’daki hayatını yıkıyor ve İstanbul’a göçüyor. Ben çocuklarıyla yapılan söyleşi kitabından o dönemler Turgut Uyar’ın maddi sıkıntı çektiğini biliyordum. Alkolü sevdiği halde belli bir dönem masalara iştirak edememiş parasızlıktan, çocuğu söylüyor kitapta. Neyse. Turgut Uyar İstanbul’a göçtüğünde Karagümrük’te bir eve çıkar ve eve yakın bir kahvede Fenerbahçeli Sarı Naci ve Galatasaraylı Kadri Aytaç ve bu olayı anlatan Turgut adlı bir genç ile otururlarmış. Tesadüfen bir kitapçıda denk geldiğim Turgut Bey’in gizliden sesini kaydettim. Turgut Uyar’ı tanıdığı için konuştuklarını dinlerlermiş. Turgut Uyar onlar 3 kişi prafa oynarken bir kenarda oturur, oyunları bitip yanına gelince şiirden bahseder sonra millet kahveden sıkılıp meyhaneye gidince onları takip etmez eve gidermiş. Neden dediğim zaman, kitapçıdaki amca, sevmezdi alkolü dedi. Ben parası olmadığı için olmasın dedim içinden, tuttum söylemedim. Hiç tebessüm etmezdi dedi, her zaman mahzundu. Turgut Uyar gibi bir tipin arkadaşçılıkla bir ilgisinin olabileceğini tahmin etmiyorum. Bu anlamda da onu İkinci Yeni’den koparmak gerekli fikrindeyim. Ben adı Turgut Uyar ile anılan bir çırak bir halef de hatırlamıyorum. Nevi şahsına münhasır şairliğini ve karakterini muhafaza etmiş bir şair Turgut Uyar. Cemal Süreya ve Ece Ayhan gibi yazılarında birilerinden bahsederek başımıza bela ettiği kimse yoktur. Günümüz leş şiirinde Ece Ayhan’dan el alarak ya da aldığını sanarak mevcudiyetini devam ettiren onlarca insan var. Bu kişilerin arasında elbette sıcak arkadaşlıklar olmuş olabilir. Fakat bir 60 darbesi, Kızıldere vs, masada nasıl değerlendirilmiştir bilemeyiz. Karakoç darbeden sonra Diriliş’i çıkarıyor, içinde eski dostlardan kimse yok sanırsam. O kadar da olsun. Ama İkinci Yeni’nin Attila İlhan başta olmak üzere birçok gericiye karşı verdiği örgütlü mücadele takdire şayandır. Evet, ilerici, demokrat, çağdaş bir isim Attila İlhan, şiir söz konusu olduğunda İkinci Yeni gibi bir akımı aşağıladığı için şiir dil dağarcığında “gerici” olarak yaftalanıyor. Anlayacağımız, herkes bir dönem cahillik yapıyor, anlayacağımız kimsenin yaptığı yanına kâr kalmıyor. Turgut Uyar sonra tekrar evleniyor ve ikinci yeni masasında kimseyle konuşmadan, bir şeyler artık bitsin der bakışlarıyla rakısını yudumluyor. O masanın Karagümrük’teki masadan bir farkının olduğunu düşünmüyorum. Eğer var isen, hem iki futbolcu ve bir genç ile kahvede hem de İkinci Yeni ile meyhanede aynı şeyi konuşursun. Eğer yok isen, başkalarında başka şekillerde kendi simülasyonunu izlersin.

Usta çırak

Bu insan kıtlığında, bir insanın bir insana yaklaşmasını hep önemsemişimdir. 2015 yılının Temmuz ayı içindeyiz. İnternet diye bir şey var. Akıllı telefon içre internet diye bir şey var: Artık herkes eşit. Eskiden şair olabilmek için birinin sana şair demesi gerekiyordu. Şimdi bir twitter hesabı açarak siz de şair olabilirsiniz. Tek yapmanız gereken şairleri takip etmek, şiiriniz bir dergi ya da blogda yayımlandığında o şiiri paylaşmak. Hele bir de kalabalık bir menşında kendinize yer bulduysanız tadından yenmez. Network’e dâhil oldunuz demektir. Sonrada o insanlar ne yazmış, ne düşünmüş bunlara çok da bakmadan, o personanın peşine takılır gidersiniz. Çünkü genç şairsiniz ve yapacak hiçbir şey yok. Deli gibi tasdik edilmek, övülmek istiyorsunuz. Fakat Dövüş Kulübü’ne geldiğinizden bihabersiniz. Şiir ortamında, birçoğu şahsi meseleden kaynaklansa da estetik savaşını vermiş, bazı paylaşımlar yapılmış ve taraflar köşelerinde sincice beklemektedirler. Dövüşe ara verilmiştir. İşte böyle bir ortamda kulübe yeni gelen insanın diğer insanlara yaklaşmasını hep önemsemişimdir. Çırakların o en ustasını, usta çırağı, her ustaya çıraklık yapacak tıynetteki çömezi çok kaliteli bir kamera ile zoom yapıp izlerim. Usta- Çırak ilişkisi diye uydurdukları işin aslı, ustayı öldürmek ustayı okumaktan geçer düşüncesiyle ustanın bütün eserlerinin okunmasıdır aslında. Usta ve çırak ancak ve ancak kitap üzerinde buluşur. Diğerleri, şu internette olanlar, şu The Marmara Oteli’nde pahalı çay eşliğinde şiir sohbetleri soytarılıktır, usta çırak ilişkisi değil. Çıraklıkta ustalaşmış insanların kendilerine güzel bir gelecek hazırlamak adına konformizmin batağına saplanmasının adıdır. Gevezelik, hamlık ve çiğliktir. Ustalar kendi mevzilerinde bu çırakları bir güzel kastre ederek devam edecek savaşlara asker yetiştirirler. Çırak kendi menfaatinin peşinde olmakla birlikte büyük resmi de göremez. 10 yıl sonra büyük resmi gördüğünde yani birileri onu bir ustaya mal ettiğinde ya deli numarası yapar ya da sağa sola desteksiz sataşır, kendisini rezil eder. Kamuya açık yazı üzerinde olmayan tüm münakaşalar ve nasihatler ahlaksızlıktır, DM ahlaksızlıktır. Şiir ile ilgili yapılan bütün özel mesajlaşmalar vatana ihanettir. İki sanatçının arkadaşlığından şunu anlamamız gerekiyor: En değerli saldırını en değerline yerinde ve zamanında yaptığın kişi arkadaşındır. Değerli saldırı insanı sarsar. Tembellikte, 2015’te ve kuraklıkta bir yarık açar: Seni kastre etmek istemiyorum, seni altıma almak istemiyorum, senin beni övmeni istemiyorum, gençliğini kullanmak istemiyorum, iyi biri misin, iyi biri misin, iyi biriysen, kitap okuyorsan, komplekslerin yoksa seninle arkadaş olabiliriz, deneyebiliriz, fakat, seni eğitmek istemiyorum, seni elaleme kepaze etmek istemiyorum.

Fikret lakaplı şairimiz çok güzel bir örnektir bu komplimanlara. Fikret 90’ların tam ortasında merkez/ majör bir dergiye kapağı attı ve derginin yayınevinden ilk kitabını çıkardı. Sonra Cağaloğlu civarlarında bu dergide ve yayınevinde inisiyatif sahibi olduğunu deklare ederek birileri ile iş pişirdi, hatta birkaç tane kitabın basılmasına aracılık etti. Sonra sanatsal babasına ihanet ederek kastrasyondan kurtuldu ve kendi dergisini kurdu. Fakat kurduğu dergide yeterince pohpohlanamadığı için yaşıtlarını kovup yerine taze gençler istihdam etti. Dergi iyice bi kariyerizm mecrası haline gelsin diye kapatıp yeniden açtı. Fakat gözü doymadı. İkibinlerin ortasında birkaç tane solcuyu durduk yere överek kendi mevcudiyetini garanti altına almak istedi. Solcular bu zokayı yuttular ve taşeron oldular bu işe. Sonra solculara da defol çekip dümeni iyice sağa kırdı. Yeteneksiz olmak, ondan bu semptomlara bize gözüktü. Biz her şeyi anladık, aptallar anlamadı, aptallar ve müteşairler. Fikret durmuyor, adını tarihe yazdırma hamleleri hep boşa çıkıyor. Bu yolda harcadığı ve iç çamaşırlarını ortaya döktüğü arkadaşlarını toplasak belki de bir kasaba kurabilirdik. Fikret bulaştığı tüm insanları bu şekilde karaktersiz bir hale getirdi. Günümüz İslamcı şairlerine bakarsanız hepsinde bir Fikretlik görebilirsiniz. Kimisi Mustafa Kutlu’nun fikreti olur kimisi İsmet Özel’in kimisi Sezai Karakoç’un. Yöntem hep aynıdır. Biri ustadan tekme yedikten sonra bunu bir müddet gizler ve sonra olmuş gibi davranarak etrafına 4- 5 tane çömez toplar. Çömezler ustadan daha çok ustacılık yapar onu uçururlar. Sonunda ellerinde ne poetika kalır ne de ahlak. Emir kulu birer kukla sanatçı olur çıkarlar.   

Nihayetinde

Hayatta kalabilmek için dergiler çıkarmış idik. Çok güzel arkadaşlarımız oldu. Kavga ile ayrıldık ama küs kalmadık. Beraber dergi çıkardığımız arkadaşlar sosyal çevremizin omurgası oldu. Kavgalarımız estetik sebepliydi. Estetik temelli kavgada yorulur ve karşılıklı sigara içersin, fakat menfaat kavgalarında en az biri muhakkak ölür. İnsanı yaptığı kavgadan tanımaya başladık. Bizim şiire başladığımız yıllarda AKP çeşitli vaatler ve oyalamalar ile toplumun çeşitli kesimlerini bir araya getirmiş idi. Avrupa Birliği yolunda yapılan ataklar, Kürdistan’da kayıpların azaltılması vs sebeplerle çeşitli görüşteki şairler diyalog kurmaya başlamış ve Türkiye şiirinde özellikle konvansiyonel ve deneysel şairler, ideolojilerine bakmadan bu cephede savaştı. En büyük cephe buydu. İrili ufaklı manifesto cephelerinde de çatışmalar oldu tabii. AKP politikaları artık politikalar olmaktan çıkıp dikta rejimine evrildikçe Türkçe şiirde estetik mücadele sona erdi. Gezi oldu ve Gezi’den sonra hiçbir şey eskisi olmadı.

İslamcı şairler Türk milliyetçiliğine geri döndü, Kürt şairler masadan kalktı ve birçok cephesi olan Türkçe şiir, Reisçiler ve Reisçi olmayanlar olmak üzere ikiye bölündü. Şiirde estetik tartışmalar ve kamplaşmalar sona erdi. Taraflar kendi aralarında zayıflamamak için estetik tartışmaya girmeyi gerek görmedi. (Şahsi meseleyi poetik meseleymiş gibi iteleyenleri saymıyoruz). Şimdilerde ihtiyacımız olan tek şey her karşılaşmada birbirimizin eksiklerini yüzlerimize haykıracak olan gerçek arkadaşlar, şairler.

İllüstrasyon: Yeşim Paktin