Toni Morrison'dan genç yazara tavsiyeler

"Ne gerçek aşkınızı duymak istiyorum, ne ana babanızı ne de arkadaşlarınızı..."

15 Ağustos 2019 10:30

Toni Morrison sadece Nobel Ödüllü bir yazar değil aynı zamanda yıllarca Princeton’da yaratıcı yazı dersleri vermiş bir “öğretmen”di de. Yaşama 88 yaşında veda ettiğinde gerisinde ilham verici bir hayatla beraber genç yazarlara yeni yollar çizecek öneriler de bıraktı. Onun bilgece sözlerini, yazı yazmak, hikâye anlatmak üzerine düşüncelerinden oluşan bir derlemeyle kendisini anmak, onun dünya yazını için, genç yazarlar, yazı yazmak için bir masadan daha fazlası olmayanlar, kendi hikâyesi kimse tarafından yazılmadığından yazmaya soyunanlar için önemini bir kez daha görmemizi sağlıyor.

 

Ne okumak istiyorsan onu yaz

İlk kitabımı, onu okumak istediğim için yazdım. Böyle bir öznesi olan bu türden bir kitabın– en savunmasız, hiç betimlenmeyen, ciddiye alınmamış küçük siyahi kız çocukları – edebiyatta ciddi anlamda hiç varolmadığını düşünüyordum. Hiç kimse -dekor karakterler olmaları dışında- onlar hakkında yazmamıştı. Bunu yapan bir kitap bulamadığım için “Peki, hem yazar hem okurum” diye düşündüm. Beni bu yazma işine bulaştıran işte bu okuma dürtüsüydü..

NEA Arts Magazine ile 2014 yılında yaptığı bir röportajdan

 

En iyi nasıl çalıştığınızı keşfedin

Öğrencilerime bilmeleri gereken en önemli şeylerden birinin, yaratıcılık açısından en verimli oldukları zamanlar olduğunu söylerim. Kendilerine şunları sormalılar: İdeal oda nasıl görünmeli? Müzik var mı? Sessiz mi? Dışarıda kargaşa mı var yoksa dinginlik mi? Hayal gücümü serbest bırakmak için ihtiyacım olan ne?

The Paris Review için 1993 yılında Elissa Schappell ile yaptığı bir röportajdan

 

Etrafındakilerden yararlan

Gördüğüm ya da yaptığım her şey, hava, su, binalar… elle tutulur, gözle görülür her şey yazdığım sırada benim için bir avantajdır. Bu tıpkı bir menüye ya da devasa bir alet kutusuna benzer, öyle ki istediğimi titizlikle seçebilirim. Yazmadığım ya da daha da önemlisi aklımda kitaba dair bir fikir olmadığı zamansa kaos, belirsizlik ve kargaşa görürüm. 

O Magazine için 2009 yılında Pam Houston ile yaptığı röportajdan

 

Karakterlerinizin kendi adına konuşmasına izin verin

Önemsiz bir karakterin bile akılda kalıcı sözlerini duyabilmeye gayret ederim. Siz onları yazarken,  gerçekten de tıpkı hayaletler ya da kanlı canlı insanlar gibi kafanızın üstünde süzülürler.,Onları uzun uzadıya tarif etmem, sadece kaba fırça darbeleriyle çizerim. Boylarının uzunluğunu bilmeniz şart değil çünkü okuru benim gördüğüm şeyi görmesi için zorlamak istemem. Çocukken radyo dinlemek gibi. Bir dinleyici olarak tüm detayların yerli yerine oturmasını sağlamam gerekirdi. “Mavi” derlerdi, ve ben mavinin hangi tonu olduğunu bulmalıydım. Ya da hikâyeyi belli bir şekilde anlattıklarında onu görmek zorundaydım. Katılımcı bir şeydir bu.

NEA Arts Magazine ile 2014 yılında yaptığı bir röportadan

 

Açık olun

Esas mesele açık olmak – onun için tırmalamadan, deşmeden, bir şey kurmadan her duruma açık olmak ve bilmediklerinizin bir şekilde size malum olacağına güvenmek. O, sizin şuurunuzdan ya da zekanızdan ve hatta yeteneklerinizden bile daha büyüktür; orada bir yerde, onu içeri almalısınız.

O Magazine için 2009 yılında Pam Houston ile yaptığı röportajdan

 

Kitabınız bitene kadar onu yüksek sesle okumayın

Performansa güvenmem. Kitap başarısız olduğu hâlde bana kitabın başarılı olduğunu düşündürebilecek bir tepki alabilirim. Bana kalırsa, yazı yazmanın güçlüğü – diğer güçlükleri bir yana – hiçbir şey duymayan bir okurun da duyabileceği ssessiz bir dilde yazmaktır. Bunun içinsse kelime aralarında ne olduğuyla  dikkatle ilgilenilmesi gerekir. Söylenmeyenler ile. Bu sözün ölçüsü olabilir, ritmi ya da başka şeyler olabilir. Bir başka deyişle, yazdıklarınız genelde gücünü yazmadıklarınızdan alır.

The Paris Review için 1993’de Elissa Schappell ile yaptığı röportajdan

 

Şikayet etmeyin

Bence yazı yazmanın bazı yönleri öğretilebilir. Apaçık ki, imgelemin ya da yeteneğin öğretilmesini bekleyemezsiniz. Ama rahatlıkla yardımcı olabilirsiniz... Güven konusunda bir şey yapamam. Bu konuda son derece katıyım. Onlara sadece şunu söylerim: Yapmak zorundasınız, bunun ne kadar zor olduğundan yakınmanızı duymak istemiyorum. Bunların hiçbirine müsamaha etmem, yazı yazan kişilerin büyük kısmı her zaman yoğun baskı altında olmuştur, ben de onlardan biriyim. Bu yüzden, kendi beceriksizliklerinden yakınmaları anlamsız. Ben son derece başarılı olduğum bir şeyi yapmaya devam edebilirim, yani düzenlemeye. Onların düşüncelerini takip edebilir, kullandıkları dilin nereye gittiğini görebilir ve başka yollar önerebilirim. Bunu yapabilirim, ve bunu gayet iyi yapabilirim. Müsveddenin içine girmeyi seviyorum.

Salon için 1998 yılında Zia Jaffrey ile yaptığı röportajdan

 

Ne biliyorsan onu yazma

Bu konuda yanılabilirim fakat bana öyle geliyor ki çoğunluğu kurgu gibi görünse de – özellikle de gençlerin yazdıkları – fazlasıyla kendileriyle ilgili. Aşk, ölüm filan ama benim aşkım, benim ölümüm, benim şuyum, benim buyum. Bu oyunda başka herkes önemsiz birer karakterden ibarettir.

Princeton’da yaratıcı yazı dersleri verdiğim sırada, hayatları boyunca öğrencilerime bildikleri şeyleri yazmaları söylenmişti. Derse her zaman, “Bunu hiç dikkate almayın” diyerek başlardım. Birincisi, hiçbir şey bilmiyorsunuz; ikincisi de ne gerçek aşkınızı duymak istiyorum, ne ana babanızı ne de arkadaşlarınızı. Tanımadığınız birini düşünün. Rio Grande’de çat pat İngilizce konuşan Meksikalı bir kadın garson? Ya da Paris’te görmüş geçirmiş bir kadın? Bunlar kendi alanlarının oldukça dışında kalan şeylerdi. Hayal edin, yaratın. Daha önce yaşadığınız bir olayı kayda geçirmeye ya da onu düzenlemeye kalkmayın. Bunu yapmalarının ne kadar etkili olabildiğini her gördüğümde şaşırmışımdır. Varoluşlarının tamamen dışında bir şeyi tahayyül etme yetkisi verildiğinde her zaman alışılmışın dışına çıkıyorlardı. Bunun onlar için iyi bir alıştırma olduğunu düşünürdüm. Eninde sonunda ortaya çıkan şey yine de bir otobiyografi olsa bile, hiç olmazsa kendileriyle bir yabancı olarak ilişki kurabiliyorlardı.

NEA Arts Magazine için 2014 yılında yapılan bir röportajdan

 

Üzerinde fazla oynama yapmayın

Yeniden üzerinde çalışılması gereken [paragrafları] elimden geldiğince gözden geçiririm. Onları altı kere, yedi kere, on üç kere düzeltmişimdir. Ama gözden geçirme ile aşındırma – canını çıkarma– arasında bir çizgi var. Yazıyı ne zaman aşındırdığınızı bilmeniz önemli; üzerinde bu kadar oynamanızın sebebi aslında onun çalışmamasıysa, çöpe atılması gerekir.

Paris Review için 1993 yılında Elissa Schappell ile yapılan röportajdan

 

Başarısızlığı kabullenin

Bir yazar olarak, başarısızlık sadece bilgiden ibarettir. Yazıda hata yaptığım, yanlış ya da belirsiz olan bir şeydir bu. Ben başarısızlığı kabullenir – burası önemli; bazıları kabullenmez – ve onu düzeltirim çünkü bu bir veridir, malumattır, neyin işe yaramadığı hakkındaki bilgidir. Bu da yeniden yazmak ve düzenlemek demektir.

Karaciğer, böbrek ve kalp gibi fiziksel yetersizliklerde ise başka bir şey yapılması gerekir, bunlar kişinin kendi kendisine düzeltemeyeceği şeylerdir. Fakat bu sizin elinizde olan bir şeyse, ona karşı çok dikkatli olmalısınız; umutsuzluğa kapılmamalı, cesaretinizi yitirmemeli ya da bundan utanç duymamalısınız. Bunların hiçbir faydası olmaz. Bu laboratuvarda kimyasallarla ya da sıçanlarla yaptığınız deneyin gerçekte işe yaramaması gibidir. İkisi birbiriyle örtüşmez. Pes edip laboratuvardan kaçıp gidemezsiniz. Yapacağınız şey, prosedürü ve ters giden şeyi belirlemek ve onu düzeltmektir. Onu [yazmayı] yalnızca bir bilgi olarak düşünecek olursanız, başarıya bir adım daha yaklaşırsınız.

NEA Arts Magazine için 2014 yılında yaptığı bir röportajdan

 

Kendi eserinizi nasıl okuyacağınızı –ve eleştireceğinizi– öğrenin

Ben kendim için yazıyorum derler, bu her ne kadar kulağa oldukça berbat ve narsisistik gelse de bir anlamda kendi eserinizi nasıl okumanız gerektiğini bilmeniz durumunda – yani, gereken eleştirel mesafeyle – sizi daha iyi bir yazar ve editör yapar. Yaratıcı yazı dersleri verdiğimde, devamlı kendi eserinizi nasıl okuyacağınızı bilmeniz gerek der dururum; demek istediğim, bu yazdığınız şeyin tadını çıkarın değil. Ondan uzaklaşmayı ve onu sanki ilk kez görüyormuşçasına okumayı kastediyorum. Bu şekilde eleştirin. Nefes kesen cümlelerinizin içinde kaybolup gitmeyin…

The Paris Review için Elissa Schappell ile yaptığı 1993 tarihli röportajdan

 

Kutsallığın peşine düşün

Şimdi söyleyeceğim şey son derece abartılı gelecek ama bir sanatçı, ister ressam ister yazar olsun, neredeyse kutsaldır. Tasavvurla, bilgelikle ilgili bir şey bu. Bir hiç olabilirsin, ama görme biçimin, kutsaldır, tanrısaldır. Genellikle, sıradan hayatın ve hepimizin algısının üzerindedir. Yükselirsin. Ve orada olduğun sürece, berbat bir insan da olsan – özellikle de berbat biriysen – biraraya gelen, seni sarsan ya da hislendiren şeyleri görür,  sanatın olmasa asla bilemeyeceğin bazı   getirirsin. Gerçekten de bu yukarılardan ya da daha ötesinden gelen bir tasavvurdur.

2017 tarihli Granta röportajından

 

Sahip olduklarınızdan en iyi şekilde yararlanın

Evden ayrılmak ya da telefonlara bakmak zorunda kalmadığım arka arkaya dokuz günümün olduğu -hiç tecrübe etmediğim- ideal bir yazı yazma rutinim var. Ve bir alan, içerisinde kocaman masaların olduğu. Nereye gitsem şu kadarcık [çalışma masasında küçük bir kareyi işaret ediyor] yerim oluyor ve bundan kurtulamıyorum. Emily Dickinson’ın ufacık çalışma masası aklıma geliyor ve zavallım o da böyleydi diye düşünüp gülümsüyorum. Gel gör ki hepimizin elindeki tek şey bu: yalnızca bu küçük alan. Dosyalama sisteminiz ya da onları ne sıklıkla boşalttığınız fark etmeksizin, –hayat, belgeler, mektuplar, istekler, davetler, faturalar gelmeye devam edecektir. Ben düzenli yazabilen biri değilim. Çoğu zaman sabah dokuz akşam beş mesaim olduğu için bunu yapmayı hiç beceremedim. Ya bu saatler arasında alelacele yazmak ya da birçok haftasonunu ve şafak vaktini bunun için harcamak zorundaydım.

Zorlamanın yerine disiplini koyarak derli toplu bir alanım olmamasını telafi etmeye çalıştım; bir şey aniden beliriyor, ısrarla görünüyor ya da anlaşılıyorsa, metafor yeterince güçlüyse her şeyi bir kenara bırakır ve aralıksız yazardım.

The Paris Review için Elissa Schappell ile yaptığı 1993 yılındaki bir röportajdan

 

Baskıcı dil, ölü dildir

Dilin sistematik biçimde yağmalanması, kullanıcılarının onun nüanslı, karmaşık, yol gösterici) unsurlarını gözdağı ve boyun eğdirme için kullanma eğilimi ile anlaşılabilir. Baskıcı dil, şiddeti temsil etmekten fazlasını yapar; şiddetin ta kendisidir; bilginin sınırlarını temsil etmekten daha fazlasını yapar; bilgiyi sınırlar. Bu ister devletin kapalı dili ya da düşüncesiz basının suni dili olsun; ister akademinin mağrur fakat kireçlenmiş dili; isterse de etik-olmayan-hukukun kötücül dili ya da azınlıkların yabancılaşması için tasarlanan, ırkçı talanını edebiyat maskesi altında gizleyen bir dil olsun – reddedilmeli, değiştirilmeli ve ifşa edilmelidir. Bu kan içen, hassasiyetlerin üzerini örten, durup dinlenmeden çıplak hakikate ve dibe vuran zihne doğru yaklaşırken faşist botlarını saygınlık ve milliyetçilik kisvesi altında gizleyen dildir. Cinsiyetçi dil, ırkçı dil, tanrıcı dil – hepsi de zapturapt altına alan üstünlükçü dile örnektir ve ne yeni bilgilere izin verir ne de fikir alışverişini teşvik ederler...

Dil asla köleliği, soykırımı ve savaşı “kıramaz.” Bunu yapabilmek için gereken kibiri de arzulamamalıdır. Onun kudreti ve etkisi, tarifsiz olana doğru uzanmasındadır.

İstediği kadar heybetli ya da kuvvetten düşmüş olsun, ister kutsallığın altını oysun, infilak etsin ya da onu reddetsin; ister katıla katıla gülsün ya da bir haykırış koparsın, alfabe, sözcük seçimi, tercih edilen sessizlik olmaksızın, kendi hâline bırakılan dil bilgiye akın eder, bilginin yıkımına değil. Oysa sorgulayıcı olduğu için yasaklanan, eleştirel olduğu için itibarsızlaştırılan, farklı olduğu için silinen edebiyatı bilmeyen var mı? Kendi kendini tahrip eden dil düşüncesi kaç kişiyi öfkelendiriyor?

Morrison’ın 1993 yılındaki Nobel konuşmasından

 

Derlemede yer alan alıntılar ilk kez yazarın 5 Ağustos 2019’daki ölümünün ardından Literary Hub’da yayınlandı. https://lithub.com/you-dont-know-anything-and-other-writing-advice-from-toni-morrison/