The Boys: sosyal medya süperleri aramızda

"Süper kahramanlar bugün aramızda yaşasalardı nasıl olurlardı? Sorumuz onlarla hayatın nasıl olacağı ya da onların hayatı nasıl dönüştürecekleri değil. Yaşadığımız hayatın onları neye dönüştüreceğiyle ilgili."

31 Aralık 2020 18:30

The Boys adlı dizi, çevrimiçi film ve dizi platformu olan Amazon Prime’ın en büyük ve en ilgi gören yapımlarından biri oldu. Süper kahramanlara farklı bir perspektiften bakan hikâyesiyle Marvel ve DC prodüksiyonlarını sevenler için alternatif bir evren oluşturmayı da başardı. Hatta Avengers serilerini sevmeyenler için bile… Aslında yapım 2006 ile 2012 yılları arasında 72 sayı yayımlanmış bir çizgi roman uyarlaması. Çizgi romanda sadece sınırlı bir seyirci topluluğunun dikkatini çeken ve daha sert yazılmış olan hikâye, diziye görece daha yumuşatılarak uyarlanmasıyla birlikte büyük bir ilgiyle karşılandı. Dizideki hikâyeyi sevenlerin kayda değer bir kısmı çizgi romanın eski sayılarının peşine düştüler. Bu da şaşırtıcı olmadı. Zira günümüzde ilgiyle izlenen beyazperde uyarlamaları hikayelerin orijinal kaynağına izleyiciyi çekmekte.

Önceleri sadece okuyucuyu eğlendirme amacı güden, resim ve yazının belli bir kurgusal yapı oluşturacak şekilde bir araya getirilmesi sonucu ortaya çıkan çizgi romanlar özellikle 1929 buhranından sonra başka bir boyut alarak hayatımıza süper kahramanları sokmuştu. Bu kahramanlar sadece sorunları çözmekle kalmıyor, aynı zamanda insana her dönemde ihtiyacı olan umudu da veriyorlardı.

Süper kahraman hikâyelerine baktığımızda çoğunlukla diyalektik bir örüntünün hâkim olduğunu görürüz. Süper kahramanın karşısında onun antitezi olan ve kendisi de olağanüstü güçlere sahip bir kötü vardır. Kötü kahraman dünyayı ele geçirmenin peşindedir ve bu uğurda seçtiği yöntemin bir önemi yoktur. İyi kahramanımız ise sadece dünyayı korumakla kalmaz, aynı zamanda antiteziyle yaptığı mücadelenin sonucunu olduğu kadar yöntemini de önemser. Normal insanlara zarar gelmesini engellemek en az bu savaşı kazanmak kadar önemlidir onun için. Zira karşımızda mimetik anlamda bir tür Mesih figürü vardır.

Bir yanda süper kahraman diğer yanda onun antitezi olan süper kötü örüntüsünü yaratan bu ikilik teması hiç de yeni sayılmaz aslında. Bu hikâye modernmiş gibi görünse de arkaik bir yapıya sahiptir. Yunan mitolojisinde, insanın bir parçasının kaba, cahil, günahkâr Titanlara, diğer parçasının ise Tanrılara uzanması iyinin ve kötünün aynı bedende ve ruhta bütünleştiğini anlatır… Günümüze ulaşmış en eski edebi eser olan Gılgamış Destanı’nda da birbirinin ters yansıması iki ana karakter vardır. İnsan gibi topraktan yaratılmış yabani ve acımasız Enkidu bir yanda, Tanrısal güçlere sahip Kral Gılgamış diğer yandadır. Hangisinin daha güçlü olduğu hikâye boyunca anlaşılmaz. Ancak macera üstüne macera yaşayan ikili bir yerden sonra birbirlerini dönüştürmeye, dahası bir olmaya başlarlar.

Bu ikizler temasının modern edebiyattaki en ünlü örneği ise Viktorya Dönemi İngiltere’sinin zenginliğini ve refahını yansıtırken, aynı zamanda ikiyüzlülüğünü ve bastırılmış tutkularını da anlatan Stevenson’un Doktor Jekyll ve Bay Hyderomanıdır. Toplumsal ahlak ile tutkuları arasında sıkışan Doktor Jekyll bulduğu iksir sayesinde, içindeki saf kötülüğü temsil eden ve kendisinin diğer parçası olan Bay Hyde’ı ortaya çıkarır.  En vahşi arzular ve şiddet eğilimleri Bay Hyde üzerinden tatmin edilirken, Doktor Jekyll’ın kamusal personası yapılanlardan sorumsuzdur. Tabii bir yere kadar. Her şeyin bedeli er ya da geç ödenecektir.

Çizgi roman tarihine baktığımızda süper kahramanlardan anti kahramanlara, oku ve at diye özetlenebilecek pulp çizgi romanlardan, yetişkin çizgi romanlarına kadar çok zengin bir külliyat karşımıza çıkar… Süper kahramanlar çıktıkları dönemin sosyokültürel yapısına göre şekillenmiş ve dünya değiştikçe onlar da değişmiştir. Günümüze kadar gelebilmeyi başaranlar bunu karizmalarından ya da süper güçlerinden ziyade popüler değerleri temsil edebilme yeteneklerine borçludurlar. Buna en güzel örnek muhtemelen Superman’dir. Beyazperdeye defalarca çekilen, çeşitli dizi versiyonları yapılan süper kahraman külliyatının en tanınan ve en güçlü karakteri Superman’e, sirklerde gösteri yapan “güçlü adamlar”dan ilham alınarak kostüm olarak tayt giydirilmiştir. Superman bu tür çizgi romana genel karakteristiğini veren ABD’nin kültürel bir ikonudur ve dışarıya ihraç etmeye çalıştığı değerlerin de önemli simgelerinden biridir. Teknolojik gelişmelere koşut olarak da güçleri devamlı güncellenmiştir. Sözgelimi ilk dönemlerinde uçamayan Superman uçakların önemli ulaşım aracı olmaya başlamasıyla birlikte uçma yeteneğine kavuşmuştur.

2000’lerden sonra Marvel Comics ve DC Comics süper kahraman sinematik evrenleri beyazperdede boy göstermeye başlayınca süper kahraman hikâyeleri başka bir boyut alıp, izleyiciye ulaşma ve gündem olma açısından çizgi romanların altın devirlerine yaklaşır bir görünürlük elde ettiler. Devasa prodüksiyonlarla, baş döndürücü efektlerle, popüler oyuncularla ve birden fazla süper kahramanın aynı anda beyaz perdede arzı endam etmesiyle çizgi romanların fütüristik dünyası gişe rekorları kırmaya başladı.

Aslında iki şirketin ezeli rekabeti 1940’lı yıllara kadar uzanıyor. DC, Superman’in ardından Batman’i çıkarıyor. Bugün Marvel evreninin önde gelen isimlerinden Kaptan Amerika 1940’lı yılların popüler kahramanlarından biri. Süper kahramanlar dünyasında 1960’lı yıllara kadar DC’nin ezici bir üstünlüğü olduğu söylenebilir. Marvel’ın makus tarihini değiştiren isimse bugün Marvel’ın birçok filminde kendisini birkaç saniye gösteren Stan Lee.

Anaakım süper kahraman hikâyelerinde yetmişli yıllarda büyük bir kırılma yaşanıyor. Özellikle Marvel Comics'in bir dönem başkanlığını da üstlenmiş olan yazar ve yayıncı Stan Lee'nin Örümcek Adam’ıyla birlikte süper kahramanların insani kusurlara ve kaygılara sahip olabileceği görülüyor. Daha insan merkezli, kusurlu süper kahraman figürü okuyucu ve karakter arasındaki aşılmaz makası biraz da olsa kapatarak kahramanla özdeşleşme önündeki önemli bir engeli kaldırıyor. Stan Lee’yle birlikte daha insancıl, okuyucuya daha yakın gelecek bir evrim geçiriyor süper kahramanlar. DC’nin ağır abi süper kahramanlarının yanında Marvel’ın yelpazesi günden güne genişleyen mizahi kahramanları yarışı bir başka boyuta taşıyor.

The Boys…

Bu uzun girizgâhtan sonra süper kahramanların günümüzde alabileceği boyutu parlak bir şekilde özetleyen Amazon’un dizisi The Boys’a dönelim tekrar. Özellikle beyazperdede son on yılda süper kahraman filmlerinden gına gelmiş durumdayken bir de dizisine ne gerek vardı diye düşünülebilir. Bu enflasyonun ortasında olması The Boys’un hem şansızlığı hem şansı aslında. Herkes bir şekilde süper kahraman hikâyelerine âşina ve dizi dramatik yapısını tam da bu âşinalık üstüne kuruyor. Bu enflasyonda görünür olabilmek için farklı bir şey yapmak gerekiyor. The Boys’un yapımcıları ve senaristleri de klasik hikâyeyi yapısökümüne uğratarak kelimenin tam anlamıyla farklı bir şey yapıyorlar zaten.

Dizi çok temel bir soruya son derece gerçekçi ve ilginç bir yanıt veriyor. Süper kahramanlar bugün aramızda yaşasalardı nasıl olurlardı? Sorumuz onlarla hayatın nasıl olacağı ya da onların hayatı nasıl dönüştürecekleri değil. Yaşadığımız hayatın onları neye dönüştüreceğiyle ilgili.   

Mevcut sistemde en önemli organizasyon yapıları çoğu kişiye göre artık devletler değil, şirketler. Hatta devlet bir yere kadar şirketlerden oluşan şemsiye bir örgütsel yapı olarak da yorumlanabiliyor. The Boys’un yaratıcıları da bu durumu hikâyenin temel yapısı olarak kurgulamışlar: Vought adlı uluslararası bir şirket çocuklar üstünde yaptığı birtakım deneyler sonucunda süperler denilen bir tür yaratıyor. Tabii bu deneyler şirketin ticari sırrı olarak halktan ve pek tabii süperlerden de saklanıyor. Herkes süper güçlere sahip bu çocukların doğuştan söz konusu güçlere sahip olduğunu sanıyor. Ancak Vought önceki hikâyelerden alışık olduğumuz şirketlerden farklı olarak, daha merkezi ve gerçekçi bir rol üstleniyor hikâyede. Vought süperleri sadece yetiştirmekle ve kontrol etmekle kalmıyor, aynı zamanda onları her yönleriyle pazarlıyor, imajlarını tasarlıyor, lisanslı ürünlerini yapıyor, dizi ve film anlaşmalarını organize ediyor, kimi zaman bir spor yıldızı gibi başka eyaletlere kiralıyor, kimi zaman nerede nasıl savaşacaklarını planlıyor. Ürününü hem bütünün parçası olan bir marka haline getiriyor, hem de onun bireysel şöhretini devamlı cilalıyor.

Klasik çizgi romanlarda çoğunlukla iyi ve kötü karakterleri hemen birbirinden ayırabilirsiniz. İyi kahraman bir anlamda insanlığın gelebileceği son noktadır. Sadece fiziksel güç olarak değil, aynı zamanda evrensel etik anlayışı ve ilkeleriyle iyikavramının somutlaşmış halidir. The Boys’un farkı tam olarak bu örüntüyü bozmasından gelmekte. Seven (Yedi) adlı süper kahraman grubunun lideri ve iyilik timsali olarak kabul edilen halkın sevgilisi Homelander karakteri adeta Amerikalılar için Mesih olarak görülmekte. Gerçekte durum bundan çok farklı ama, Superman ve Kaptan Amerika’nın karması olan karakterimizin kendi bekası için yapmayacağı şey yok. Yalan söylüyor, entrikalar hazırlıyor, gözünü kırpmadan adam öldürüyor. Diğerleri de ondan farklı değil tabii. Kimi tecavüzcü, kiminin bir tür uyuşturucu bağımlılığı var, bir diğerinin Hitler’e kadar uzanan karanlık bir sicili. Onlar için en önemli şey sosyal medyadaki takipçilerinin sayıları. Kısacası süper güçlere sahipler, ama tutarlı bir etik anlayışına ya da yüksek ilkelere sahip değiller. Onları manipüle eden firma ticari kazancını maksimize etmeye çalışırken, onlar da gözden düşmemek, yerlerini başka süperlere kaptırmamak için bu düzende her şeyi yaparak var olmaya çalışıyorlar. Onların karşısında süper kahramanların gerçek yüzünü halk nezdinde ortaya çıkarmaya çalışan CIA destekli sıradan insanlardan oluşan bir grup da var. Bu iki grup arasındaki mücadele ve karşıtlık, senaryonun diyalektik çatışmasını oluşturuyor.

Bu yönleriyle senaryo, günümüzde süper kahramanlar aramızda yaşasalardı nasıl olurdu sorusuna son derece ikna edici bir yanıt vermeye çalışıyor. Büyük ölçüde de bunu başarıyor. Görünür olmanın, ne söylediğinden çok söyleyen olmanın önemli olduğu, içeriğin öldüğü, özne olabilmek için her yolun mübah sayıldığı, Baudrillard’vari bir kehanetin içinde yaşadığımız günlerde “hayatta kalabilmek” için Süperler de pek tabii bize benzemeye çalışıyorlar. Dizi süper kahramanları anlatırken aslında hepimizin bildiği, içinde yaşadığı, zar zor nefes aldığı bir başka hikâyeyi anlatıyor: Kurumsallaşmış kapitalizmin hikayesini. İnsana içkin olduğunu düşündüğümüz, aslında insanüstü bir yapının hikâyesini. Ve yapı onun bir parçası olduğunu sanan, sandığımız herkesi günü geldiğinde hunharca öğütüyor. Aslında ne Süperler ne de bizler… Sadece sistem hayatta kalmayı başarıyor.