SO Duo: “Bir yol bizi sonuca götürüyor. Biz de buna izin veriyoruz”

"SO Duo’nun bileşenleri, Sumru Ağıryürüyen ve Orçun Baştürk. İkisinden de, ayrı ayrı ya da birlikte ne zaman bir müzik, bir ses yükselse kulak kesilirim, çünkü müzikal akışlarını merak edilesi bulurum. Usul usul ve sebatla akar ikisi de. Hal böyle olunca son teklileri Sonbahar’ı fırsat bilip mutfaklarına uzaktan da olsa bir kafa uzattım. Onlar da bu zamanlarda çoğu müzisyen gibi evlerinde eyliyorlar. İki eskimeyen müzik dostumla halleri, müzikleri, evde üretmek ve daha başka müzikli şeyler üzerine yazıştık."

12 Ekim 2020 19:50

2013’ten bu yana doğaçlama ve geleneksel müzik projelerinde birlikte üreten Sumru Ağıryürüyen ve Orçun Baştürk 2016’dan beri kurdukları SO Duo çatısı altında birlikte çalıp söylüyorlar. Bu iki güzide müzik insanına dair, hani olur da aşina değilseniz ipuçlarını ortaya karışık buraya, gerisini de sizin merakınıza bırakayım; Mozaik, Replikas, Ezginin Günlüğü, Saska, “Issız”, İstanbul Blues Kumpanyası… SO Duo bugüne kadar bir albüm, iki kısa çalar ve tazesinden bir tekli çıkardı: Sırasıyla Ay Ana, The Light, Kırksabır ve Sonbahar. SO Duo onların şarkı projesi. Kadim metinleri veya kendi kelamlarını geleneksel sazlarla, elektronik dokunuşlarla beziyorlar... SO Duo’nun yalınlığının, gerçekliğinin kulaklarınızdan kalplerinize hemen şimdi ya da bir gün mutlaka dolması dileğiyle, afiyetler olsun.

Öncelikle bu tuhaf ve tekinsiz günlerde nasılsınız, hayatlarınız nasıl akıyor?

Orçun: Cevap vermek oldukça zor. Bazen ne hissettiğini bile anlayamıyor insan. Dünyanın belirsizliği ruh halime de yansıyor sanıyorum; bol hareket, çalışmak ve üretmeyi içeren gündelik bir rutin tutturmuş olsam da, dünyanın gidişatına bakınca inişli çıkışlı günler yaşamamak imkânsız. En büyük avantajım sürekli bir işte çalışmıyor, işlerimi evimden yürütüyor olmam sanırım. En büyük eksiklik ise müzisyenler olarak hepimizin ortak sorunu; konserlerin, müzik yaşantısının durmuş olması. Ayrıca çalmak ya da sohbet etmek için bir araya gelmenin oldukça zorlaşmış olması da hayatımızda büyük eksiklik yaratıyor.

Sumru: Kayıplar, gidilemeyenler, gelinemeyenler, dolayısıyla daha sonra yaşanamayacağını bildiğiniz ve tanık olamadığınız önemli anlar…  İnsanlık halleri, Orçun’un dediği gibi dünyanın gidişatı ve yapamadıklarımız... Bütün bunları göğsümüzde yumuşatıp yola devam ediyoruz. Evden çalışabiliyor olmak benim de şansım. Onun dışında doğayla yeniden tanışmak, okumak, dinlemek, film izlemekle geçiyor zaman.

SO Duo’nun üretim halini ve biçimini tarif eder misiniz? Bugünlerin bağlamında bir değişim var ise onu da duymak isterim. Metinler, sözler, hikâyeler, tınılar, sesler heybenizde nasıl birikiyor? 

Orçun: Öncelikle iki kişi olduğumuz ve uzun süredir birlikte çalıştığımız için karar almak ve uygulamak konusunda oldukça rahatız. Genelde benim panduriyle yaptığım bestelerim, Sumru’nun en az besteler kadar değer taşıyan ve oluşum sürecine katkı sağlayan sözleri, masalları, edebi eserlerden seçtiği metinler, şiirler, mandolini ve vokal melodileriyle birleşince düzenleme sürecine geçiyoruz. Düzenleme sürecinde elektronik sesleri ve ritimleri şarkılarımıza eklemeyi seviyoruz. Bu noktada oldukça cesur ve çağdaş bir anlayışla davrandığımız söylenebilir. Aslında günün büyük bir bölümü müzikle geçtiği için, formüle ettiğim bu süreç tamamen doğal bir şekilde yaşanıyor. Heybede biriken birikmiş anlaşılan. Bunları sahnede nasıl çalabiliriz, bunu düşünmek içinse çok erken sanırım.

Sumru: Süreç gerçekten doğallıkla ama bir yandan da sürprizlere açık ilerliyor. Bazı parçaları oluşturan kimi ögelerin nasıl olup da birbirini bulduğuna sonradan biz de hayret edebiliyoruz. Bu duygu çok keyifli ve kıymetli geliyor bana. Bir yandan ikimiz de yapmacık ve gereksiz olana karşı hassasiyet duyma noktasında birleşiyoruz. Ayrıca SO Duo’nun üretiminde ikimizin müzikal deneyimleri kadar, hatta ondan daha da fazla Orçun’un keskin ve zengin müzikal görüşünün biçimlendirici olduğunu teslim etmeliyiz.
SO Duo evde... 

Seçimlerimizin ötesinde koşulların bizi şekillendirdiği pandemi günlerinde hem teknik olarak hem de manevi boyutta sizin için “evde müzik yapmak” nasıl bir müzik hali?

Orçun: Ben bu süreçte evde ya da ev stüdyosunda kayıt yapmaya ve zamanın ruhuna işaret eden duygularımızı dinleyicilerle buluşturmaya her zaman varım. Kayıt yapmanın kendisi, iyi bir sonuç almak için uğraşmak zaten yabancılaşmayı da içinde barındırıyor. Ama hüzün dolu boş salonlara çalmak ya da hali hazırda kaygılı ve ne yapacağını tam kestiremeyen bir seyirciye çalmak hoşuma gitmezdi. Zaten hem bu yüzden hem de sağlık endişesiyle bize gelen birkaç konser teklifini de geri çevirmek zorunda kaldık. Ev, içe dönük bir insan için güzel bir yer zaten.

Sumru: Evde kayıt ortamına zaten aşinaydık. Benim önceki albümlerim de Ay Ana da genellikle ev ortamı rahatlığında kaydedilmişti. Orçun zaten solo projesi “Oichuung”un kayıtlarını, çeşitli film/belgesel müziği çalışmalarını ev ortamında yapıyordu ve SO Duo için aklımızdaki bazı fikirleri kaydetmeye hazırlanıyorduk. Öte yandan sınırlar içinde hareket etmenin yaratıcılığı arttırmadığını kim söyleyebilir.

SO Duo ve Dostlar ft. Steve Gorn, Borusan Müzik Evi, 20.02.2020. Video: Zahirî Memed Efendi

Kırksabır’ın çıkışı karantina günlerine denk gelmişti; Prodüksiyonun size ait olması tercih miydi yoksa koşullara uyum sağlamanın bir sonucu muydu? Bu arada EP’nin müzikal tasarımı, icrası, kayıtları pandemiden önce mi yoksa sırasında mı başlamıştı?

Sumru: Borusan’da Steve Gorn’u konuk ettiğimiz SO Duo ve Dostlar konserinden sonra (bu kapanmadan önceki son konserimizdi aynı zamanda), ilk kez orada çaldığımız Fuzuli’yi farklı bir şekilde kaydetmeyi zaten düşünüyorduk. Ama onun dışında hiçbir şey belli değildi. Birtakım hissiyatlar ve dilekler dışında tabii. Sonrası su gibi aktı işte…

Orçun: Her şey üst üste geldi. Karantina zamanındaki ilk birkaç ayı beraber geçirdik Sumru’yla. Bu süreçte müzik üreteceğimiz belliydi bana kalırsa. Zaten çalışmayı, denemeyi seviyoruz. Önce çalmaya, sonra bestelemeye ve sözleri düşünmeye, sonra da evdeki basit bir sistem ve mikrofonlarla kaydetmeye başladık. Bu süreçte hissettiklerimizi, melankolimizi, umudumuzu, umutsuzluğumuzu hemen paylaşmak için kısa albümde karar kıldık diye düşünüyorum. Aslında aramızda hiç sözlü anlaşma yapmıyoruz. Bir yol bizi sonuca götürüyor. Biz de buna izin veriyoruz.

SO Duo olarak kendi prodüksiyonunuzu –hem teknik hem finansal– yapmak nasıl hissettirdi? Nasıl imkânlar sağladı veya kısıtlamalara neden oldu? Bunun müzikal yansımasını nasıl tarif edersiniz?

Orçun: Evet, her şeyi bizi finanse ediyoruz. Sadece ilk albüm Ay Ana’yı Kalan Müzik fiziksel olarak piyasaya sürdü. Kendi prodüksiyonumuzu yapmak bana kalırsa çok zevkli ve öğreticiydi. Nasıl bir sonuca ulaştığımızı söylememiz ise yersiz olur, buna dinleyiciler karar verecek. Bizim gibi minimal bir set up’ınız varsa evde çalışmak çok keyifli ve rahat. Zaman sınırlaması yok, herhangi bir baskı yok, her şeyi denemek serbest. İsterseniz duşta bile kayıt alabilirsiniz. Stüdyoda yapmaktan utanacağınız aptalca şeyleri yapabilir ve kaydedebilirsiniz. Bu çalışma ve ifade rahatlığı özgünlüğe de yansıdı sanıyorum. Elbette ikimizin kimyasından kaynaklan bir SO Duo hissiyatı hep mevcut. Üstüne ekleyerek ilerliyoruz.

SO Duo – Sonbahar

Kesişme noktanız doğaçlama, bugüne kadarki üretim biçiminiz şarkı iken SO Duo neden enstrümantal bir parçayla ifade bulmak istedi? Sonbahar’ın hikâyesi nedir?

Sumru: Bestelemek kişiye düşünmek için zaman bırakan bir doğaçlama biçimi olarak tanımlandığında sınırlar inceliyor bence. Öte yandan sözün yetmediği yerde ses kalıyor elimizde. Bir mırıldanma, bir haykırış…

Orçun: Özellikle enstrümantal bir parça yapalım diye yola çıkmadık. Fakat parça bize göre öyle güçlü bir şekilde kendini ifade etti ki, söz eklemeyi düşünmedik. Sonbahar, özellikle 2020 sonbaharı, sanırım pek çok düşünceyi beraberinde getiriyor.

Ayrı ayrı ya da SO Duo olarak müzik üretiminizin, icraatınızın odağında ticari kaygılar yatmadığını biliyorum; müziğinizi kayıt altına almanızı, üçüncü kulaklarla buluşturmanızı mutfağınızdan çıkanı muhabbetli sofralarda paylaşmaya benzetsem ne düşünürsünüz? Ya da sizin tarifiniz nasıl olurdu? 

Sumru: Ne güzel demişsin Deniz. Böyle hissediliyorsa ne mutlu!

Orçun: Ben yanına turşu da isterim. Sumru’yla başladığımızda parça ve düzenleme yapmak gibi bir düşüncemiz yoktu. Sadece doğaçlama çalarız diyorduk. Her şey Gitar Cafe’de kırık bir panduri bulmamızla başladı sanıyorum. Ben sazı elime aldığımda ismini bile bilmiyordum ama bugünlere kadar geldik işte. Ben senin güzel tarifine ek olarak fotoğraftaki ‘’negatif alan’’ kavramıyla açıklamayı deneyebilirim müziğimizi. Negatif alanların var olması nasıl bir imgeyi daha güçlü ve anlamlı bir hale getiriyorsa, müziğimizdeki boşluk ve buna bağlı gelişen sadelik de yola çıktığımız estetik karar diye düşünüyorum.

Bu belirsiz süreçte dinleyicilerinizle bir araya gelememek müziğinize nasıl yansıyor? Sonbahar teklisinin yapılış sürecinde bunun izlerini nasıl okumalıyız? Peki, mesafelere rağmen müzik dostlarınızla aranızı nasıl sıcak tutuyorsunuz?

Orçun: Bu süreçte hit parçalar yazmayı öğrenmeye çalışıyoruz. Şaka bir yana, bunu hiç düşünmedim. Biz öncelikle kendimizin dinlemekten hoşlanacağı müziği yaratmaya devam ediyoruz. Umarım bu hoş bir müziktir tabii. Dostlarla sosyal medya üzerinden ‘yetersiz’ bir iletişim halindeyiz. Yani böylesini istemezdik anlamında söylüyorum bunu. Birlikte üretim de gerçekleştiriyoruz ama bir araya gelmenin tadı yok.

Sumru: Evet, bazı dostlarımız için ya da onlarla (tabii uzaktan) kayıtlar yaptık, fikirlerimizi paylaştık. Dinleyicilerle bir araya gelmek derken konserleri kastediyorsun sanırım. Ama bir kaydın dinleyiciye ulaşması, özellikle de bu ses kirliliğinde ulaşabilmesi de sahici bir buluşma bence.


Eski günlerin hatrına; 2017’nin Mayıs ayında Kadköy’de bizzat dinlediğim konserlerinden bir kare.

İlk albümünüz Kalan Müzik’ten diğer iki EP’iniz Bilgi Music’ten yayınlandı. Sonbahar ise Yeşilköy BurstPipeStudio’larında tarafınızdan pişirildi ve fırına verildi. Şimdilik sadece youtube’da ve bandcamp’te; sonraki üretimlerinizin nasıl yayınlanacağına dair bir tasavvurunuz var mı?

Orçun: Sonbahar birkaç güne Spotify’a da geliyor ya da bu satırları okuduğunuzda zaten geldi (SGM Müzik Yapım aracılığıyla). Bundan sonra fiziksel kopya yayınlamanın yalnızca müzisyenin kendisi ve az sayıda koleksiyoner için bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Bir plak toplayıcısı olarak SO Duo’yu plak formatında görmeyi çok isterim. Ama gerçekçi olmak gerekirse bundan sonra dijital yayıncılığın önüne geçebilecek bir format henüz görünürde yok. Ancak hep birlikte anlaşıp tüm sosyal medya hesaplarımızı kapatıp, sadece icraya ve dans etmeye yönelirsek formatımız değişebilir. Önce kendi formatımız değişir, sonra da yayın formatımız. Bence ‘evren’ bandına geçersek daha geniş bir ağa yayın yapabiliriz. Neden olmasın?

Son olarak, meraklı müzisyen olmayı nasıl tarif edersiniz? Son yedi ay merak etme ediminizi nasıl etkiledi?

Orçun: Çok güzel bir soru. Bizdeki en büyük eksiklik müzisyenlerimizin yeni müzikleri takip etmeyi bırakması sanıyorum. Çocukluğumdan beri pek çok yerli müzisyenden ‘müzik dinlemeyi bıraktım’ ya da ‘artık müzik dinleyemiyorum’ gibi açıklamalar duyduğumu hatırlıyorum. Bu inanılmaz bir şey. Öncelikle iyi bir dinleyici ve araştırmacı olmalıyız. Çok çeşitli, iyi ve analitik müzik dinlemeyen birisinin düzenleme yapabileceğini de sanmıyorum. Düzenleme de kurgu, yani eserin nasıl sunulacağı anlamına geliyor. Bu çok önemli değil mi? Bunu senin yerine başkasının yapmasına nasıl razı olur insan? Meraklı olmak, şeylerin arkasında yatan sebebi bilme isteği, yani nedenselliği yaşamın merkezine koymak demek bana göre. Müzik tarihini biraz olsun bilmeden de kendi yerini (iyi ya da kötü) belirlemen pek mümkün gözükmüyor.

Sumru: Farklı müzik türlerine kulak vermek, müziğin dışındaki alanlara da ilgi duymak, kendini beslemek, yontmak, inceltmek önemli bence de. Sonuçta ne kadarsan o kadar çıkıyor elinden. Kim olduğun, niye müzik yapmayı seçtiğin doğrudan etkiliyor müziğini. İnsan bir yol tutturup, makas değiştirmeden gidebilir elbette. Ama o yolda da yerinde saymamak için merakını diri tutmak gerek.

 

GİRİŞ RESMİ:

Sumru Ağıryürüyen, Orçun Baştürk. Fotoğraf: Pınar Gediközer