Savaş Güncesi: Son bir not niyetine

"Bence herkesin savaş hakkında düşünüp konuşmaya hakkı var. Bu bizim ortak acımız, insanlığın ortak acısı. Olanlardan, bir bakıma bütün dünya sorumlu. Şiddet eylemi bu – kan dökmek, gaddarlık ve soykırım. Dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir kişi bununla kendi arasında bir bağ kurabilmeli."

Savaş başladığında Kiev’de kalma yönünde kesin bir planım yoktu ama kısa süre sonra kendi günlüğümün tutsağı haline geldim. Başlangıçta, olup bitene tanıklık etmek bana her şey kadar önemli geliyordu. Şehirdeki olaylara ilişkin her gün kısa bir not yazmaya karar verdim. Bu işe –ki zor bir işe dönüştü– girişmiştim çünkü savaşın birkaç gün süreceğini sanıyordum. Bu savaşı tasavvur etmek o denli imkânsızdı, yapılanlar küresel güvenlik ve insan haklarının o denli bariz bir ihlaliydi ki, dünya saldırganı durdurmanın yolunu çok geçmeden bulur gibi görünüyordu.

Saldırılar gözlerimizin önünde gerçekleşirken, işlenen suçlar devam ederken, bunlara neredeyse sadece ekonomik yaptırımlarla karşılık verilmesi beni şoka uğrattı. Yaptırımlar etkili ve düşmanın nefesini kesmeye yönelik olsalar dahi, dost kuvvetlerin etkin bir güç gösterisiyle desteklenmediler. Günlüğümün, hakikaten dayanılmaz olan olaylara göğüs germeme yardımcı olduğunu fark ettim; bu da benim anlatmaya uygun kelimeleri aslında bulamadığım bir şeyi tarif etmemi mümkün kılıyordu.

Daha önce, Grad roketlerinin şehri düzenli aralıklarla bombaladığı bir dönemde, Donbas’taki Debaltseve’de bulunmuştum. Savaşın ve ağır silahların sivil halka karşı nasıl kullanılabildiğini görmenin dehşetini ilk o zaman tecrübe etmiştim. Bombardımanın sonuçlarını kendi gözlerimle görmüştüm. Ellerinden başka bir şey gelmediği için –onları nefessiz bırakan nefreti nereye yönelteceklerini bilmediklerinden– ve çektikleri acı yüzünden Ukrayna’dan veya Rusya’dan nefret eden insanlarla karşılaşmıştım.

Savaşın bu yeni aşaması başlayıp saldırılar Kiev’e eriştiğinde, bedensel hafızam canlandı. Fakat bu, olup bitene dayanmamı kolaylaştırmadı. Esasen bu denli aşırı ve şuursuz bir şiddet ortamının insana ne yaptığını bilen biri olarak her günüm keder içinde geçiyordu. Keder duygum, hissettiğim korkudan çok daha güçlüydü. Korku daha sonra, çok daha yakın bir zamanda, Kiev’in yeniden canlanmaya başlar gibi olduğu, özellikle şehir merkezinin güvenli göründüğü günlerde gelip buldu beni. Bazen Donbas’ta, Mariupol yakınlarında kalan insanlarla, hatta işgal altındaki toprakların sınırına uzak olmayan Mariupol’u gidip görmüş olanlarla veya Kiev çevresindekilerle, Bucha ya da İrpin’e gidenlerle konuşuyordum. Her konuşmadan sonra kâbuslar basıyordu beni, korku basıyordu, geceleri apartman dairemin içinde dolaşıp duruyor, giriş holünde, yerde, iki duvar arasında uyuyordum. Yataktayken uykuya dalamıyordum. Yaptığım görüşmeler, telefon konuşmalarım ve daha önce Donbas’a yaptığım ziyaretler aklıma geliyor, gerçek bir dehşet hissi alıyordu beni.

Birçok insan ağlayamıyor. Oysa bazen benim üzerime bir hal geliyor, ağlamaya başlıyorum. Bu halimi tuhaf buluyorum. Bir ara kendi ağlama sesimi kaydetmeyi bile düşündüm. Bu size gülünç gelebilir ama bedenime olan her şeyi, daha sonra üzerinde konuşulabilsin diye, bir şekilde kullanmam gerektiğini düşünüyordum. Hayatımda ilk kez kendi kendimin malzemesine dönüştüğümü hissediyordum. Fakat içinde bulunduğum hali kaydetmeyi her deneyişimde, o his anında terk ediyordu beni. 

Gözyaşlarının beni rahatlattığını söyleyemem. Yeni bir şeyle temas etmeye verilen bir tepki sadece onlar, olayların içyüzünü kavramaya başladıkça olan bir şey. 

Bence herkesin savaş hakkında düşünüp konuşmaya hakkı var. Bu bizim ortak acımız, insanlığın ortak acısı. Olanlardan, bir bakıma bütün dünya sorumlu. Şiddet eylemi bu – kan dökmek, gaddarlık ve soykırım. Dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir kişi bununla kendi arasında bir bağ kurabilmeli. Eğer biri her ne sebeple olursa olsun Ukrayna’dan ayrıldıysa ve bunun hakkında konuşması gerektiğini hissediyorsa, bırakın konuşsun.

Birçok Telegram kanalına aboneyim ben, orada yerde cansız yatan saldırgan ülke askerlerinin fotoğraflarını görüyorum. Ölmüş insanların resimlerine bakarken böylesi bir kayıtsızlık içinde olabileceğimi asla hayal edemezdim eskiden. Fakat şimdi, apartman binalarına ateş açan, yaşlı insanlara ve çocuklara saldıran canilerin cezasız kalacağı düşüncesiyle yaşamak bana zor geliyor. Öte yandan, bu suça uygun bir ceza olmadığını da biliyorum. Onları yargılamalıyız! Soluduğumuz hava kadar elzem bu ve mutlaka olacak. Ancak ölüler dirilmeyecek, parçalanmış dünyalar onarılmayacak. Benzer suçların gelecekte işlenmesini önlemek için davalar görülmeli, suçlular cezalandırılmalı. Fakat ceza onarıcı bir şey değil – kaybettiklerimizi geri getirmeyecek.

Kim olduğumuzu korumanın temel koşullarından biri, çeşitliliğimizi korumak. Farklı dünya görüşlerini, ülkemizdeki farklı bakış açılarını kabullenmeye çalışmayı sürdürmeliyiz. Bunu yaparsak ayakta kalırız. Suçlar cezalandırılmalı; ama suç değil de fikirse söz konusu olan –tahammülü güç bir fikir olsa dahi– kabullenmeye çalışmalıyız.

Fotoğrafçılıkla uğraşan biri olarak, Ukrayna’nın geri kalanı gibi Kiev’in de kendi tarihinin hafızasını korumakta zorlanması beni her zaman şaşırtmıştır. Kiev’in tarihi hep baştan başlıyor, geçmişin izleri kolayca siliniyor.

Genellikle büyük bir trajedi yaşandığı veya dış etkenler şehri değişmeye zorladığı için siliniyor o izler. Şimdi de bir şey Kiev’i kendi tarihini bir kez daha sil baştan yaratmaya zorluyor. Tarihin bu ânı, bana savaşın mümkün olduğunu bilmeyen o şehrin bir bölümünü saklayıp korumak için güçlü bir arzu verdi. Belki de bu yüzden sürekli Kiev sokaklarında dolaştım, pencerelerin, bina duvarlarının, rastgele köşelerin, belli bir bütünlüğü ve anlamı olmayan parçaların fotoğrafını çektim. Sanki geçmişle bağlantılı bir şeyi, yok edilebilecek bir şeyi korumaya çalışıyormuşum gibi hissediyordum.

İçimdeki arzu şu – hayal demek istemiyorum buna, sadece güçlü bir arzu: Bu dayanılmaz hikâyenin akışını bir şekilde kesintiye uğratmak. O kadar uzun süre Kiev’de kalmamı mümkün kılan bu arzuydu, şimdi ilke olarak hayallerin hâlâ gerçekleşebileceğini varsaymayı sürdürmemi sağlayan da yine bu arzu.

 

(*) Ukrayna’nın çevrimiçi dergisi NV için Olga Serdyuk’a verilmiş bir mülakattan derlenmiştir.

 

NOT:

Güncenin tamamına şuradan erişebilirsiniz.