Sahi, niçin yaşıyoruz?

Paul O’Rourke, Tanrı’ya inanmayı denemiş fakat bu çabası başarısızlıkla sonuçlanmış bir dişçi. O, Joshua Ferris'in Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam adlı romanının kahramanı. Tanışın...

12 Kasım 2015 13:30

Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam, Ve İşimiz Bitti ve Bilinmeyen kitaplarıyla tanıdığımız Joshua Ferris’in yine Siren Yayıncılık tarafından yayımlanan üçüncü kitabı. Amazon.com, NPR, The Telegraph, The Financial Times gibi mecralarda yılın en iyi kitapları arasında gösterilen Yeniden Uyansam, aynı zamanda Man Booker 2014 finalisti.

Joshua Ferris 1974 doğumlu. Barthelme’den ve Nabokov’dan ilham almış, felsefe ve edebiyat öğrenimi görmüş, ilk romanı Ve İşimiz Bitti’yi sadece 14 haftada yazmış ve bu romanla Pen/Hemingway ödülünü alıp National Book Award’a aday gösterilmiş. İkinci kitabı Bilinmeyen, The Economist tarafından son on yılın en iyi kitabı olarak nitelendirilirken, Ferris geleceğin en iyi yazarlarından biri olarak tanımlanıyor ve çağın büyük yazarlarıyla kıyaslanıyor.

Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam, bizleri İncil’den bir epigrafla karşılıyor:

“Heh!”
-Eyüp, 39:25

Pek de anlam ifade eden bir alıntı değil. Heh mi? İncil’de daha önemli ve güzel cümleler olsa gerek. Elimizde bir nida var; cümlenin tamamı yok, konuya dair bir ipucu, kelimenin tek başına ifade ettiği bir şey yok. Ferris, anlamsız bu tek kelimeyi alıyor, epigrafa koyuyor ve bu tepkinin neye verildiği, hangi koşullar altında heh! dendiği belirtilmiyor kitabın girişinde. Neyse ki, 2000’li yıllarda, internet çağında yaşamanın, kitapta sıkça eleştirilen zorlukları dışında kolaylıkları da var. Cümlenin İngilizce çevirisine ulaştığımızda, bahsedilen nidanın, “Ha, ha” olduğunu görüyoruz. Kimi çevirilerde “Aha!” olarak geçse de, Ferris  “Ha, ha” olarak kullanmayı uygun görmüş. Bu epigraf bizde herhangi bir yere tekabül etmediğinden, parantezi açık bırakıp okumaya başlıyoruz.

Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam, Joshua Ferris, Çev: Begüm Kovulmaz, Siren YayınlarıRomanın ana karakteri Paul O’Rourke, Tanrı’ya inanmayı denemiş fakat bu çabası başarısızlıkla sonuçlanmış bir dişçi. Kötümser diyebileceğimiz, kendini toplumdan soyutlamış, insanlara garezi olan, ağız üzerinden dahi hayata dair sorunlara yelken açabilen, her şeye sahip fakat sahip olduklarının, banjo çalmanın, tıkır tıkır işleyen bir kliniğin, kendini hastaların ağız sağlığına adamanın, akşamüstleri içilen mochaccinoların her şey olmadığını bilen bir adamın hikâyesi. Kitap şöyle açılıyor:

“Tuhaf yerdir ağız. Ne içerde ne dışarıda, deri desem değil, organ desem değil, ikisinin arasında: karanlıktır, ıslaktır ve çoğu kimsenin kafa yormak istemediği bir iç dünyaya açılır; kanserin başladığı, kalbin kırıldığı ve ruhun bulunmayabileceği bir iç dünyaya.”

Her şeye sahip fakat hiçbir şeye de sahip olmayan bir adam, sosyal medya ile zorlu bir mücadeleye girişir. Oysa Paul O’Rourke, sosyal medya karşıtı, interneti gereksiz bulan ve bilmediklerini Google’a sormaktan bile imtina eden biridir:

“Bütün bu şeyleri beğenip, artılayıp, imleyip, paylaşıp, tweet’leyip kendimi her zamankinden bile daha ayrıksı ve uzak mı hissedeyim? Bağlantılar güçleniyormuş, kim uyduruyor bunu? Hayatımda hiç bu kadar kopuk hissetmemiştim. Zenginlerin giderek zenginleşmesi gibi bu. Bağlantılı olanların bağlantısı giderek pekişirken kopuklar giderek daha fazla kopuyor. Hayır, teşekkürler ahbap, ben bunu yapamam.”

Paul O’Rourke, bir gün kliniği adına bir internet sitesi açıldığını fark eder. Sosyal medyadan itina ile uzak duran O’Rourke, kendisi adına açılmış bir web sitesi ile karşı karşıyadır artık ama her şey bununla sınırlı değildir: internet sitesini kendisi adına açılmış Twitter ve Facebook hesapları takip eder. Yaşanan aslında, tam anlamıyla bir kimlik hırsızlığıdır: Paul’ün var olmayan sosyal medya kimliği çalınmıştır ve bu hesapları yöneten her kimse, ipe sapa gelmez düşüncelerini Paul’ün ağzından hunharca savurmaktadır.

Ferris’in yarattığı dişçi karakteri aslında bize çok tanıdık bir karakter; filmlerde gördüğümüz, kitaplarda okuduğumuz, hatta günlük hayatta sıkça karşılaştığımız… Sahip olduğu onca eşyaya rağmen içindeki boşluğu gideremeyen ve bu yüzden hep bir arayış içinde olan… Bu karakteri bir plaza çalışanı olarak görmüş olabiliriz, bir beyaz yakalı olarak tanışıp kendisiyle sohbet etmiş olabiliriz. Ferris’in kitabını ilgi çekici kılan kısım –karakterin sahiciliğini bir kenara bırakırsak- sürüklendiğimiz tuhaf olaylar silsilesi ve şüphesiz her daim devam eden sosyal medya eleştirisi.

Joshua Ferris, özellikle yazarlığının ilk yıllarında “Yeni Jonathan Franzen mı?” manşetlerinin altında bulmuştu kendini. Şahsım adına Franzen’la pek ilgisi olduğunu düşünmesem de, Ferris’in kitabında eleştirdiği sosyal medya kültürünü, Google’a sosyal medya ve roman anahtar kelimelerini girerek arattığımızda karşımıza çıkan ilk isim Jonathan Franzen oluyor. Franzen’ın sosyal medyaya –hatta teknolojiye- ne kadar karşı olduğunu yaptığı konuşmalardan, yazdığı denemelerden biliyoruz. Son romanı Purity’de de irdelediği ve eleştirdiği bir husus sosyal medya hususu. Toplumu, aileyi, iş hayatını, ruhsal çöküşleri bir yana koyarsak, bunlara artık bir de sosyal medyayı ekliyor yazarlar. Odak artık Amerikan ailesinin çöküşünden sosyal medyanın kararttığı hayatlara da dönmüş durumda ya, aksi mümkün mü? Sosyal medyada doğan ve sosyal medyada kararan hayatlar da artık hayatlarımızın bir parçası olmuş durumda. Sadece interneti iyi kullanmasından dolayı meşhur olan insanları artık magazin programlarında bar çıkışı soruları yanıtlarken görebiliyoruz. İnternet üzerinden yaşadığı taciz ve istismar sonucu intihar eden 15 yaşındaki genç kız Amanda Todd’u hatırlayalım: sosyal medya yüzünden, son sözlerin dahi sosyal medyada paylaşıldığı bir intihar. Ya da Türkiye’ye dönelim ve muhtemelen internet kullanan herkesin izlediği o malum intihar öncesi videoyu hatırlayalım. Sosyal medya artık hayatımızın her alanında ve toplum kadar, aile kadar, iş hayatı kadar bizleri belaya sokan bir kurum. Bu yüzden Ferris’in ya da Franzen’ın kitabının eleştiri odağında sosyal medyanın da olması tesadüf değil.

Ana karakterimiz Paul, kendi adına açılan sitenin biyografi kısmında, fotoğrafının altında tuhaf bir paragraf görür. Kutsal Kitap’tan alıntı gibi duran bu paragraftan ateist karakterimiz rahatsızlık duyar ve internet sitesinin tasarımcılarına bir e-posta atmaya karar verir. Karşıdan gelen “Kendini ne kadar iyi tanıyorsun?” sorusuyla hikâyemiz tam da arka kapakta belirtildiği gibi Tanrı’yı aramaya koyulan tanrıtanımaz bir adamın absürt mücadelesine dönüşür. İnternet üzerinden, e-posta trafiğiyle, Twitter’da kendi adından yazılan tweet’lerle, Google aramalarıyla kimliğini kullananlara ulaşmaya çalışan dişçi Paul, kadim bir dine mensup olduğunu öğrenir ve başlar Tanrı’yı, fakat en başta kendisini aramaya.

Kitabın girişindeki epigrafın, aslında kutsal kitabın içinden bir sosyal medya alıntısı olabileceği sonucuna tam da bu kısımda vardım sanıyorum: “Ha, ha,” ya da “Heh!” ile, Joshua Ferris cümlenin tamamını değil sadece bir kelimesini alarak, Tanrı’nın ağzından ilk LOL’i ya da rastgele gülmeyi ya da direkt haliyle “HA, HA!”yı almış olabilir mi? Çünkü kitabı anlatmaya yetecek tek kelime, ancak kutsal kitaptan fırlayan ağız dolusu bir nida olabilir: Ha, ha!

Kitap hakkında söylenmesi gereken bir şey daha var: Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam’ın, biraz da “cemaat” güzellemesi olduğu gerçeğini es geçmemeli. Tanrıtanımaz Paul’ün bir topluluğun parçası olduğunu öğrenmesi ve ısrarla bunun üstüne gitmesi, kendisini sevgililerinin ailelerine kabul ettirmeye çalışması, kitaptaki bir başka karakterin, Tanrı’ya inanmamasına rağmen her şeyiyle bir Yahudi olmak için çabalaması, sahip olduklarıyla mutlu olamayan bireylerin bir cemaate ne kadar da muhtaç olduklarının göstergesi gibi. Vonnegut, yaptığı mezuniyet konuşmalarından birinde “ne bir erkek bir kadına ne de bir kadın bir erkeğe toplum olabiliyor,” demiş ve eklemişti: “Burada bulunan herkese, sırf hayatına daha fazla insan sokabilmek adına, ne denli gülünç olursa olsun herhangi bir örgüte katılmayı öneriyorum. Katılacağınız örgütün diğer tüm üyeleri moron olsa bile fark etmez. Herhangi bir türden akraba çokluğuna muhtacız çünkü.”

Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam, bu yönüyle bir dişçinin sorularına cevap olacak, içindeki boşluğu dolduracak bir cemaat, bir örgüt, bir akraba bulma arayışı. Kimi internet üzerinden kendini kadim bir halkı arama macerasına atıyor, kimisi ise daha zorlu yolları seçip Tevrat öğrenmeye ve sinagog arşınlamaya başlıyor. Diş hekimi Paul’ün, internette ağzından yazılan cümlelerden çok bir cemaatin üyesi olmayı ya da olmamayı dert etmesinin sebebi bu olsa gerek. Bu yüzden banjolar, mochaccinolar ya da ağız dolusu çürük tamir etmek kâr etmiyor; boşluk daimi. Fakat asıl soru, kitabın kapağını kapattığınızda kafanızda dönüp duruyor: Ya Paul’ün sorunu sosyal medya kullanmaması ve ne kadar bela olursa olsun, bir yanıyla bir topluluğun, cemaatin parçası hissetmeye de yardımcı olan bu ağdan uzak durmaksa?