“Öfleme, üfle”: Seda Akipek ile Püf Çiçeğim üzerine

"Hikâye olmaya aday bir fikri dilde, anlatımda, kurguda özgün kılarak işlemek kolay değil ama günün her ânı o fikirle hemhal olmak, hikâyenin olgunlaşma sürecinin içinden geçmek çok güzel bir deneyim."

Çocuk edebiyatı yazarlığında sessizce ilerleyen isimlerden biri Seda Akipek. Şimdiye kadar beş kitabı yayınlandı. Bu Ne Güzel Hediye, Ejderhalar Nezle Olmasın, Alfabe Sirki, Klik! ve Diğer Şamatalı Öyküler ve son kitabı Püf Çiçeğim. Hepsi kritik eşik dediğimiz okul öncesi çocuk edebiyatına ait eserler. Akipek Cenevre’de yaşıyor ve yaşamına aldığı bu çoklu kültür, yer yer kitaplarındaki bir cümle yapısından ya da bakış açısındaki yaratıcılıktan kendini ele veriyor.

Seda Akipek’in son kitabı Püf Çiçeğimdeki ana karakterin adı Nefes. Nefes arkadaşı Rüzgâr’a sık sık ‘öfleme üfle’ diyor. Çocuk dünyasında öflemekten üflemeye geçiş aslında biz ebeveynler için çok kıymetli. Çünkü çocuk öflerken hem kendini hem de bizi çıkmaz bir sarmala alıyor. Oysa ki üflediğinde bir meşguliyete sahip oluyor. Belki bir flüte, belki bir klarnete ya da bir püf çiçeğine üflüyor. Seda Akipek ile son kitabı Püf Çiçeğimi, Cenevre’den Türkiye’deki çocuk edebiyatının nasıl göründüğünü ve çocuklarda okuma alışkanlığını konuştuk.

 

Bir avukatken çocuk edebiyatına gönlünüzü kaptırdınız. Hatta yayıneviniz sizi şöyle tanımlıyor: Avukatlık yaptığı dönemde kullandığı ‘sermaye’, ‘devir’, ‘yasal’ gibi terimler yerini ‘hikâye’, ‘şiir’, ‘masal’ sözcüklerine bırakınca çocuklar için de yazmaya başladı.” Kendinizi bir çocuk edebiyatı yazarı olarak keşfiniz nasıl oldu?

Yazmayı çok seviyorum. Okul yıllarımda uzun zaman kısa anlatılar, öyküler yazdım. Ancak hepsi bana özeldi, kimseyle paylaşmadım. Biriyle paylaşmak üzere yazdığım ilk metin bir tiyatro oyunuydu ve bugünkü yazı yolculuğuma da büyük katkısı vardır. 2004 yılında British Council desteğiyle Mehmet Ergen’in yürüttüğü “Oyun Yaz” adlı atölyeye katıldım ve bir yıl boyunca bu atölyede bugünkü yazma yolculuğumda dahi bana eşlik eden, çok değerli bilgiler edindim. Yazdığım oyun okuma tiyatrosu olarak sahnelenmek üzere seçildiğinde hissettiklerimi tarif edecek kelimeleri o gün bulamamıştım, bugün de bulamam. Ne var ki dersler sonlandığında ben üniversiteden mezun olmuştum ve tam zamanlı çalışmaya başlayacaktım. İş yoğunluğu, zaman kısıtı gibi engellere takılıp okuma tiyatrosunun hakkını veremeyeceğimi düşünüyordum. Bu nedenle atölyede daha fazla ilerleyemeyeceğimi söyleyip o benzersiz güzellikteki duyguyu hüsran benzeri bir duyguyla değiş tokuş ettim. Yine de bir tesellim vardı: Atölye boyunca yaptığımız pratik çalışmaların, hocamın yüreklendirici sözlerinin bir yerde pusulam olacağını umuyordum. Kızım doğduktan sonra birlikte okuduğumuz resimli kitapların büyüsüyle çocuk edebiyatına olan ilgimin fazlasıyla arttığını, yazdıklarımın da bu yönde çiçeklendiğini gördüm. İşte o sıralarda pusulayı hatırladım, yıllar önce yaşadığım ve tarif edemediğim o güzel duygunun peşine düştüm, alandaki dostlarımın sözlerinden cesaret aldım ve metinlerim olgunlaşınca hayal dünyama ortak aramaya çıktım. Şu an yazdıklarımı çocuk okurla paylaşabilmenin benzersiz mutluluğunu yaşıyorum.

Cenevre’de yaşıyorsunuz. Kitaplarınız Türkiye’de çok seviliyor. Avrupa’da çocuk olmak ve Türkiye’de çocuk olmak arasında büyük farklar var. Çocuklar için yazarken bu dengeyi nasıl kuruyorsunuz?

Aynı ülkede yaşayan çocukların bile özellikle imkân ve erişim bakımlarından aynı çocukluğu yaşayamadığını görüyoruz, biliyoruz. Ama mekânlarımız farklı olsa da hayatı deneyimlerken buluştuğumuz ortak meseleler ve duygular var. Yazdıklarım bu ortak meseleleri merkeze alan hikâye ve şiirler olunca denge kendiliğinden kuruluyor diyebilirim.

Ama şunu da eklemeliyim: Yaşadığım yer ve bu yerin kendine özgü kültürü, doğası, alışkanlıkları hikâyenin atmosferine bir biçimde sızıyor. Püf Çiçeğim’i Cenevre’ye taşındıktan iki ay sonra, püf çiçekleriyle dolu bir yeşilliğin ortasında püf çiçeği üflerken kurgulamış olmam bunun güzel bir örneğidir.

"Nefes, hem eğlence oldu hem kutlama; birlikte müzik –hatta gürültü– yapmak da oldu, sakince durmak da..."

Son kitabınız Püf Çiçeğim’de ana karakterin adı Nefes. Kitabın her satırında sanki doğru nefes alma ve mutluluk arasındaki ilişkiye gizliden vurgu yapıyorsunuz. Nefes terapisi alanında bir uzmanlığınız var mı?

“Nefes” sözcüğü hem tınısıyla hem de farklı anlamlarıyla çok derin bir sözcük: Ferahlıktan, rahatlıktan da dem vurabiliriz, sıkıntıdan da; heyecandan, telaştan, tükenmişlikten bahsedebiliriz, ya da hayatın, hatta ölümün ta kendisinden. Ama sözcüğün çağrışımları kişiden kişiye değişebilir. Ben de gözlemlerimden yola çıkarak çocukların gözünden “nefes” sözcüğünün çağrışımı üzerine odaklandım. Böyle bakınca “nefes” hem eğlence oldu hem kutlama, birlikte müzik hatta gürültü yapmak da oldu, sakince durmak da. İşte bu gibi çağrışımlar Püf Çiçeğim’deki Nefes karakterine hayat verdi diyebilirim. Hayatta kalmak için her an gerçekleşen nefes alıp verme eylemi, Nefes’in hayatta “kalma” şekline ilham oldu. Böyle bakınca nefes alma ve memnuniyet arasında bir ilişki olduğundan belki bahsedebiliriz. Bu alanda bir uzmanlığım yok. Beni bu öyküyü yazmaya iten, anlatmaya çalıştığım üzere, “nefes” sözcüğünün ve bu eylemin benim dünyamda karşılık bulduğu edebi çağrışım oldu.

Nefes arkadaşına daima “öfleme, üfle” diyor. Çocukların çoğunlukla öfleyip püflediklerini düşünürsek, bu çok yaratıcı bir kanal olmuş. Bunu bize biraz açar mısınız?

Bu kısmı belki biraz Rüzgâr’dan bahsederek açabiliriz. Rüzgâr hareketten hoşlanıyor ve arkasında rüzgâr bırakacağı şeyleri yapmayı seviyor: Koşuyor, scooter’a biniyor, bisiklet sürüyor, henüz bilmiyoruz amaokula başlayınca da merdivenleri kesin tırabzandan kayarak inecektir. Nefes’le arkadaşlıklarının başlamasıyla birlikte Rüzgâr nefes nefese kaldığı anlarda durup soluklanmayı hatırlıyor. Dinginliğin de bedenine iyi geldiğini deneyimleyerek fark ediyor. Rüzgâr’ın tadının kaçık olduğu günlerde Nefes en iyi bildiği şeyi Rüzgâr’a da öneriyor ve ona üflemesi için bir püf çiçeği uzatıyor. Bunu da “öfleme, üfle” diyerek yapıyor. Oyun oynamak, kutlama yapmak, gürültü yapmak için kullandıkları “nefes”i bu kez iç dengeyi kurmak, zor bir duygunun içinden geçmek için kullanıyorlar.

Püf Çiçeğim de dahil, diğer tüm kitaplarınızın sonunda mutlaka çocukları düşünmeye iten bir aktivite var. Yazarlığınızda bu tekniği benimsemenizin özel bir sebebi var mı?

Hikâyeleri kurgularken o hikâyenin çağırdığı kavramlarla ilgili yapılabilecek bir aktivite ya da sohbet konusu mutlaka aklıma geliyor. Bunların hem hikâyeyi bütünleyici kılacağını hem de çocuk okurla yetişkin arasında kitap üzerinden kurulan iletişime yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Bu yüzden yayınevine gönderdiğim dosyalara bu yöndeki fikirlerimi öneri olarak ekliyorum. Birlikte çalıştığımız editörler de aynı fikirde olunca aktiviteler kitapta yer buluyor.

"Günün her ânı o fikirle hemhal olmak, hikâyenin olgunlaşma sürecinin içinden geçmek çok güzel bir deneyim." 

Sizi en çok etkileyen çocuk edebiyatı yazarı kim ve en çok hangi eserini beğeniyorsunuz?

Ritimli ve esprili dilin öne çıktığı, çocuğu ciddiye alan ve çocuğun hayata dair merakında ona eşlik eden hikâyeleri büyük keyifle okuyorum. Bu yüzden Roald Dahl, Shel Silverstein, Anthony Browne, Leo Lionni, Wolf Erlbruch eserlerini çok seviyorum. Bunların en üstüne de Astrid Lindgren’i ve onun Pippi Uzunçorap adlı eserini eklemek isterim.

Size göre çocuklar için kitap yazmak mı yoksa bir çocuğa o kitabı anlatmak mı zordur?

Kitabı çocuğa anlatmaktan ziyade kitabı birlikte okumayı, hikâyenin etrafında gezinen temayı anlamlı kılacak sorular eşliğinde çocuk okurla sohbet etmeyi, hikâyenin onun dünyasına bıraktıklarına odaklanmayı tercih ettiğimi söyleyebilirim. Yazma konusundaysa şunu ekleyebilirim: Hikâye olmaya aday bir fikri dilde, anlatımda, kurguda özgün kılarak işlemek kolay değil ama günün her ânı o fikirle hemhal olmak, hikâyenin olgunlaşma sürecinin içinden geçmek çok güzel bir deneyim.

Bu zamana kadar okul öncesi için öyküler yazdınız. İlerleyen dönemlerde okul çağı ya da ilk gençlik dönemi için de yazmayı düşünüyor musunuz?

Farklı türler üzerinde çalışmayı çok seviyorum. Şimdiye dek resimli kitap, ilk okuma kitabı, çocuk şiir kitabı ve etkinlik kitabı türlerindeki eserlerle çocuk okurla buluşma fırsatı buldum. Halihazırda yine okul öncesi yaş grubuna seslenen bir resimli kitap ve okul çağı çocuklarına seslenen bir çocuk şiir kitabı ile bir ilk okuma kitabı üzerinde çalışıyorum.

Cenevre’den Türkiye’ye baktığınızda, ülkemizde yayınlanan çocuk kitaplarının çeşitliliğini ve Türkiye’deki çocuk okurların okuma alışkanlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanırım en büyük fark, kitap okuma alışkanlığının desteklenmesinde büyük yer tutan kütüphanelerin yaygınlığı ve bunların günlük yaşamın vazgeçilmez durağı olması... Bunun doğal sonucu olarak çocukların kitap seçme özgürlüğü akademik kaygılarla sekteye uğramıyor ve edebiyatla kurdukları bağ daha samimi, daha uzun ömürlü oluyor diye düşünüyorum.

Yine son kitabınız Püf Çiçeğim’e dönerek bitirmek istiyorum. Kitabınızı “gidenlere ve geride kalanlara” ithaf etmişsiniz. Kitabı bir geride kalanın gözünden okuyoruz. Sizce bir çocuk için hangisi daha zor? Giden olmak mı geride kalan olmak mı?

Taşınan çocuğa “yeni arkadaşlar edinirsin”, geride kalana da “başka bir sürü arkadaşın var” denir genellikle. İyi niyetli, teselliye yönelik bir çaba olduğu muhakkak ama dostluğun biricikliğine hak ettiği kıymeti teslim etmiyor diye düşünmüşümdür hep. Bu yüzden ben de bir giden olarak biliyorum ki, ikisini yarıştırmak beyhude; gidene başka zor, geride kalana başka.