Nezihe Muhiddin: Gökkuşağının altında

Kısa, dalgalı saçları, makyajsız yüzü, takım elbisesi, gömleği ve kravatıyla, profilden, düşünceli bir şekilde poz veren Nezihe Muhiddin aslında başka bir kadınlığı, başka bir erkekliği müjdelemektedir

11 Nisan 2019 10:00

1 Şubat 1936’da, Karikatür dergisinin beşinci sayısında “Portreler” başlığı altında Nezihe Muhiddin tanıtılır. Sedat Simavi tarafından çıkarılan bir mizah dergisidir Karikatür. “Portreler” başlıklı bu yazı dizisinde de ekseriyetle yazarların bazı özellikleri mübalağalı bir şekilde anlatılır, hicvedilir.

Nezihe Muhiddin’i anlatan bu “Fırça” imzalı “portre” yazısı şöyle başlar.

“Şair mahbubuna bakmış, bakmış da ‘Kız mısın, oğlan mısın kâfir?’ demiş. Ben de şu resme, şu şimdi sizin gördüğünüz resme baktım, baktım da ‘Er misin, hatun musun kâfir?’ dedim. Dilim kaydı, deyiverdim bunu... Nasıl demeyim ki… Nezihe Muhiddin Bayan’ın resmini değil, kendini de görenler, bir bakışta cinsiyetini kestiremezler. Duruşu erkek, konuşuşu erkek, yürüyüşü erkektir. Kadınlığı çenesinin kuvvetinde, hemcinslerini çekiştirmekte duyduğu zevktedir.[1]

Sizin de gördüğünüz gibi söz konusu fotoğrafta kısa, dalgalı saçları, makyajsız yüzü, takım elbisesi, gömleği ve kravatıyla, profilden, düşünceli bir şekilde poz vermektedir Nezihe Muhiddin. Tam da o yıllarda basında kendisine yer bulan, önceleri “Erkek Kıyafetli Genç Kız”[2]daha sonra “Bayan-Bay”[3]olarak adlandırılan trans erkek Kenan gibi.

Nezihe Muhiddin de Kenan gibi kendisini erkek olarak tanımlamakta mıdır peki? Yani transseksüel midir?

16 Nisan 1934 tarihli Akşamgazetesinde, Hikmet Feridun Es imzalı röportajında şu açıklamayı yapar Muhiddin.

“Biliyor musunuz... Küçükken en imrendiğim şey erkeklikti. Erkek olmak için bayılırdım. Küçükken alaimisema[4]altından geçmek için ne kadar yoruldum bilmezsiniz. Fakat geçmek kabil olamadı… Bazen kendi kendime düşünür, alaimisema altından geçtiğimi farz eder, tahayyülata dalardım. Ne hayaller kurardım, ne hayaller...”

Gökkuşağının altından geçmek… Bu motif dünyanın çeşitli yerlerinde, halk masallarında geçmektedir. Cinsiyet değiştirme amacıyla geçilir gökkuşağının altından tüm bu masallarda. Ömer Seyfettin’in 1917’de Yeni Mecmua’da yayımlanan “Eleğimsağma”[5]öyküsü yahut 1975 tarihli, Nejat Saydam’ın yönettiği, Müjde Ar’ın başrolünde oynadığı Köçek filmi gökkuşağının altından geçme motifinin kullanıldığı eserlerdir. Özellikle “Eleğimsağma” öyküsünde, anlatıcının, yani dolaylı olarak yazarın transfobik bir şekilde “Ayşe” diye adlandırmaya devam ettiği ana karakter Nezihe Muhiddin gibi gökkuşağının altından geçmek istemektedir.

Önemli olan Nezihe Muhiddin’in cinsiyet kimliği açısından kendisini nasıl tanımladığı değil aslında. Zaten Karikatür dergisinde çıkan, toplumsal cinsiyet rollerine uymadığı, yani “kadın gibi kadın” olmadığı için Nezihe Muhiddin’le dalga geçen bir yazıdan ve Akşam’a verdiği röportajda çocukluğuna dair bir anısını anlatışından yola çıkarak Nezihe Muhiddin’in cinsiyet kimliğine dair kesin bir şey de söyleyemeyiz. “Kesin bir şey” de ne ayrıca? Cinsellik ve cinsiyet, bedenler ve arzular kolay tanımlanabilir, kolay anlamlandırılabilir olmaktan çıktı nicedir. Dahası tanımlar, anlamlar; ezcümle tüm sınırlar aşılmak, hatta deşilmek için.

Karikatür’de yayımlanan Nezihe Muhiddin portresinin söylediği şey şu: Tıpkı Akbaba dergisinde, -yine bir mizah dergisi- hem de aynı sene, 10 Ekim 1936 tarihinde, Yusuf Ziya Ortaç’ın Nahid Sırrı’dan bahsederken “Kırıtarak gelirken uzaktan Nahid Sırrı, sanırım pantolonlu ceketli bir kız gelir,” diyerek onu hicvetmesi gibi Nezihe Muhiddin de “kadın gibi kadın” olmadığı için mizah malzemesi hâline getirilmiştir.[6]

Yani toplumsal kabullerin, kalıplaşmış cinsiyet rollerinin dışında kalanlara saldırmaktadır sistem. Bunu bazen yok sayarak, dışlayarak, döverek, öldürerek, bazen de bu örneklerdeki gibi alay ederek yapmaktadır.

Ve yine fotoğrafa dönecek olursak, yani her şeyin kaynağı olan fotoğrafa… Gelin o fotoğrafı yeniden anlamlandıralım. Neden olmasın?

Kısa, dalgalı saçları, makyajsız yüzü, takım elbisesi, gömleği ve kravatıyla, profilden, düşünceli bir şekilde poz veren Nezihe Muhiddin aslında başka bir kadınlığı, başka bir erkekliği müjdelemektedir. Yaprak Zihnioğlu’nun Kadınsız İnkılapadlı kitabının hemen başında dediği gibi “...kısa sürede Dersaadet’in kültür ortamında tanınan, kadınların hayranlığını kazanan, varoluş mücadelesiyle kadınlar için bir rol modeli olan Muhiddin” her zamanki gibi, tüm devrimciliğiyle karşımızdadır o fotoğrafta.

Bir kez daha bakalım o fotoğrafa. Bir kez daha... Nezihe Muhiddin’in cesaretine, özgüvenine ve güzelliğine şapka çıkartarak, tebessüm ederek. 

Ne mutlu tüm baskılara ve şiddete rağmen[7]Nahid Sırrı gibi gücünün yettiğince, elinden geldiğince kendisini var edebilen Nezihe Muhiddin’e. İsmi yad, ruhu şad olsun derken, onun pek de bilinmeyen bir yönünü, muhabirliğini ortaya koyan bir röportajıyla sizleri baş başa bırakıyorum.

Mısırlı genç muharrir ve seyyah Bayan Huneyna Huri ile konuştuk[8] 

Karikatür mecmuası için istenen Kadınlar Kulübü ismindeki komediyi harıl harıl bitirmekle meşgulken misafir geldi dediler.[9]Zihnim tamamıyla mahut komedide, karşılamaya çıktım. Bir de ne göreyim? Bizim sabık kadın birliğinin esbak azalarından bir arkadaş değil mi? “Acaba Karikatür’deki ilanı gördü de çatmaya mı geldi?” diye kuşkulanırken eksik olmasın boynuma atıldı.

“Sizi çok göreceğim gelmişti. Fakat ben Bayan (...) tarafından sizi öğle yemeğine davete geldim. Bugün oraya Mısırlı şair, muharrir, seyyah ve bilhassa Feminist Bayan Huneyna Huri gelecek. Eski bir feminist sıfatıyla beraber bulunmanızı çok arzu ediyoruz,” dedi.

Tuhaf tesadüf! Çok hürmet ettiğim Bayan (...) eğer bugünkü yazdığım oyunu bilse benim gibi mürtet bir feministi bu sadık ecnebi feministe tanıttırmak istemeyecekti. İçimden gülümsüyor ve genç seyyah bayanla bir mülakat tasarlıyordum.

Bizim eski arkadaş cevabı uzattığımı görünce “Kabul etmezseniz mahzun oluruz vallahi,” diyerek sözüne devam etti. “Mutlaka bekliyoruz. Bayan Huneyna Huri’ye de söyledik, çok memnun oldu.”

Arkadaş gittikten sonra kendi kendime On üç sene evvel kurduğu bir kadın cemiyetini bugün kendi de içinde olarak karikatürize eden büyük feminist! Yürü bakalım,dedim.

*

İstanbul’un bu çok kibar ve nazik bayanının zarif salonundayız. Tahsilini İngilizce yapmış, bizimle Fransızca konuşan fakat iri kara gözlerinde, cana yakın sesinde, sokulgan tavırlarında şarkın sıcaklığı kaynaşan genç ve zeki Bayan Huneyna Huri gezdiği yüzlerce şark ve garp memleketlerinin bizzat çektiği fotoğraflardan toplanmış bir albümü yaprak yaprak açarak bize şakrak sesiyle izahat veriyor. Neler anlatmıyor? Hindistan’ın efsaneye benzeyen mihrace saraylarından sakal ve saçları topuklarına kadar inmiş, tırnakları on santim uzamış esrarengiz Hint fakirlerine, Habeşistan çöllerinden şarki Amerika’da ve ölülerini yerken suratlarını unla pudralayıp tuvalet yapan ‘Tanganika’ yamyamlarına kadar, feerik, esrarlı, korkunç, gülünç ve vahşi bir sürü hikâye... O kadar canlı o kadar cazip bir anlayışı var ki insanı o uzak diyarlara adeta çekip sürüklüyor. Fotoğrafların arasında hikâyeleri anlatanı da görüyorsunuz. Kâh bakıyorsunuz Bayan Huneyna Kapurthala Mihracesi’nin filinin üstünde.

Bayan Huneyna kâğıtlarının arasından ilk yazdığı Arapça şiiri bularak “Size ilk seyahatime vesile olan bu ilk şiirimi okuyayım,” dedi. “Elbet biraz Arapça anlarsınız.”

Derhal okumaya başladı. Pürüzsüz, yuvarlak ve yumuşak ahenkli kafiyeler. Biraz da yağlı gibi.

Vakıa bir zamanlar El-Mühezzep, emsile, bina okumuşsak da bundan bir kelime anladımsa Arap olayım. Ama karşımdaki beyaz tenli zeki Arap kızı gibi değil, kuzgunî Arap. Çölde maval dinleyen bir deve yavrusu gibi omuzumu hörgüçlendirerek dinledim.

Mısırlı seyyah sevimli sevimli gülerek “Ya işte bu şiir bir kraliçeden davetle karşılandı,” dedi.

“Tebrik ederim.”

Sonra suallerime devam ettim.

Bir resim görüyorsunuz… Yine Bayan Huneyna, bu sefer Hindistan’da ‘pars’ denilen ateşperestlerin kıyafetinde. Biraz daha sonra Bahreyn Emiresinin hediye ettiği baştan başa sırma işlemeli kıymettar bir maşlaha sarılmış. Yüzlerce kıyafette yüzlerce resim ve hepsinin yüzlerce menkıbesi. Fakat ben bunlarla iktifa edemiyorum. Kafamda birçok hususî sualler kıvranıp kıvrılıyor. Nihayet bir fırsat bulup kendisine söylüyorum. Büyük bir samimiyet ve tatlı bir teklifsizlikle kabul ediyor.

“Hay hay,” diyor. “Akşamüstü otelde hem çay içer, hem görüşürüz. Biz iki candan meslektaşız.”

Ne demezsin?!

Hararetle birbirimizin elini sıkarak ayrılıyoruz.

*

Akşamüstü saat beşle altı arasında otelin salonunda Bayan Huneyna Huri daha kuvvetlenmiş bir samimiyetle beni kabul ediyor. Konuşmaya başlıyoruz. Bana suallerinden evvel yine izahat veriyor, hem bu sefer vesaiki ile teyit ederek. Çantasında neler yok: İranlı hemşirelerimizi dünkü at kılı peçeleri, Hint kadınlarının hamailleri, Afrikalı yamyam kız kardeşlerimizin kulaklarındaki küpe deliklerini büyülte büyülte içlerine nihayet iri bir elma hacminde süslü kutular sığdıracak kadar genişleten çiçekli ve renk renk boyalı tıpaları... Daha neler de neler...

“Çok hararetli bir feministsiniz Bayan Huneyna,” diye kendisini alkışlıyorum.

Candan gülerek cevap veriyor.

“Ah evet… Bütün gayem mükemmel bir şark kadını görmektir; kötü ananeleri çiğnemiş, köhne itikatları ezmiş, garbın iyi ve faydalı meziyetlerini şarkın sevimli hususiyetlerine meze etmiş mükemmel bir şark kadını. Mısır’da kız mekteplerinde ve kadın mahfilinde yaptığım müteaddit hasbıhallerde hep bu gaye etrafında söylevler tertip ederim. Sizde kadınlık için çalıştınız değil mi?”

Sıkılarak “Evet, elimden geldiği kadar.”

Daha coşarak bir küçük kız kardeş sevgisiyle beni öpüyor.

Ah yarabbi mahcup oluyorum.

Antrparantez size şurasını haber vereyim: İki feminist arasındaki uçsuz ve bucaksız samimiyet; iki Cizvit papazının, iki farmasonun arasındaki samimiyetten çok daha aşkın ve taşkındır. O başka bir havadır vesselam!

Gelelim bizim mülâkata: Bir bir suallerime başlıyorum.

“Nerede tahsil ettiniz?”

“İskenderiye’de, Amerikan mekteplerinde. Küçükten beri bütün emelim uzun ve bitmez tükenmez seyahatler yapmaktı. Tecessüsü gıcıklayan meçhul şark diyarlarını tahayyül ederdim. Bakınız size ilk seyahatimi anlatayım. 1928’de Afgan Kraliçesi Suriye Avrupa seyahatine çıktığı zaman Mısır’a uğramıştı. Ben o zaman yirmi yaşındaydım. Güzel kraliçeye manzum bir methiye yazdım. Kraliçe beni görmek istedi. Kendisiyle görüştüm. Afgan’ın kadınlarına kız mekteplerine ait sualler sordum. Kraliçe bana izahat verdikten sonra ‘Afganistan’ı merak ediyorsanız bizzat gelip görünüz,’ diye beni davet etti. İşte bu davet seyahat emelimi tahakkuk ettiren bir başlangıç oldu. Bir iki ay sonra Afganistan’a gittim. Kraliçe beni misafir olarak kabul etti. Annesinin açtığı ve riyaset ettiği bir kız mektebini gezdirdi. O zaman altı kız talebe ile başlayan ‘Mesturat’ ismindeki mektep birkaç sene sonra ahalinin hoşnutsuzluğuna rağmen bin kız talebeye malik oldu. Ondan sonra biliyorsunuz ya? Afganistan’da bütün yenilikler yıkıldı! Tabiî bu güzel mektep de beraber. Afganistan’dan sonra Hindistan, Bahreyn, El’Irak… Şark ellerinden Suriye ve asıl menşeim olan Cebel’i-Lübnan’ı dolaştım. İki sene sonra Habeşistan, Lahç, İtalyan Somalisi, Eritre, Zengibar ve Tanganika’ya, İran’a ve tekrar Hindistan’a gittim. Üçüncü seyahatimde Paris, Londra, Almanya, Romanya ve Köstence tarikiyle güzel Türkiye’ye geldim.”

“Maksadınız yalnız gezmek ve görmek mi? Yoksa ciddî bir etüt mü?”

“Size söyledim ya… Ben feministim. Gezdiğim muhtelif Şark memleketlerinde konferanslar verdim. Biri Bağdat’ta, ikincisi Tahran’da, üçüncüsü Leydi Abdülkadir’in riyasetinde Kalküta’da. Hep Şark ve Garp kadını mevzulu tetkik konferansları. Son konferansta meşhur Tagor’la yine çok tanınmış Hindistanlı kadın şair Taurajina ile beraber çalıştık.”

“Gördüğünüz ve gezdiğiniz milletlerin kadınlarından hangi kadını beğendiniz?”

“Güzellik itibarıyla şimdi büsbütün Avrupaî kılığı kabul eden İran kadınlarıyla Hindistan’ın Keşmir’inde dünyanın en güzel en mütenasip kadınlarını gördüm. Müslüman kadınları arasında da Türk, Mısır, Hindu kadınları içinde en münevverlerine rastladım. Hint kadınlarında çok âlim ve mütefekkirler vardır. Fakat bunların içinde en olgunu ve medenisi Türk kadınıdır. Büyük Şefiniz yüzünüzdeki peçelerle beraber başınızın içindeki cehalet perdesini de tamamıyla kaldırmış. Müslüman ve Hıristiyan bütün erkeklerinin hâlâ fes giymelerine rağmen Mısır kadınları tamamen şapka giyerler ve her yere girebilirler. Tahran da böyle. Fakat oralarda Türk Cumhuriyet Hükümeti gibi kızların tahsilde müsavatını temin eden mükemmel bir kültür organizasyonu yoktur. Kızlar tahsillerini kendi dilekleri ve kendi gayretleriyle olgunlaştırırlar. Hukuk cihetinde de çok geriyiz. Kanun şeklinde teazzuv etmiş henüz hiçbir siyasî ve içtimaî hakkımız kabul edilmemiştir. İzdivaç yaşı ve miras meseleleri tespit edilmişseler de kanun şeklinde katileşmiş değildirler.”

“Seyahatlerinizde uğradığınız korkunç vakalar oldu mu?”

“Oldu. Tanganika’da vahşi yamyamlar diyarında bir gece yarısı çölde motorla giderken iki müthiş aslanın hücumuna uğradık. Makinenin projektörlerini yaktığımız halde yırtıcılar ürkmediler. Üzerimize atıldılar. Allah’tan gerek biraderim gerek ben ve refakatimizdekiler mükemmelen silahlı idik, silahları birbiri ardınca patlattık, nihayet hayvanlar kaçtılar. Bir gün de otomobilimiz tuzla kaplı bir göle daldı. Bizi yerli ahali zorla kurtardı.”

“Ya tehlikeler atlattınız mı?”

“Irak çöllerinde otomobil üstümüze tepe taklak yuvarlandı, tam üç saat kumlara gömülü kaldım, ondan sonra da tam üç ay hastanede yattım. Bir defa da Himalaya’ya çıkarken tren yaydan çıktı, çok korktum. Hele bir tayyare kazası geçirdik. Vakıa kanımız dışarı akmadı ama damarlarımız da kurudu kaldı. O kadar heyecan duyduk! Pilot bizi bağlamamıştı. Birdenbire tayyare havada taklak atınca yuvarlandık. Bereket versin boşluğa değil de tayyarenin içine.”

Bayan Huneyna’nın tebessümünü kaybetmeyen dudakları yine gülümsüyordu.

“Sporu sever misiniz Bayan Huneyna?”

“Tenisi severim. Fakat bence ev hizmetleri mükemmel birer spordur. Ben evimde oldukça yemek pişiririm. Dikişimi dikerim. Yalnız kalem tutmak bir kadın için yetişmez.”

“Şimdiden sonra ne yapmak niyetindesiniz?”

“Buradan, görmesini çok istediğim Ankara’ya gideceğim. Sonra Mısır’a döneceğim ve seyahat notlarımın çoğu tabedilmiştir. Bunun son sayfalarını yeni Türkiye’nin ileri hareketlerine ve Türk kadınının büyük ve emsalsiz muvaffakiyetine sakladım. Kitabımın sonunu dünya yüzündeki en şerefli bir inkılaba sahne olan güzel ve genç Cumhuriyet Türkiye’siyle süsleyeceğim. Ben Türkiye’yi eski ve romantik haliyle görmedim, mukayese yapmıyorum. Bugünkü gördüğüm Türkiye mükemmel bir Avrupa’dır. Mesut bir tesadüfle Cumhuriyet Bayramı’nda İstanbul’a vasıl oldum. Atatürk askeri, Atatürk mekteplisi, Atatürk kadını, Atatürk ülkesi beni hayran etti. Birkaç gün sonra Ankara’ya gideceğim. Büyük ve örneği olmayan kurtarıcı ve yaratıcı Atatürk’ü görüp selamlamaya muvaffak olursam seyahatim uğurlu ve mesut bir talihle nihayete erecektir.”

 


[1]Yazının cinsiyetçiliğini ortaya koyuyor bu saptama. Kadın olmak eşittir çene kuvveti ve hemcinslerini çekiştirmek demeye getiriyor yazar.

[2]Hafta, 2 Temmuz 1935

[3]Yedigün, 17 Kasım 1937

[4]Alaimisema, yani gökyüzünün alametleri gökkuşağının eş anlamlısıdır.

[5]Eleğimsağma da alaimisemanın halk ağzında deforme olmuş hali.

[6]Nahid Sırrı’ya göre görece korunaklı bir alandadır tabii Muhiddin. On seneyi aşkın bir süredir Memduh Tepedelengil’le evlidir ve bir oğlu vardır. 

[7]Sadece toplumsal cinsiyet temelli olanlardan bahsetmiyorum. Politik alanda da türlü baskılar görmüş, şiddete maruz kalmıştır Nezihe Muhiddin. Yaprak Zihnioğlu, özenli çalışmasında tüm bunları ortaya koymaktadır.

[8]Açık Söz, 2-3 Kasım 1936

[9]Evet, Nahid Sırrı’nın daha sonra Akbaba’da yazdığı gibi Nezihe Muhiddin de kendisiyle alay edenKarikatür’de yazmış. Hem de bugün elimizde kalan en önemli oyunu, Kadınlar Birliği’ni hicvettiği Kadınlar Kulübüadlı komedisi bu dergide tefrika edilmiş.