Murathan Mungan öykülerinde bir homososyalleşme mekânı olarak hamamlar: "ÇC" örneği

"Hamam yazılı olmayan ama her müşterinin ezbere bildiği ve uymaya yeminli olduğu birtakım kuralları olan bir yerdir. Oraya giren herkes kıyafetleriyle birlikte toplumsal statülerini de çıkarmakta ve göbektaşının bulunduğu ana mekâna hem maddi hem manevi çıplak olarak girilmektedir."

17 Haziran 2021 14:48

Emir ve Fırat’a

Tek cinsel yönelimin heteroseksüellik olduğunu kabul eden ve bu yönelim dışında hiçbir cinsel yönelimi kabul etmeyen toplumlarda erkek eşcinselliğinin erotik mekânı hiç şüphesiz hamamlar olmuştur. Özellikle Osmanlı döneminde hamamlar en etkili homoerotik mekânlardandır. Dinî ve siyasi olarak kesinkes yasaklanan ve toplum tarafından tabu haline getirilen eşcinsellik kapalı kapılar ardında yaşanmıştır. Hamamlar erkeklerin özgürce hareket edebildikleri ve çıplaklıklarını yaşayabildikleri nadir yerlerden biri olmuştur. Divan şiirinde “hamamnâme” ve “hamamiyye” adı verilen bir şiir türünün bulunması, ayrıca bu şiirlerde tensel zevkin ön planda tutulması hamamların erotik mekânlar olduğunun bir örneğidir.

Hamamlar sadece yıkanmak, temizlenmek için gidilen bir mekân olmamış, bu perde işlevin altında bir tatmin merkezi olarak faaliyet göstermiştir. O dönemin tabiriyle oğlan düşkünü adamlar bu hamamlara gelerek öncelikle göz ziyafeti çekmekte, imkânını bulduğu zaman da tensel bir tatmin yaşamaktadır. Osmanlı döneminden kalma hamamnâme, şehrengiz, kaplıcanâme ve hamamiyye gibi eserlerde bu hamamların nasıl homoerotik bir mekâna dönüştüğü açık bir şekilde anlatılmıştır. Bu konudaki en önemli eser olarak Derviş İsmail’in Dellâknâme-i Dilkûşâ adlı risalesi gösterilmektedir. Bu eserin bir kopyası Murat Bardakçı’nın koleksiyonunda yer alır ve Bardakçı bu esere dair bilgileri Osmanlı’da Seks adlı kitabında açıklar. Risalede hamamlarda çalışan tellakları, bu tellakların aslında seks işçisi olduğunu, bu zevkli alışverişin nasıl ve ne kadara mal olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca risalede hamamlarda çalışan bu oğlanların buralara nasıl düştüğü, güzelliklerine göre fiyatının arttığı, hamamlarda çok rağbet gördüğü gibi, o puslu dünyanın kapılarını aralayan bilgiler verilmektedir.[1]

Hamamnâmelerden günümüze hamamlar geçen yıllara rağmen edebiyatımızda homoerotik mekânlar olarak var olagelmiş ve günümüz edebiyatında da yer almıştır. Murathan Mungan’ın “ÇC”[2] adlı öyküsü bu kullanıma açık bir örnektir. “ÇC” öyküsü bir hamamın müşterilerini ele alır. Toplum tarafından kabul görmeyen eşcinseller rahat bir şekilde yaşayamamakta ve çoğu eşcinsel gerçek kimliğini ve yönelimini gizleyerek yaşamaktadır. Öyküde toplumsal statüleri ne olursa olsun hamama girdikleri vakit insanları eşitleyen ve böylelikle özgürleştiren ortam anlatılmaktadır.

“(Aile babaları, banka müdürleri, saygın emekliler, memurlar, ünlü doktorlar, diş tabipleri, hukukçular, kır saçlı ya da kel, göbekli, kalantor kişiler burada, ya sanayi sitelerinden gelen genç çırakların, ya da Tophane kabadayılarının altında debelenerek, eşitsiz bir dünyanın dengesini kıçlarıyla kurmaya çalışıyorlar. Saygınlıklarını yukarıdaki soyunma odalarında giysileriyle birlikte bırakmışlardır. Bu yüzden de rahatlıkla kıllı, tombul kıçlarına, altın yüzüklü, iri boğumlu parmaklarını dolayıp kaşına kaşına erkek arayabilirler. Ya da Yem iskelesinden gelen genç bir hamalın kıllı, esmer kamışına pörsümüş dudaklarını susuzlukla uzatarak gençliklerini tazeledikleri inancını yaşayabilirler.

Akşam eve dönerken koltuklarının altına gündelik gazetelerini ve gündelik hayatlarını sıkıştırıp, gülümseyen bir yüzle kapıyı çalabilir ve içeriden gelen ‘Kim o?’ sesine karşılık rahatlıkla ‘Benim’ diyebilirler.

Hiçbir şey olmamıştır.

Hayat sürmektedir.)”[3]

“ÇC” öyküsünde hamam bir dekor mekân olma durumundan çok, müşterilerin ruh dünyasına dair derin ipuçları veren bir fonksiyonda kullanılmıştır. Dört bölümden oluşan öykünün ilk bölümünde emektar bir seslendirme sanatçısının serzenişlerine yer verilir. Suat ünlü olmak isteyen, fakat sadece sesiyle tanınan bir seslendirme sanatçısıdır. Yaşı da geçtiği için derin bir mutsuzluk içindedir. Hamam onun ruh dünyasında çok ayrı bir yere sahiptir. Küçüklükten beri yaşadığı baskılardan ve çekmiş olduğu acılardan dolayı bir dışarı-içeriği diyalektiği kurgular. Dışarısı onun için hamam dışındaki her yerdir ve aşırı derecede homofobik, tehlikeli ve adaletsizdir. Onun kendini özgür hissettiği tek mekân içerisi, yani hamamdır. Suat’ın dışarısı ile ilgili söyledikleri şu sözler hamama yüklediği anlam dünyasını gösterir niteliktedir:

“Buzlu camlar bunlar. Hamamın kubbesine dağılmış binlerce buzul göz, acımasız buzullar, hamamı örten aysberg, aysbergin altında soluk alan buğulu hamam. Acımasız buzullar, çağrışım yüklü bulutlar gibi bu cehennemin gökyüzünde. Dışarısı. Dışarısı. Ne kadar korkunç, ne kadar yaralayıcı bir sözcük bu! (Beni en çok hırçınlaştıran şey, dışarıda bırakılmamdı. Bir günün, bir olayın, bir toplantının, bir birlikteliğin dışında bırakılmam. Bütün insanların bana yabancı olması, bana yabancılığımın duyumsatılması. Birçok kez bu yüzden cinnet dolaylarında kırgınlıklar yaşamadım mı, kimsenin anlamadığı…)[4]

Öyküde bahsedilen hamam homo-sosyalleşme için en uygun mekânlardan biridir. Bunun öncelikli sebeplerinden biri güvenilir olmasıdır. Ayrıca hamamın homofobik gözlerden uzak ve çıplaklığın doğal karşılandığı bir mekân olması da bu mekânı eşcinseller arasında bir cazibe merkezi haline getirmiştir. Hamam yazılı olmayan ama her müşterinin ezbere bildiği ve uymaya yeminli olduğu birtakım kuralları olan bir yerdir. Oraya giren herkes kıyafetleriyle birlikte toplumsal statülerini de çıkarmakta ve göbektaşının bulunduğu ana mekâna hem maddi hem manevi çıplak olarak girilmektedir. Bu bağlamda Suat hamamı bir tapınağa, hamamın ortasında yer alan göbektaşını da bir sunak taşına benzetmektedir:

“Evet, bu dört köşe göbektaşı, bu yuvarlak kubbe benim için kutsal bir tapınak (nereden çıktığını hiç anlamadığım bu akasya kokuları). Bu göbektaşı ise bir sunak benim için, bir adak yeri.”[5]

 

Tüm çıplaklığıyla gelenler aslında o göbektaşında önyargılarını, toplumun dayattığı cinsiyetleri ve cinsiyet rollerini, statülerini, ün ve makamlarını adamaktadırlar. Böylece hamam onları kabul etmekte ve eşcinseller de bu kabulle birlikte özgürce yaşadıkları birkaç saatin tadını çıkarabilmektedirler.

Hamamda gerçekleşen durum duygusaldan ziyade cinsel tatmindir. Bu durum öyküde açıkça ifade edilmektedir, ancak hamama sadece cinsel birliktelik için gelenlerin yanında, hamamda olduğu sürece özgürlüğünün tadını çıkartmak, rahatlamak, yaşadığının farkına varmak ve eleştiren gözlerden bir an olsun kaçınmak için gelenler de bulunmaktadır. Suat için hamam bir nevi terapi merkezidir. Hiçbir şey yapmasa dahi hamamda bulunması ona iyi gelmektedir.

“Ama şu da bir gerçek ki, hiçbir psikiyatr koltuğunda ya da kanepesinde burada olduğum denli rahat, huzurlu değilim. Bu denli gizli kapılarımı zorlayamıyorum.”[6]

Öyküde Suat’ın gel-gitler yaşayan ruh dünyasının mekâna yansıdığı açık bir şekilde belirgindir. Suat yaşlanmaya başlamıştır ve bir eşcinselin en büyük korkusu yaşlanmak ve yaşlandıkça yalnızlaşmaktadır. Suat da yaşlandıkça “ortaya çıkan sürekli güvensizlik, yaşın saklanması, yüzdeki kırışıkları örtme çabası, saçların boyanması vb., öte yandan eşcinsel çevrede yaşlılara yer olmadığı gerçeğinin tüm acımasızlığıyla belirmesi”nin[7] farkındadır. Kendi bedeniyle barışık yaşayamaz ve ruh dünyası bir çökkünlük evresine girmiştir. Onun için en güvenli yer olan hamam artık bir güvensizlik mekânı olmuştur, çünkü artık bedeni diğer bedenlerce arzulanmamaktadır. Bu da mutlak sona yani ötekinin de ötekisi olma durumuna itmektedir. Kendini kendi olarak hissettiği, tüm önyargılardan ve homofobik bakışlardan kurtulduğu, adeta yaşadığını hissettiği hamama “memleketim” diyebilen Suat için artık o hamam hapishaneden farksız bir hale gelmiştir. Yıllarca aidiyet hissettiği mekân Suat için bir yalnızlık mekânına dönüşmüştür.

“En büyük özgürlükleri yaşadığım, ya da yaşadığımı sandığım bu hamam (memleketim) bir hapishaneymiş meğer, öyle mi? Bir hücre bu göbektaşı?[8]

Öykünün ikinci bölümü Eşber üzerinden devam eder. Bu bölümde hamamın tam bir homo-sosyalleşme mekânı olduğu anlatılır. Haftanın altı günü “aşk yapmak” serbesttir, ancak pazar günleri her şey tam bir karnaval havasında yaşanır, çünkü diğer günler beşe kadar kadınlara, beşten sonra erkeklere açılan hamam pazar günleri tüm erkeklere hizmet etmektedir.

“Pazarları bütün gün erkekler içindir. Bu yüzden en şenlikli günüdür pazar. Çırak çocuklar, lümpenler, bitirimler, kostaklar gelir; taksi şoförleri, erkek kuaförleri, küçük esnaf, uzak fabrikalardan işçiler. Daha niceleri. Hamam ucuzdur, Madam para delisi, seks bedava. Daha ne?”[9]

O gün hamam eğlenceleri düzenlenir ve hamam sefası yapılır. Ötekileştirilen bu bireyler kendilerine bir öteki mekân yaratmış ve yarattıkları bu mekândaki eğlenceleri sabırsızlıkla bekler olmuştur. Kendi aralarında bu hamam sefalarının gizli kodları vardır.

“Göbektaşında pazar sefaları yapılırdı.

Bu sefaların şamatası bir hafta öncesinden başlar. Başkalarının yanında yapılan telefon konuşmalarında –kimse anlamasın diye– örtük bir dille, ‘Pazara Sisi’deyiz, değil mi?’ denir. Sisi, ÇC’dir.

Pazarları gelenler ‘aşk yapmak’tan çok sohbet etmeyi yeğlerlerdi. Bu sohbetlere, muhabbetlere eşcinsel argoda ‘güllüm’ denirdi. Pazarları büyük gösteri, büyük eğlenceydi. Panayırdı, bayramdı. Kahkahalarla çınlardı hamamın kubbesi. (Bir arada hayata kahkahalarla karşı koyan mutsuz azınlık kendini onaylıyordu.) Eşcinsel dünyanın yeraltında yapılmış pazar düğünleriydi bunlar.”[10]

Öykünün üçüncü bölümünde hamamın sadece özgürleşmek, sosyalleşmek ve eğlenmekten öte, farklı bir fonksiyonu anlatılır. Aslında hamam tam bir homo-sosyalleşme mekânıdır, ancak bunun daha derinlerinde bir kaçış mekânı, yani heterotopya özelliği gösterir.[11] Heteronormatif düzen içinde yabancılaşan ve toplum içinde ötekileştirilen bu bireyler kendilerini özgür hissedecekleri bir mekân arayışına girmişlerdir. Kabul görmeyen bir yönelime sahip oldukları için yaşadıkları topluma karşı aidiyet hissetmeyenler bir yalıtılmış mekân seçerek bu mekânda kendilerini bulma arayışına girmişlerdir.

“‘Işıksız bir kilise gibi burası’ diyor. ‘Ben burada herkesi vaftiz ediyorum. Herkes yaşayabilir… Herkes… Bu kalemi de koruyacağım. Bu benim son kalem. Bu kaleyi de yitirmek istemiyorum.’”[12]

Benimsedikleri hamam onların son kalesidir. Bu kaleyi de kaybettikleri vakit belki de her şeylerini kaybedeceklerdir.

 

NOTLAR: 


[1] Murat Bardakçı, Osmanlı’da Seks, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2009, s. 96-115.

[2] Murathan Mungan, Son İstanbul, Metis Yayınları, İstanbul, 1999.

[3] Mungan, Son İstanbul, s. 117.

[4] Mungan, Son İstanbul, s. 111.

[5] Mungan, Son İstanbul, s. 114.

[6] Mungan, Son İstanbul, s. 116.

[7] Pınar Çekirge, Yalnızlık Adasının Erkekleri, Arma Yayınları, İstanbul, 1999, s. 203.

[8] Mungan, Son İstanbul, s. 111, 112.

[9] Mungan, Son İstanbul, s. 158.

[10] Mungan, Son İstanbul, s. 140, 141.

[11] Stavros Stavrides, Kentsel Heterotopya Özgürleşme Mekânı Olarak Eşikler Kentine Doğru, çev. Ali Karatay, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2016, s. 146-148.

[12] Mungan, Son İstanbul, s. 174.