Kültür

Yaşayan en önemli Marksist edebiyat kuramcılarından Terry Eagleton'ın, sömürgecilikten günümüze, bütünlüklü bir tanım yapmanın neredeyse imkânsız olduğu "kültür"ün serüvenini ele aldığı kitabından tadımlık bir bölüm yayınlıyoruz

22 Ağustos 2019 10:38

Postmodern Önyargılar

Kimi postmodern düşünürler için kültür çeşitliliğinin artması hem bir olgu hem de bir değerdir. Bu bakış açısına göre eşcinsel kültüründen podyum kültürüne, karaoke kültüründen Sih kültürüne, burlesk kültürden Cehennem Melekleri kültürüne dek farklı çeşitlerde yaşam biçimlerinin varlığı başlı başına sevinilecek bir şeydir. Ne var ki bu, şüphesiz hatalı bir görüştür. Hatta günümüzde bu konuyla ilgili karşılaşılan ikiyüzlülüğün tipik bir örneğidir. Her şeyden önce çeşitlilik, hiyerarşiyle gayet uyumludur. Cehennem Melekleri kültürünün sorgulanmadan alkışlanacak bir şey olup olmadığı ise bu kadar kesin değildir. Zaten çeşitlilik de kendi içinde bir değer taşımaz. Bir şeyden bir tane yerine elli tane olmasını arzulamamız gerektiği tartışmasız bir gerçek değildir. Hele neo-faşist partiler söz konusu olduğunda hiçbir geçerliliği yoktur. Kimse altı bin farklı kahvaltı gevreği markasına ihtiyaç duymaz. Sadece bir tane tekel komisyonu bulunması mantıksız görünebilir ama birden fazlası ortalığı karıştırır. Dört yüz farklı mahlas kullanmak pek de iyi bir fikir değildir. En fazla bir tane biyolojik anneniz ve bir çift kulağınız olabilir. Ancak böyle olması bir kusur değildir, hele trajedi hiç değildir. Eş çeşitliliği bakımından zengin bir hayat yaşıyorsanız ara sıra tuhaf sorunlarla karşılaşmanız olasıdır. Gereksizce fazla sayıdaki otokratın varlığından kimseye bir hayır gelmemiştir. Bazen ihtiyaç duyulan şey çeşitlilik değil dayanışmadır.

Güney Afrika’da apartheid sistemini çökerten çeşitlilik değildi; Doğu Avrupa’daki neo-Stalinist rejimler de çoğulluk tarafından yıkılmadı. Elbette her dayanışma onaylanamaz. Ama postmodernizmin dayanışma fikrine bu kadar uzak durması, ayrıca her türlü birliği “özcü” sayması kuşkusuz devrim sonrası karakterinin bir göstergesidir. Etnik açıdan baktığımızda çeşitlilik olumlu bir değerdir ama bu, tüketim ideolojisindeki rolünü göz ardı etmemize neden olmamalıdır. Çoğulluğun postmodern havarileri bu kavrama daha çoğulcu bir açıdan yaklaşmalıdırlar. Çoğulluğun, içeriği ne olursa olsun, her zaman ve her yerde yüceltilmesi gerektiğini savunan biçimci öğretiden vazgeçmelidirler. Bundan vazgeçer, konuya daha pragmatik yaklaşırlarsa göreceklerdir ki farklılık ve çeşitlilik bazen yararlı bazen de zararlıdır. Amerikalı bir postmodernist birkaç yıl önce toplumsal sınıfların çeşitlenmesi gerektiğini yazmıştı, sanki yeni bir grup aristokratın birkaç bin hektar toprağa daha sahip olması tartışmasız bir kazanım anlamına gelecekmiş gibi. Çeşitlilik konusunda daha çeşitli fikirler taşımak ve farklılığın bir bağlamdan diğerine fark gösterebileceğini kabullenmek bu tür düşünürler için büyük bir dönüm noktası olurdu. Genelde kayıtsız şartsız yücelttikleri ötekilik fikrine de bu kadar mutlak bir destek vermemeleri gerekir. Bazı ötekilik biçimleri saygındır ama bazıları da değildir (yağmacı bir uyuşturucu çetesinin sosyal konutunuzu istila etmesi örneğinde olduğu gibi). Ara sıra öteki olandan korkmak gayet makuldür. Belki de karşınızdakinin niyetinin dostça mı yoksa düşmanca mı olduğunu henüz keşfetmemişsinizdir. Yabancıları her zaman bağrımıza basmamız gerektiğini ancak fazlasıyla duygusal kişiler düşünür. Bu yabancıların bazıları sömürgeci olarak tanınır. Birçok kültür kuramcısı yalnızca yaşam biçimlerinin çoğulluğuna değil melez bir karışımına da iman ediyor. Etnik meseleler söz konusu olduğunda melezliği desteklemek yerinde bulunabilir ama bunu evrensel bir değer biçiminde görmek pek yerinde bir davranış olmayacaktır. Yakubilerden, psikopatlardan, UFO meraklılarından ve Yedinci Gün Adventistlerinden oluşan siyasi örgütlerin kimseye bir zararı yoktur. Esas mesele bunların asla bir şey başaramayacak olmalarıdır. Marx’ın dikkat çektiği üzere insanlık tarihindeki en melez, en çeşitli, en kapsayıcı, en heterojen üretim biçimi kapitalizmdir; kapitalizm sınırları aşar, kutuplaşmaları bozar, sabit kategorileri birleştirir ve çeşitli yaşam biçimlerini fütursuzca birbirine geçirir. Meta kadar bonkörce kapsayıcı başka hiçbir şey yoktur; statü, sınıf, ırk ve toplumsal cinsiyet ayrımlarına duyduğu nefretle herkese yanaşır – elbette onu satın alabilecek gücü bulunan herkese. Kapitalizm hiyerarşiye en az kültürel çalışmalar kadar düşmandır.

Herkes kapsanmalıdır; bu kapsayıcılığı mümkün kılan yapıya siyasetleriyle zarar verebilecek olanlar hariç. Britanya’da özel sağlık sektörüyle genel sağlık hizmetlerini birleştirerek Ulusal Sağlık Hizmetleri’ni melezleştirme çabaları başladı. Kuşkusuz melezliği kendi içinde iyi bir şey olarak görenlerin bu tür bir projeye destek vermeleri beklenir. Amerika’daki Cumhuriyetçi Parti melez bir oluşumdur; hem liberal Cumhuriyetçileri hem de Çay Partisi mensuplarını içerir. Farklılık ve çeşitliliği şüpheye yer bırakmayacak şekilde iyi bulanlar bu gerçeğe elbette kucak açmalıdırlar. Barack Obama’nın Müslüman Kardeşler üyesi, El Kaide’nin ise CIA’in bir kanadı olduğuna inanan Cumhuriyetçiler olmasa, parti daha da beter tektipleşirdi. Tektipçiliğin her türü zararlı değildir. Her birlik ve mutabakat da “özcü” diye kötülenemez. Aksine, keşke dünyada daha fazla birlik ya da mutabakat olsaydı. Doğru, dünyada her türden insana ihtiyaç vardır ama keşke bu türlerin hepsi çocuk fuhuşunu bitirmek için tek ses olsaydı ya da ütopyaya giden yolun Allah adına masum sivillerin başını kesmekten geçtiği inancını reddetseydi. Bu tür konularda ihtiyaç duyduğumuz şey çeşitlilik değil görüş birliğidir. Hepimiz aynı düşünseydik dünyanın çok tuhaf bir yer olacağını iddia eden bir söz vardır İngilizcede (birçok benzer söz gibi doğruluğu su götürür). Kuşkusuz herkesin idama karşı durduğu bir dünya biraz daha sıkıcı olurdu ama ceset sayısında yaşanan azalma karşılığında büyük bir bedel ödediğimizi kimse söyleyemezdi. Dayanışma illa farklılıkları yok etmek anlamına gelmez. Kaldı ki bazı farklılıklar ortadan kaldırılmayı hak eder – örneğin dilencilerle bankacılar arasındaki maddi eşitsizlik. Siz mültecilere kucak açmak gerektiğine inanırken benim uzaktan ateş edip onların botlarını batırmak gerektiğine inanmam insan çeşitliliğinin ilham verici bir örneği sayılmaz.

Farklı bakış açılarına sırf farklı oldukları için değer verilmemelidir. Eğer travestilerin timsahlara atılması gerektiğini düşünenler, görüşlerine şiddetle karşı çıkıldığında kendilerini “istismar edilmiş” (anahtar bir postmodern terim) hissediyorlarsa, bırakın böyle hissetsinler. Bir fikre sadece birinin fikri diye saygı duyulmamalıdır. Aklınıza gelebilecek neredeyse her türlü çirkin görüş birileri tarafından bir yerlerde mutlaka savunuluyordur. Nelson Mandela’nın şeytan olduğuna inanan sağcı Afrikanerler var. Groucho Marx meşhur bir sözünde, kendisi gibi insanlara yer veren bir kulübe üye olmakta tereddüt yaşayacağını ifade eder; insanlar da savaş suçlularının yönettiği bir kulübe katılmaya can atmazlar. Dışlayıcılıkta ilkesel olarak yanlış hiçbir şey yoktur. Kadınların araba kullanmasını yasaklamak rezilce olsa da neo-Nazilerin öğretmen olmasını engellemek rezalet değildir. Kültürel çalışmalar söyleminin bizzat kendisi son derece dışlayıcıdır: Çoğunlukla cinsellikle ilgilenir ama sosyalizmle ilgilenmez, ihlali içerir ama devrimi içermez, kimliği inceler ama yoksulluk kültürünü incelemez. Siyaseten doğrucu öğrenciler kampüslerinde ırkçıların ve homofobiklerin konuşmasını yasaklarlar ama ucuz emeği sömürenlerle işçi sendikalarını kapatmak isteyen siyasetçileri genelde pek umursamazlar. Kendi kendilerine sansürcü rolünü üstlenen bu kişiler marjinalliği över ama şu an marjinal olan bazı kimselerin ne pahasına olursa olsun öyle kalması gerektiğini fark etmezler. Bunların başında seri katiller ile psikopat kült önderleri gelir. Değersiz olduğu kadar tüm gücümüzle kökünü kazımamız gereken yaşam biçimleri vardır; mesela pedofil çeteleri ya da kadınları seks kölesi olarak satan erkekler. Tüm azınlıkların da hevesle kucaklanmaması gerekir.

Egemen sınıf bu azınlıkların bir örneğidir, başka insanlardan parçalar kesip akşam yemeği için pişirmekten hoşlananlar da öyle. Marjinal gruplarla azınlıkları eleştirmeksizin kabullenmeye genellikle mutabakatlarla çoğunluklara şüpheyle yaklaşmak eşlik eder. Çünkü postmodernizm siyasi kitle hareketlerinin, devleti herhangi bir marjinal grubun ya da azınlığın yapamayacağı ölçüde güçlü bir sarsıntıya uğrattığı dönemleri hatırlayamayacak kadar gençtir. Postmodernizm siyasi görüşlerinin kendi siyasi tarihinden, daha doğrusu bir siyasi tarihinin bulunmamasından ne denli etkilendiğini fark etmeme eğilimindedir.