Körün taşı kelin başına denk gelmiş mi?

Elli yıllık çeviri emeğinin içinde onlarca edebiyat çevirisi var Üster'in; kuşkusuz ilk akla gelen Borges, Hašek, Orwell... Öte yandan gazetecidir, uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde yöneticilik yapmıştır

17 Mayıs 2018 14:00

Kalemin Ucu-XL

Celâl Üster adı geçtiğinde ilk önce, doğal olarak aklımıza bir çevirmen gelir; usta, önemli, yetkin bir çevirmen. Aslında bu tanımları (sıfat) adın önüne eklemeye hiç gerek yoktur; çünkü Celâl Üster adı zâten böyle bir güveni size verir. Yine bir belirlenim için usta, önemli, yetkin dediğimizde aynı zamanda bir yazar tanımı da yapmış oluruz. Hele söz konusu edebiyat çevirisiyse.

Elli yıllık çeviri emeğinin içinde onlarca edebiyat çevirisi var Üster’in; kuşkusuz ilk akla gelen Borges, Hašek, Orwell (daha niceleri). Öte yandan gazetecidir, uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinin kültür sanat servisinde çalışmış, yöneticilik, editörlük yapmış. Hep edebiyatın, sanatın içindedir; hazırlanan haberler, yazılanlar hatta yapılan röportajlar yine bir şekilde yazarlığa dâhildir.

Editör olarak birçok yazarın yazısını, köşe yazısını yayınladıktan sonra Üster de “hadi ben de bir şeyler yazayım” diyerek 2000’lerde köşe yazarlığına başladı; “körün taşı” başlığıyla Cumhuriyet’te yazdı. Bu yazılar da aynı başlıkla Körün Taşı1 adıyla kitaplaştı. Altbaşlık ise: “Kültür, Sanat ve Edebiyat Üstüne Güncel Denemeler”. Kitapta, “Öndeyiş” ile birlikte yetmiş dokuz yazı yer alıyor. Üster, Radikal Kitap, Cumhuriyet Kitap ve kulturservisi.com’da çıkmış bazı yazılarını da almış. Bazılarına küçük dokunuşlarda bulunmuş, azıcık kısaltmış vb. Yazılar daha çok 2014-17 yılları arasında yayınlanmış. Ancak ilk yazı 3 Haziran 2005 tarihli. Üç yazı 2009’dan, bir yazı da 2013’ten. Yazıların (deneme) ortak paydası var, rastgele değil. “Öndeyiş”te şöyle belirtiyor Üster:

“Çoğu kez sanat ve edebiyat alanında yaşanan yasaklamalar, densizlikler karşısındaki tepkilerimi yazıya dökmüşüm, kültür dünyasında egemenlik kurmaya kalkışan bilirbilmezlere karşı öfkemi dile getirmişim, bu âlemde kol gezen cahillere yergi okları fırlatmışım.”

Aslında mecaz

Üster’in kitap adı dolayısıyla yazdıklarının içeriğini de belirlemek için, sözlük sayfalarını karıştırdığımızda, “körün taşı” deyimiyle ilgili şunlar çıkıyor karşımıza:

TDK Türkçe Sözlük “rastlantı sonucu, birine zarar veren, hesapta olmayan iş”2 olarak açıklamış. Benzer bir tanım da Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe Sözlük’ünde3 var: “1. hesapta olmayan (iş) 2. Rastlantı sonucu birine zarar veren (şey).” Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te4 de “Körün taşı gibi rast gelmek: beklenmedik bir tesâdüfle denk gelmek” diye yer alıyor. (Burada “beklenmedik bir tesâdüf” biraz kafa karıştırıyor! Beklenen rastlantı var mı, gibisinden!)

Deyim’in “genellikle gerçek anlamından az çok ayrı bir anlam taşıyan kalıplaşmış anlatım [söz öbeği]” tanımında buluşursak mecaz’a da yaklaşırız ama değildir... Ancak Üster “körün taşı” deyiminin anlamını genişletiyor, onu bence bir mecaz yapıyor.

Bilgisinin, ironisinin altını çizmek gerek. Böylece gözardı edilenin gündeme getirilişine tanıklık ederken, okuma keyfi de alıyorsunuz. Güncel olanı ele alırken, ki çoğunlukla bu bir abesle iştigal, haksızlık, vandallık ve de medya-kamunun gözünden kaçmış olandır, evet böylesine bir “olgu”yu ele alırken bellek kutusunu da açar Celâl Üster. Zâten tanıyanlar iyi bilir ki onun belleği sıkıdır. Yine bir yazısında yer verdiği Oscar Wilde’ın sözlerini anımsamak gerek: “Bellek, hepimizin yanında taşıdığı güncedir.”

6-7 Eylül olaylarını, yasaklanan kitapları, kırılan heykelleri; yalnız Türkiye’de değil, dünyadaki özgürlük meselelerini de ele alır. Birden şeriattan kırbaç ya da ölüm cezası yemiş bir yazarın-şâirin durumunu okursunuz! Kültür dünyasına tanıklığın yanı sıra, 68 kuşağından olan ve 12 Mart’ta içeride yatan Üster’in siyâsî–toplumsal tanıklığı da belleğinde canlı kanlı saklıdır!

Çeviri Uğraşında 50 Yıl

Körün Taşı ile birlikte bir armağan kitabı da çıktı: Celâl Üster İçin-Çeviri Uğraşında 50 Yıl.5 Aslı Uluşahin’in yayına hazırladığı kitapta Ferid Edgü, Cevat Çapan, Seçkin Selvi, Zeynep Avcı, Ayşe Sarısayın, Büşra Ersanlı, Asuman Susam, Armağan Ekinci, Cem Erciyes, Alp Orçun, Fevzi Yalım, Gamze Varım yazılarıyla; Semih Poroy ile Kamil Masaracı çizimleriyle ve Handan Börüteçene de görsel çalışmasıyla yer alıyor. Celâl Üster ile “elli yıllık çeviri uğraşı”na ilişkin bir söyleşi de yapan Uluşahin benden de bir yazı istemişti, sağ olsun. Böylece kitapta tuzum oldu:

“Celâl Üster adını biliyordum, o sırada da Cumhuriyet gazetesinin kültür servisinde çalışıyordu. İlk kez o zaman [Azra Erhat Çeviri Ödülü töreninde] gördüm; ama ödül sırasında ne konuştu falan anımsamıyorum. Daha sonra da, Babıâli’ye girince yayıncılığa bulaşmadan olmaz, arkadaşlarımla kurduğum Birim ardından Kavram yayınlarından çıkardığımız kitapları gazetenin kültür servisinin şefi Aydın Emeç’e getirdiğimde karşılaştım; Emeç öldükten sonra da servis şefi Celâl Üster oldu. Dolayısıyla bu süreç içinde tanışma da olmuş oldu. Aslında ‘ağbim’dir ama zihni de bedeni de genç olduğundan benim için Celâl’dir.”

(…)

“Yıl 1988. Ayını anımsamıyorum ama Celâl, Cumhuriyet’in Kültür Sayfası’nda ilk yazımı yayınlıyor. Yanılmıyorsam Agâh Özgüç’ün Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney kitabıyla ilgili bir tanıtım yazısıydı ve kitap da AFA Yayınları’ndan çıkmıştı. Sonra bu ilişki yâni kültür sayfalarında zaman zaman yazma, yalnız kitap tanıtımı değil, kültür–sanat bağlamında haber vb. yazma, Celâl’in gazeteden ayrılacağı güne kadar sürdü.

(…)

“Celâl Üster deyince çevirmen, gazeteci, editör, köşeyazarı ama futbol bilgisi olan kişi de aklınıza gelir. Meyhane sohbetlerinde yalnız edebiyat, kültür-sanat, siyâset konuşulacak değil ya! Öte yandan Celâl’in futboldan verdiği örnekler son derece dikkat çekicidir, sıradan bir izleyicinin çok çok üzerinde bir bakışla anlatır. Ayrıca bu konudaki belleği de tarih gibidir (yalnızca futbol değil, öteki sporlarla da ilgilidir). Bu meyhane sohbetlerinde, kuşkusuz Cüneyt Türel’i unutmamak gerek, sevgi ve saygıyla anayım. Celâl’in iyi dostuydu, çok yakın arkadaşıydı Cüneyt ağbi.”6

Körün Taşı’nda da futbolu buluyoruz tabiî ki. En olağanüstüsü, “Kaleci Yevtuşenko” başlıklı, yine belleğin açıldığı ve şâirin ölümü üzerine yazılanı hiç kuşkusuz. 1985’te TÜYAP dolayısıyla Türkiye’ye gelen Yevtuşenko’ya Halet Çambel’in Arnavutköyü’ndeki yalısında bir yemek verilmiş. O yemeğe Üster de çağrılmış. Sohbet bir tıkanıklığa girmiş. Bunu gören Üster, kendisi gibi futbol düşkünü hatta kaleci olarak da oynamış olan şâire birden, gelmiş geçmiş en iyi Sovyet milli takımını sormuş. Yevtuşenko “1960’ların takımı!” deyince, Üster de ilk on biri, nefes almadan saymış. Bunun üzerine dünya şâiri, kalkıp Üster’i kucaklamış, sohbet de canlanmış! Bu ilk onbiri de sırasıyla yazıyor; yâni hâlâ belleğinde...

Fazlasıyla ve...

Celâl Üster “bir türlü düzenli bir gazete yazarı” olamamış ve “belirsiz aralıklarla” yazmış. Yâni zaman zaman, seyrek de olsa “körün taşı”nı okuyoruz. Kuşkusuz kitabın oluşumu bir süreç, yayın hazırlığı, basım, kapak vb. Söylemek istediğim Üster’in geçen ay kaleme aldığı (2 Nisan) “Hücrede Bir Kuyucaklı” yazısının kitapta yer alamayışı. Yazı daha önce yazılsaydı ya da kitabın çıkışı daha sonraki tarihlere denk gelseydi sanırım Üster bu yazıyı da kitaba eklerdi.

Tarih, Nisan 1972! Üster, Sansaryan Han’da bir hücrede yatmakta. Bize oradaki işkence, baskı falan gibi durumları anlatmıyor da kitap, gazete okuyamayışından yakınıyor. Yine çarpıcı bir anının, güncel olan (Sabahattin Ali anması) ile dile getirilişi. O yazıyı bir alıntıyla anımsatayım:

“… Bir ara su getiren nöbetçi polis Mahmut’tan okuyabileceğim bir şey istedim. ‘Dur bakalım, bakarız...’ dedi, kapıyı kilitleyip gitti. Aslında bir haber ya da bir yazı okuyabileceğim bir gazete parçasına bile razıydım. Aradan uzunca bir zaman geçti, Mahmut’tan ses yoktu. Doğrusu, benim umudum da yoktu. Ama o da ne! Anahtar kilidin içinde döndü, kapı açıldı, Mahmut bir kitap uzattı ve hiçbir şey demeden gitti. Ölgün ışıkta kitabın kapağına baktım: ‘Kuyucaklı Yusuf’ - Sabahattin Ali... Bir sevinç çığlığı attım mı, anımsamıyorum. Ama sanmıyorum. Olsa olsa sessizlikte gözlerim parlamış olabilir. Sabahattin Ali’nin bazı öykülerini okumuştum, ama romanlarından hiçbirini okumamıştım. Kitabı açtım. İlk sayfaya bir damga vurulmuştu: Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi... Hoppala! Anlaşılan, kitap, 1946’da kapatılan bu partinin merkezinden müsadere edilmiş ve Siyasi Şube’nin arşivini boylamıştı. Demek o gün bugündür orada yatıp duruyor, bir elin onu oradan alıp bana getirmesini bekliyordu! Hemen yere oturup sırtımı duvara verdim; haksızlıklara başkaldırıp sırra kadem basan Yusuf’un öyküsünü okumaya başladım. O gece bitirmeliydim. Sabah gelip kitabı alabilirlerdi...”

“Öndeyiş”i Celâl Üster şu cümleyle bitiriyor: “Körün taşı kelin başına denk gelmiş mi, siz karar verin.” Okur olarak bunu bize soruyor; kitabı okuyup bitirdiğinizde “evet” diyorsunuz. Gerçi bu yazıları, yayınlandığı zaman okumuştum. Belki okumadığım bir-iki vardır, tam anımsamıyorum. Kuşkusuz yazıların kitaplaşması başka özellikler oluşturuyor. Her şeyden önce –şimdi internette bir şeylere ulaşmak çok kolaysa da– kitaplığınızda bulunuyor. Yukarıda da belirttiğim gibi bir ortak payda var. Dolayısıyla bu ortak paydaya baktığımda, kaleme getirilene, getiriliş biçimine baktığımda, evet “körün taşı kelin başına gelmiş” hem de fazlasıyla diyorum.

Böyle giderse ve Celâl Üster az çok yazmayı sürdürürse, daha da gelecek...

1 Can Yayınları, Nisan 2018.
2 Genişletilmiş 7. Basım, 1983.
3 Genişletilmiş 5. Basım, Doğan Kitap, Ekim 2004.
4 İlhan Ayverdi, Kubbe Altı, 2. Basım, 2006.
5 Can yay., Nisan 2018.
6 A.g.y.