Kitabı vitrine taşımak

Edebiyat yayınlarında "kitap değerlendirme" yazısı yazanlara sorduk: Ayda kaç kitap okuyorlar? Neden yazıyorlar, kimin için yazıyorlar? Eleştiri ile değerlendirme yazısı arasında nasıl farklar görüyorlar?

02 Kasım 2017 14:28

Edebiyat dergileri, kitap ekleri ve bugün özellikle çevrimiçi edebiyat yayınlarının bir işlevi de yeni yayımlanan bir kitabı okura tanıtmak. Kitabı almaya karar vermeden önce “arka kapak”ta yazandan daha fazlasını bulmak, kitabı ve hatta yazarı daha etraflıca tanımak mümkün bu yazılarda. Bununla birlikte son yıllarda, dijitalin imkânlarının da artmasıyla belki, daha da yükselen bir tartışma da; bir yazıyı eleştiri ya da kitap tanıtım yazısı olarak tanımlamanın ayrımının nerede başlayıp nerede bittiği? Kitap hakkında yazılan bir yazı ne olunca eleştiri oluyor da, ne olmayınca tanıtım yazısı oluyor? Bu kriterlerin dengesini sağlayan ne? Diğer taraftan sosyal medya kanallarında, blogger’lar, Instagram fenomenleri tarafından “muhteşem, çarpıcı, çok başarılı” sıfatlarıyla tanıtıldığında bile daha çok ilgi çekebilen “kitap” üzerine yazmak bugün ne anlam ifade ediyor?

“Vitrinde Edebiyat” dosyamız kapsamında, bazıları henüz birkaç yıldır bazıları on yıldan fazladır basılı/ çevrimiçi edebiyat yayınlarında kitaplar üzerine yazan isimlere birkaç soru yönelttik. Bir kitap üzerine yazmaya nasıl karar veriyorlar, “yeni çıkanlar” arasından bir kitabı seçmelerindeki etken ne oluyor, yazdıkları yazıların kitabın satışına ne kadar etkisi olduğunu düşünüyorlar gibi soruların peşine düşerken bu soruları özellikle birden fazla mecrada eş zamanlı yazan yazarlara yönelterek yoğun bir şekilde okumanın ve yazmanın dinamiklerine de değinmeye çalıştık.

 

Kaç farklı mecraya yazıyorsunuz, ne kadar süredir?

Elif Tanrıyar: Yıllar içinde o kadar çok sayıdaki mecraya yazdım ki kesin bir sayı veremiyorum artık. Genel olarak gazetecilik mesleğine 1995 yılında başladım. Ancak özellikle edebiyat konusunda yoğunlaşıp bu konuda yazılar yazmaya adım atmam 2005 yılında Milliyet Kitap Eki’ne yazmamla başladı diyebilirim.

Adalet Çavdar: Yaklaşık beş yıldır neredeyse 10 ayrı yere kitap, tiyatro tanıtım yazıları ve röportajlar yapıyorum.

Emek Erez: Şu an itibariyle devamlı yazdığım iki yer var: Duvar Kitap ve Edebiyat Haber. Duvar Kitap için bir yılı aşkın süredir yazıyorum, Edebiyat Haber için ise dört yıla yakın süredir yazıyorum.

Ali Bulunmaz: 10 yıldır düzenli olarak yazdığım üç mecra var, bunların dışında yaklaşık 5-6 senedir ara sıra yazdığım dört mecra bulunuyor.

Özge Uysal: Yaklaşık üç yıldır kitap değerlendirme yazıları yazıyorum. Düzenli olarak yazdığım bir basılı yayın (Akşam Kitap), bir de dijital yayın (SabitFikir) var. Bunların dışında, iletişimde olduğum ve yazılarımı yayımlayan 4-5 mecra daha var.

Ece Karaağaç: Eleştiri yazmaya Mart 2014’te SabitFikir ile başladım. Son bir yıldır da SabitFikir’de editör olarak çalışıyorum. Düzenli olarak yazmaya çalıştığım bir diğer mecra da K24, K24’e ise iki buçuk yıl önce yazmaya başladım. Bunun dışında Cumhuriyet Kitap, Radikal Kitap, Peyniraltı Edebiyatı vb. kitap eki ve dergilere yazı yazıyorum zaman zaman.
 

Ayda ortalama kaç kitap okuyorsunuz? Okuduğunuz bütün kitaplar üzerine yazıyor musunuz?

E. T.: Ayda ortalama 8-10 kitap okuyorum. Ancak dosya konusu hazırladığım zamanlarda bu sayı da hâliyle artıyor. Genel olarak tüm bu okuduklarım üzerine yazıyorum. Ancak yazmak amaçlı olmayan kendi kişisel okumalarım da oluyor tabii.

A. Ç.: Bu sorunun cevabı aslına bakarsanız yaz ve kış olarak değişiyor. Kitap basılma sayısının daha fazla olduğu sonbahar ve kış aylarında ayda on kitap okuyup hakkında tanıtım metni yazdığım ya da röportaj yaptığım oluyor bazen daha fazla. Yazın ise sayı genelde 5-6 kitapta kalır.

E. E.: Ortalama 10 ila 12 diyebilirim. Okuduğum kitapların türüne, sayfa sayısına göre değişebiliyor elbette bu. Okuduğum tüm kitapları yazmam mümkün değil ancak genel olarak okumalarımı zaten sevdiğim, beni besleyeceğini düşündüğüm, üzerine kendi cümlelerimi kurma hissi oluşturabilecek metinler olarak belirliyorum.

A. B.: Sayılarla aram hiç iyi olmadığından bunu etraflıca düşünmedim ama tahminen 10-12 kitap okuyorum diyebilirim. Tabii bunların tümüyle ilgili yazmıyorum. Bir de karıştırdıklarım, belli bir yerine kadar gelebildiklerim var. Elime geçen veya merak edip aldığım kitaplarla ilgili küçük küçük notlar karalıyorum, sonra dönüp okumak üzere.

Elif Tanrıyar: Ayda ortalama 8-10 kitap okuyorum. Ancak dosya konusu hazırladığım zamanlarda bu sayı da hâliyle artıyor. Genel olarak tüm bu okuduklarım üzerine yazıyorum. 

Ö. U. : Ayda en az altı kitap okuyorum. Zaman zaman bu sayı 10 kitaba kadar çıkıyor. Okuduğum her kitap ile ilgili yazı yazmıyorum ancak kendime ufak bir okuma günlüğü tutuyorum.

E. K.: Aydan aya değişmekle beraber, ayda ortalama 3-4 kitap okuyorum. Nadiren okuduğum kitaplar hakkında yazı yazıyorum. Daha doğrusu okuma tercihlerimde genel belirleyici o kitap hakkında eleştiri yazıp yazmayacağım olmuyor. Genellikle her ay bir kitap hakkında yazı yazmaya çalışıyorum. Kalan 2-3 kitabı da benim kişisel zevklerime ya da sistematik okumalarıma göre belirliyorum.

Bir kitapla ilgili yazı yazmanızı etkileyen unsurlar neler?

E. T.: Öncelikle bir okur olarak beni heyecanlandırması, ardından da edebî anlamda özellikli olması, yazarının sevdiğim bir yazar olması ya da beni heyecanlandıran yeni bir keşif olması gibi faktörler geliyor. Yeni bir yazar ya da bildiğim bir yazarın hiç rastlamadığım bir eserini keşfetmek de beni yazmaya teşvik eden unsurlar arasında yer alıyor.

A. Ç.: Birkaç unsur var. Benim ilgimi çeken bir konuyu yeni bir biçimde anlatıyor olması, kitabın özellikle bir şekilde duyulmasını istemem. Bir de tabii benim haricimde gelişen durumlar, yazdığım yayınların talep ettiği yazılar ya da yayınevlerinin hakkında yazar mısınız diye rica ettiği ve yazmaya değer gördüğüm kitaplar...

E. E.: Kitapları bir şekilde karşılaşma yeri gibi düşünüyorum. Ve en belirleyici olan bu nedenle bende yarattığı “etkilenme” oluyor. Bu daha çok edebiyat metinleri için geçerli elbette. Yüzleşme ve bellek konusu her alanda ilgilendiğim bir konu olduğu için tanıklık metinlerini takip edip onları yorumlamayı önemsiyorum böylece belki soru işaretleri oluşturabilirmişim, insanları resmî tarihin dışında düşündürebilirmişim gibi hissediyorum. Bunun dışında takip ettiğim, bir şekilde kendi “oluşumda” etkili olduğunu düşündüğüm, felsefe, antropoloji, sosyoloji ve sinema alanındaki düşünürlerin metinleri de yazmamda etkili oluyor. Bu tarz metinlerde yazıyı belirleyen ise daha çok kendi politik ve felsefî bakışıma etki eden yanlar. Çünkü böylece kendi birikimimle ve dünyaya bakışımla bu metinleri yorumlayabiliyorum, her ne kadar bir kitap hakkında yazıyor bile olsanız yazılan metnin öznesi olmak önemli benim için.

A. B.: En başta o kitabın bir şey anlatması gerekiyor; daha önce hiçbir yerde rastlamadığım bir şey olabilir bu. Kurgusunun ya da ele aldığı meselenin, popülizmden uzak şekilde kotarılması belki de. Akıntıya karşı kürek çeken kitapları büyük bir keyifle okuyup onlara dair bir şeyler yazmak çok mutlu ediyor beni.

Ö. U.: Türkçe edebiyattaki ilk kitapları özenle takip ediyorum, mümkün olduğunca yazmaya çalışıyorum. Kendine özgü olan detaylara sahip (karakterler, dili kullanma şekli, alt metinler, yazarın mesajları vs.) kitapları seçmeye çalışıyorum. Eğer yazdıklarımı yayınlayacak mecra bulursam yeni niyetim, bolca PR’ı yapılan ancak aslında kof olan kitapları da yazmak. Okura, "Reklamlara aldanmayın" deme sorumluluğu hissediyorum.

Özge Uysal: Eğer yazdıklarımı yayınlayacak mecra bulursam yeni niyetim, bolca PR’ı yapılan ancak aslında kof olan kitapları da yazmak. Okura, "Reklamlara aldanmayın" deme sorumluluğu hissediyorum.

E. K.: Genellikle rüştünü ispat etmiş kitaplardan ziyade yolun başındaki yazarları okuyup değerlendirmekten daha çok hoşlanıyorum. Beğendiğim kitap hakkında yazmak gibi bir kuralım yok. Aksine, beğendiğim bir kitapla alakalı yazı yazarken daha çok zorlanıyorum. Genel olarak kitabın anlattığı hikâyenin çekimine kapılırsam veya kitap bir şekilde bende bir merak yaratmışsa o kitabı okuyorum.

Bir yazarın yeni çıkan bir kitabı üzerine yazarken söz konusu yazarın külliyatına göz atma imkânınız ne kadar oluyor? Yoksa salt yazarın ele aldığınız kitabına odaklanarak mı bir değerlendirme yapıyorsunuz?

E. T.: Çok tanınan bir yazar olduğunda zaten genel külliyatına dair ister istemez bir birikiminiz oluyor. Onun dışında eğer benim tanımadığım ya da az bilinen bir yazarsa, evet mutlaka külliyatına bir göz atmaya çalışıyorum. En azından genel bir araştırma yapmaya mutlaka özen gösteriyorum. Benim için bir yazarın dünyasını tüm eserleriyle bütünlüklü bir şekilde tanıyıp değerlendirmeyi bunun ardından yapmak çok önemli. Bu hem yazarın genel gelişimini izlemek hem de kendi edebiyat evrenindeki dinamikleri tanıyıp, özel şifrelerini çözmek için mutlaka izlenmesi gereken bir metot zaten.

A. Ç.: Yazı süreleri genellikle kısıtlı. Özellikle süreli basılı yayına yazıyorsanız bir yazarın külliyatını araştırmak gibi bir süreniz pek olmuyor. Maksimum bir hafta içerisinde sizden yazı isteniyor o süre zarfında yazarak geçinen insan olduğunuz için elinizin altında okumanız gereken başka kitaplar oluyor... O yüzden genelde tanıtmam gereken kitaba yoğunlaşıyorum. Röportaj için hazırlanırken külliyata göz atmak elbette gerekli oluyor ve bu daha fazla zaman gerektiriyor.

E. E.: Genel olarak göz atmaya çalışıyorum. Bazen bir yazarın son kitabı dikkatinizi çekiyor onu yazmak istiyorsunuz, böyle durumlarda elbette vakit varsa diğer kitaplarına da bakmaya çalışıyorum. Dönemini, bulunduğu ortamı, etkilendiği isimleri, hayatını elimden geldiğince araştırıyorum. Ancak vakit hiç yoksa en azından eleştirisine güvendiğim yazarların, araştırdığım yazarın daha önceki metinleri hakkındaki değerlendirmelerini okumaya çalışıyorum. Ve vakit ne kadar az olursa olsun yazdığı dönemi mutlaka incelemeye çalışıyorum çünkü anakronizme düşmemek benim için önemli.

Adalet Çavdar: "Yazı süreleri genellikle kısıtlı. Özellikle süreli basılı yayına yazıyorsanız bir yazarın külliyatını araştırmak gibi bir süreniz pek olmuyor."

A. B.: Külliyatıyla birlikte yazarın hayatını, varsa politik mücadelesini, onunla ilgili kaleme alınan eleştirileri ve hakkında yazacağım kitabı bir arada düşünüyorum. Etrafta rastladığımız kes-kopyala-yapıştır ya da önsöz-arka kapak-bülten yazı “mantığı”ndan öte, yazarı ve kitaplarını anlamaya uğraşıyorum. Kısacası yazarın -varsa- söylemi üzerinden ilerlemeye çalışıyorum.

Ö.U.: Aslında bu durum yazara göre değişiyor. Akademik kitaplarda genellikle ele aldığım kitaba odaklanarak değerlendirme yapıyorum. Ancak edebiyat alanındaki, özellikle Türkiyeli bir yazar söz konusu olduğunda, yazarın külliyatına muhakkak göz atıyorum; tüm kitaplarını okuyamasam da güvendiğim eleştirmenlerin yorumlarına başvuruyorum.

E. K.: Eğer söz konusu kitap bir seri dâhilinde yazılmışsa ve ben o serinin önceki kitaplarını okumamışsam o kitap hakkında yazı yazmayı kabul etmem. Fakat herhangi bir seriye dâhil olmayan bir kitapta yazarın külliyatına hâkim olmak şart değil bana göre. Eğer yazarın külliyatına hâkimseniz bu elbette iyi bir şeydir ve yazıya derinlik katar. Fakat o kitabı yazarın yolculuğundan bağımsız olarak da değerlendirmek mümkündür bana göre. Çünkü eleştiri yazısının merkezi yazar değil, eleştiriye konu olan kitap.

 

Yazdığınız yazıların (basılı veya çevrimiçi site olmasına göre kıyaslayarak) kitabın satışına nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?

E. T.: Kendi yazılarımın etkisini bilmeyeceğim ancak ben bir okur olarak, bu konuda takip ettiğim yazar ve eleştirmenlerin yazılarından etkilendiğimi ve okuma seçimlerimi yönlendirdiğini söyleyebilirim. Okuma tutkusunun bence yemek iştahıyla benzer bir yanı var. Nasıl ki güzel kokan bir yemek aklımızda hiç yokken dahi bizi onu yememiz için baştan çıkarırsa, bir kitaba dair güzel yazılmış, iyi hazırlanmış bir yazı da bence o kitaba dair benzer bir okuma iştahı yaratır bizde. Dolayısıyla her kitapsever bence kitaplara dair olan her türlü (tabii nitelikli olması koşuluyla) yazıyı okuyup takip etmeyi ve kendine özel notlar almayı da sever.

A. Ç.: Açıkçası yazdığım yazıların satışa pek bir etkisinin olduğunu düşünmüyorum. Sınırlı bir kitleye yazıyoruz ve genelde birbirimizin kitaplarını/ yazılarını okuyoruz, yazıyoruz. Biraz sıkıntılı bir durum bu. Onun dışında birkaç kişiden fazla insanı etkilediğimi pek düşünmüyorum. Yazın dünyası da biraz sen ben bizim oğlan hikâyesinin içerisinde kayboldu gibime geliyor.

E.E.: Dergilerden daha çok online yazıların, yazdığım kitabın satışına etki ettiğini düşünüyorum. Çünkü sosyal medya sayesinde online yazının okurdaki etkisini, dergi yazısına göre daha fazla gözlemleme şansı buluyorsunuz. Okur direkt dönüş yapabiliyor veya kitabı alıp sizi etiketleyerek paylaşabiliyor. Bu mutlu ediyor çünkü sevdiğiniz metinleri yazıyorsunuz ve birileri daha o metni ve yazarı sevmeye başlıyor. Belki de bu işin en tatmin eden yanı bu.

A. B.: Açık söyleyeyim satış konusu beni çok ilgilendirmiyor. Kitap gerçekten bir şey anlatıyorsa, yazarın bir derdi varsa ve bu derdi aktarabilmişse o anda olmasa bile zaman içinde okurunu bulacağını düşünüyorum. İyi bir kitabın 30 günlük raf ömrü olamaz; böyle bir kitap otuz sene sonra bile okura bir şey söyler (tekrar okunur), yayımlanmasının üzerinden epey zaman geçse de onunla ilgili bir yazı kaleme alınabilir. Peki nedir iyi kitap? Yazarın derdini anlatabildiği ve okuru laf kalabalığına boğmadığı kitaptır, bana göre. Bu nedenle elimin altında Berger, Borges ve Galeano kitapları duruyor sürekli. Söz konusu kitap olduğunda niceliği değil niteliği konuşmalıyız diye düşünüyorum. Satış-pazarlama işini biraz yanlış anlıyoruz galiba. Zaten bu yüzden, rafa çıkışından bir ay sonra “kitap eskidi” diyebiliyor bazı yayıncılar ve kimi mecraların yetkilileri!

Emek Erez: "Dergilerden daha çok online yazıların, yazdığım kitabın satışına etki ettiğini düşünüyorum. Çünkü sosyal medya sayesinde online yazının okurdaki etkisini, dergi yazısına göre daha fazla gözlemleme şansı buluyorsunuz."

Ö. U.: Bundan 10 yıl öncesine kadar kitap eklerinde yer alan yazılar, kitabın satışına katkı sunuyordu; hatta ben de kitap eklerini takip eden ve orada yer alan yazılara göre kitap seçimi yapan genç okurlardandım. Ancak son yıllarda kitap ekleri bu işlevini kaybetti. Genel olarak gösterişli ve sık tekrarlanan PR çalışmaları, imza günleri, yayınevlerinin sosyal medya paylaşımları ve dijital reklamlan kitabın satış rakamları üzerinde belirleyici oluyor.

E. K.: Kitabın satışına bir etkisi var mıdır, bilemiyorum. Bu konuda elimde bir veri yok. Ancak eleştiri yazılarının okuyan kişilerin tercihleri konusunda etkili olabileceğini düşünüyorum. Bir seferinde pek olumlu sayılamayacak bir yazımın ardından bir okur o kitabı almayı düşündüğünü, fakat yazıyı okuduktan sonra vazgeçtiğini söylemişti. İnsanlar konu edebiyat olunca doğru tercihler yapmak ve vakitlerini boşa harcamamak istiyorlar diye düşünüyorum.

Kitap tanıtım yazısıyla eleştiri yazısını sizce birbirinden ayıran nedir?

 E. T.: Kitap tanıtım yazısı bir kitabın içeriği ve yazarına dair genel bilgiler verir. Onunla ilgili güncel haberlerden bahseder. Genelde dönemseldir. Oysa eleştiri yazısı daha akademik temelli bir yazıdır ve edebiyat konusunda uzman kişilerce kaleme alınır. Bir kitabı felsefî, biçimsel, dilsel ve estetik anlamda bilimsel kıstaslar uyarınca inceleyip değerlendirir. Bu anlamda genelde zamansız bir niteliğe de sahiptir ve arşiv niteliği taşır.

A. Ç.: Bizim tanıtım yazısı hızlı ve kısa yazılan bir metin. Kitap ve yazar hakkında basın bülteni ve yayınevinin sunduğu tanıtım yazısından bağımsız olarak bilgi vermek için yazıyoruz. Eleştiri ise çok daha farklı bir alan. Yazanın donanımı eleştiri yazımı konusunda oldukça önemli. İyi bir okur olmanın yanı sıra iyi bir hafıza ve yorumlama, kıyaslama gücü de gerektirir eleştiri yazısı yazmak. Her yazılan tanıtımdan daha uzun metinlere eleştiri dememek gerekir. Ayrıca eleştiri metninin temelleri, dayanakları olmalı. Bir olmazı anlatırken nedenini niçinini kötülemeden anlatmaya çaba göstermeli. Tanıtım metinleri sadece bir göz aşinalığı sağlıyor okura ve yazarın biraz daha sosyal medya da görünmesini sağlıyor o kadar.

Ali Bulunmaz: "Bu soruyu ülkemiz bağlamında yanıtlarsam Türkiye’de 2008’den bu yana; Fethi Naci’nin ölümünden beri eleştiri yazılmadığını düşünüyorum. Tanıtım ya da en fazla inceleme yazılarıyla yetiniyoruz."

E. E.: Ben şöyle ayırıyorum. Kitap tanıtım yazısı daha çok tanıtımını yapacağım metnin yorumuna odaklı oluyor. Metnin ayrıntılarından ve teknik kısımlarından çok okur o kitabı neden okumalı ve ben bu metni neden sevdim sorularını cevaplamaya çalışıyorum. Öznel bir dil kullanmaya çok özen gösteriyorum tanıtımlarda çünkü metni “benim sevdiğimi” vurgulamam gerektiğini hissediyorum. Tanıtım metinleri genellikle son çıkan kitaplara yönelik olduğu için kesinlikli dilin, işi reklam boyutuna taşıyıp, tükettirme odaklı yazdığımı düşündürebileceği fikri beni rahatsız ediyor. Eleştiri yazılarında daha metinler arası bakmaya çalışıyorum. Yine yazarın dönemi, eğer varsa biyografisi, bulunduğu ortam, kimlerden etkilenmiş gibi soruların cevabıyla yola çıkıyorum. Ön araştırma sonrasında ortaya çıkardığım bağlamı farklı disiplinlerle ilişkiye sokarak anlamaya ve yorumlamaya çalışıyorum. Öznel bir değerlendirme oldu ancak ben yazma edimimde ikisini böyle ayırıyorum diyebilirim.

A. B.: Bu soruyu ülkemiz bağlamında yanıtlarsam Türkiye’de 2008’den bu yana; Fethi Naci’nin ölümünden beri eleştiri yazılmadığını düşünüyorum. Tanıtım ya da en fazla inceleme yazılarıyla yetiniyoruz. Eleştiri için ilkin bağımsızlık; herhangi bir menfaati, ilan-reklam ilişkisini içerikten ayrı ele almak gerekir. Daha sonra eleştiriye açık mecralar, yayıncılar ve bunların başındakilerin de cesaretli olması gerekir. Bu, işin yarısı. Diğer tarafında ise eleştiri yazacak bilgi birikimine sahip olunmalı; en başta kişi kendisine eleştirmen dememeli mesela (kişi kendisinin ne olmadığını ve ardından ne olduğunu bilmeli). Bir eleştiri kaleme almak için yazar(lar)ın; kim olduğunu, yaşadığı ve beslendiği kültürel-siyasî-sosyal iklimi, hayatı boyunca neler yaptığını, oluşturduğu metinlerin arka planını, varsa tarihî ve edebî göndermelerini seçip onların ne anlama geldiğini süzebilmek gerekir. Eleştiri hangi dilde yazılacaksa o dili çok iyi bilmek gerekir. Eleştiri için sabırlı okumalar, ödünsüz çalışmalar ve “büyük” laflar yerine yalınlık gerekir. Tanıtım yazısı; hazırlanan bültenlerde, kitapların önsözlerinde ve arka kapaklarında yer alıyor zaten; oradan faydalanıp on dakika içinde bunların üzerine bir şey koymayan yazılar kotaran kişiler de var, hayranlıkla izliyorum kendilerini!

Ö. U.: Kitap tanıtım yazılarının en belirgin özelliği, fazlasıyla öznel olmaları. Tanıtım yazısı kaleme alan yazarların kitapla ilgili öznel yorumları, okurun kitabı satın alma/ satın almama kararını etkileyebiliyor. Bunun dışında tanıtım yazılarını, kısaca kitabın konusundan söz edilen, dil, üslup ve yazarla ilgili yorumların detaylandırılmadığı kısa yazılar olarak tanımlayabilirim.

Eleştiri yazılarıyla tanıtım yazıları arasındaki fark o kadar çok ki... Kısa yoldan söylemem gerekirse bence en önemli fark, eleştiri yazılarının, mevzu edindiği kitapla birlikte farklı kitaplara, metinlere, yazarlara, disiplinlere kapı açmasıdır. Tanıtım yazısında böyle bir nitelik bulmak zor.

E. K.: Benim bu konudaki ayrımım biraz katı. Çünkü ben kitap tanıtım yazısının sektör içi bir durum olduğunu düşünüyorum. Bana göre kitap tanıtım yazısını bir ajans temsil ettiği bir kitabı yayıncıya tanıtmak için, yahut bir yayınevi editörü kitabın arka kapağında kullanmak için yazar diye düşünüyorum. Herhangi bir yazılı ya da dijital mecranın görevi kitabı tanıtmak değil, eleştirmektir bana göre. Çünkü tanıtım bir pazarlama faaliyetidir ve hiçbir gazete, dergi ya da web sitesinin herhangi bir yayınevini kitabını tanıtma görevi yoktur. Dileyen yayınevi bu mecralara ücreti karşılığında reklam verebilir ama eğer kitapları hakkında yazı yazılmasını istiyorlarsa kitaplarının beğenilmeme ihtimalini de göze almalılar. Ki burada kendim de ilk romanını yayımlamış biri olarak eklemek isterim; bence iyi yazılmış olumsuz bir eleştiri bir düzine övgüden çok daha öğretici!