Bir kaos estetiği

Yeni düşünme biçimleri bizlere uzak bir ihtimal olarak beliriyor. Karanlığı arşınlamakta yetersiz kalıyoruz. Mevcut durumu aşabilecek ve dünyayı daha etkin kılacak biçimlere ihtiyacımız var

Antoni Casas Ros’un Karanlığı Arşınlayanlar kitabı belirsiz bir kurguyla akıyor. Her bölümde mekânlar, coğrafî sahalar, suretler değişiyor ve diyaloglar alabildiğine hızlı ritimlerle oluşuyor. Romana yayılan duygu politikasının keskin ve şeffaf hatları, dünyanın etkin biçimlerini ortaya koymakla uğraşıyor. Esasında metnin görsel boyutlara sahip olması, sinematografik bakışı devreye sokuyor. Bu perspektif nesnelere, öznelere, dekorlara, tarihsel anlatılara eşit roller biçerek her birinin farkını vurgular. Yani kitaptaki olay örgüsünün hareketi yalnızca dil oyunlarından oluşmuyor. Sinema, müzik gibi çok farklı disiplinler iç içe geçerek başka bir dünyanın izini sürüyor. İlk sayfada Antoni adında nihilist karakterle karşılaşıyoruz. Genç yazar olarak bu kişi her gün sabit bir ritüele kendini kaptırıyor. Yanında kara tahta taşıyıp tebeşirle siyah üstüne beyaz renklerle bir şeyler yazıyor ve günün sonunda hepsini siliyor. Bu durumu her gün yaşayan, dünyadan beklentisini kesen genç yazar artık yaşamını sonlandırmaya girişmek için ilaç almaya giderken “Estetik Araştırmalar Bürosu” adında ufak mekânla karşılaşıyor. Romanın kırılma noktasının tam da bu an olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Antoni sanatsal üretimleri destekleyen gizemli yerden cazip teklif alarak yeni şeyler yazmanın heyecanına kavuşuyor. Başlangıca dair karanlık görüntüyle yol alan eserin hızı sayfalar ilerledikçe derinleşirken, romanın biçimi katmanlaşıyor. O hâlde şunu sorabiliriz: Eser neden-sonuç ilişkisiyle mi ilerliyor? Romanın başlığına konu olan karanlığın sonunda ışık mı var? Yoksa arşınlama eylemi metafiziğe batmış hareketi mi imgeliyor? Sualleri çoğaltabiliriz. Fakat onları yanıtlamakla sınırlı kalmayıp başka yerlere de göz gezdirebilmeliyiz. Bir performans olarak beliren parçalı metinlere yayılan gücün hangi yollardan geçtiğine bakmalı ve tarihsel olarak işaret edilen estetik pratiklerin direniş ile kurduğu ilişkinin kudretini değerlendirebilmeliyiz. Romana yayılan duyuların anarşist etkisi başka bir dünyanın ihtimaline yaklaşırken, bu kokuları hissedebilmenin dayanılmaz hafifliğiyle zamanın akışını ele almanın, mekânın oluşumunu dönüştürmenin yolu etik bir sual olarak beliriyor. 

Estetik temaşa

Edebî metinlerde klasik kurmaca sabit bir matrise sahip olma özelliği taşır. Neden-sonuç bağlantısı anlatının yüzeyine dağılırken, başkarakter sonunda başlangıçtan farklı biçimde yaşamına devam eder veya kimi yapıtlar ölümle sonuçlanır. Mutsuzluktan mutluluğa, fakirlikten zenginliğe, saflıktan kirlenmeye doğru (ya da tüm bu geçişlerin tam tersi de mümkün olabilir) değişimler, klasik kurmacanın temel özelliklerindendir. Oluşan katı biçimler anlık duygu hâllerini pas geçerken, hayatın yalnızca tek bir yüzünü vurgulamakla yetinirler. Karakterler önemsizleşir ve temel durumlar üzerine odaklanma hâli ortaya çıkar. Destanlar, bazı masallar, fabl gibi türler klasik kurmaca dediğimiz ilkelerle meydana gelir. Karanlığı Arşınlayanlar kitabının böyle bir kurgudan uzak olduğunu ısrarla vurgulamak gerekiyor. Romana kaos hâkim oluyor. Belli forma göre hazırlanmayan, özgül düzenlenen eserde büyük ve küçük harflerin karışımı, rastgele dizilen cümleler, bellek izleri, karakterlerin hızlı biçimlerde değişmesi okuyucuyu zorlama potansiyelini taşıyor. Başlangıçta Antoni karakteri “Estetik Araştırmalar Bürosu”nun desteğiyle bir yolculuğa çıkıyor. New York ilk başta onun güzergâhı olarak beliriyor. Orada Anca adında sokak sanatçısıyla tanışıyor. Bu iki karakterin macerası, bedensel temasları, yıktıkları duvarlar net şekilde anlatılsa da Bukamelun adında başka varlık ortaya çıkıyor. Nasıl biri olduğunu anlayamadığımız o beden aniden konuşmaya başlıyor. Anca ve Antoni, Tòma Emin adındaki yazarla röportaj yapmak için yola çıkarken, bukalemun bu seyahat esnasında araya girerek anlatıcı işlevini yerine getiriyor.

Yani karakterler belirgin olmaktan çok belirsizliğe gömülüyorlar. Olay örgüsünün ağır bastığı kitapta, arada gerçeküstücü veya Dada manifestolarına göndermeler, performans sanatı, deneysel sinemadan örnekler verilerek estetik pratiklerin heterojenliğine işaret ediliyor. O hâlde diyebiliriz ki; Karanlığı Arşınlayanlar anlatısal takımadalardan oluşan bir eser olma özelliği taşıyor. 

Romanın ortalarına doğru bu dağınıklık mevzusu “Anlatının çizgiselliğini kırmalı. Düşünceler arasındaki geçişleri silmeli, yapay bir süreklilik yaratmaya yarayan şeyi silmeli”[1] biçiminde ortaya çıkarken, fragmanlara dayanan metne dair etik bir duruş ışıldıyor: “Sadece metin konuşur ve açığa kavuşturur. Yalnızlık! Bir ressam gibi, müzisyen gibi yazmak.”[2] Tiyatro oyununu andıran diyalogları, cümle dizimlerine sinen ve arka fonda çalışıyormuşçasına tınlayan caz (Bilhassa Miles Davis’in Round Midnight, Eric Dolphy’nin Out to Lunch, Ornette Coleman’ın Lonely Woman eserlerine değiniliyor) romanın hızını her bölümde ikiye katlıyor. 

Anca ve Antoni’nin New York sokaklarından ayrılıp Meksika’daki yazar Tòma Emin’le röportaja gitmek için geçtikleri Georgia, Alabama, Arkansas gibi şehirlerdeki manzaralar empresyonist (izlenimci) resimleri andırıyor. Seyahat esnasında güneşin bedenler üzerinde bıraktığı etki, zencefilli çayın tadı, flütün sesi gibi mikro duygulanımlar betimleniyor. Fakat her bölümün sonunda büyük harflerle yazılı olay örgüleriyle karşılaşıyoruz. Kimi zaman distopyayı andıran bir kentten manzaralar bazen de anarşist örgütlenmenin iktidar araçlarını ters yüz eden hareketler konu ediliyor. Anlıyoruz ki; roman yalnızca Anca ile Antoni’nin veya Bukalemun’un anlatısından oluşmuyor. Büyük resme dair yani görünmezlerin mücadelesi olarak adlandırılan ve sabotaj, askerî/siyasî/bilim casusluğu gibi yöntemlerle örülen gerilla planlarıyla karşılaşıyoruz. Manifestoyu andıran ve büyük harfle yazılan parçalar mücadele tekniklerinden kitlelerin psikolojisine varana dek her şeyi ince detaylarla irdeliyor.  Sonuç olarak; bir yolculuğun ana hatları ile dünyanın gidişatı ve mücadele biçimleri birbirine eklemlenerek vurgulanıyor. Antoni Casas Ros mikro durumlar ile makro düzlemi birbirine düğümlüyor. Bedenlere dair estetik örüntüler, iktidar kurgularının anarşist girişimlerle ters yüz edilmesi iç içe girerek Karanlığı Arşınlayanlar’ı oluşturuyor. 

Düşünen görüntüler

Jean-Luc Godard Sinemanın Tarihi/Hikâyeleri[3] (Histoire(s) DuCinéma) adlı yapımla farklı bir biçim ortaya koyar. Eserde görüntülerin peşi sıra akabileceği yüzeyler zinciri kurulur. Her görsel düzenleme başka stil ve hareket biçimine sahip olur. Bu eylemlerden her birini esasında Orhan Pamuk’un Yeni Hayat[4] romanının girişiyle ilişkilendirebiliriz. “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” cümlesi kitabın sıçrama tahtasına dönüşür. İfade aynı zamanda hem karakterin ruh hâlini betimler hem de akışa dair görsel formlar sunar. Nitekim masa, sandalye, kül tablası artık başka biçimlere bürünür ve anlatıcının yaşamı değişir. Bir deneysel filmi andıran, mikro olaylar silsilesinin art arda sıralandığı Yeni Hayat, sunduğu imge dünyasıyla aynı zamanda sinemanın edebiyatla olan ilişkisini vurgular. Görüntü biçimleri Godard’ın yapımında da birbirinden farklı jestleri bir araya getirir. Örneğin; Francis Goya’nın kurşun kalemiyle çizilmiş duruşunu Nazi kamplarında işkence edilen beden biçimleriyle birleştirerek farklı tarih sahnelerini konuşturma imkânını devreye sokar. Yönetmen oluşturduğu heterojen katmanların birlikteliğine “Metaforların Kardeşliği” der. Farklı sanatsal düzenlemelerin iç içe geçişiyle özgün hikâyeler yaratılır. Godard’ın kavramsal müdahalesine paralel bağlamda, Karanlığı Arşınlayanlar görüntülerin, seslerin ve kelimelerin doğrudan ilişki kurduğu bir dünya ortaya koyuyor. Kim olduğunu bilemediğimiz Bukalemun karakteri gizemini korurken, “Welcome to the America” adındaki son bölümde Anca ile Antoni yazarın adresine ulaşıp gizemli bir kırmızı villaya giriş yapıyor.

Hudutları köşeli, lüks mimarî biçim tasvir edildikçe esneyen otonom bir mekâna dönüşüyor. Pasolini, Gombrowicz gibi sinema ve edebiyattan isimler, Bach’ın gözüne atıfta bulunularak füg sanatı, Anita Ekberg’in bedeninin ters yüz olmuş biçiminin enstalasyon hâline getirilmesiyle villada bitmeyen “Dionysos şenlikleri” yapıldığı resmediliyor.[5] Sanatsal olguların kullanılması da düş ile gerçekliğin iç içe geçtiğini belgeliyor. Başka bir dünyanın ihtimali bu sayfalarda daha somut, nefes alınabilir sahalara doğru genişliyor. 

Şenlikte Anca ile Antoni’nin röportaj için yola düştüğü yazar Tòma Emin’i daha net görebiliyoruz. Esasında peşine düşülen sanatçının Antoni Casas Ros’un kendisi olduğu romanın bir yerinde Antoni karakterinin konuşmasıyla su yüzüne çıkıyor: “Ben hep yok olmak istemişimdir, yazmak, ama hiçbir şey, hiç kimse olmamak. Tòma Emin gibi.”[6] Yine de Dionysos göndermelerinin yoğun olduğu kırmızı villada yaratılan yazarın Ros olduğunu anlayabiliyoruz. Ve son bölüm şu soruyla bitiyor: “Hâlâ bir dünya var mı?”[7] Mevcut gerçeklikleri askıya alan yaklaşım “son” ifadesini yerle bir ediyor. Dünyanın sürekli biçimde düzenlenmesi, düş gücünün kıvraklığı, zihnin yıkıcı kıvrımları kalın sınırlarla çizilemeyecek kadar hareketli olma özelliği taşır. Bir zamanlar bazı sanat kuramcıları videonun, performans sanatının veya yeni medya aygıtlarıyla gelişen kimi estetik pratiklere atıfta bulunarak “sanatın sonu” ifadesini kullanmıştı. Oysa Karanlığı Arşınlayanlar yalnızca edebiyatın olanaklarıyla yetinmeyip çeşitli düzenlemeleri de kullanarak görülmemiş ihtimalleri devreye sokuyor. Duyumsanabilir pek çok biçimle birlikte fikirlerin, imgelerin hareketliliğini vurguluyor. “Son” ters yüz edilerek yerini çeşitli sınır aşımlarına bırakıyor. Uzun zamandır otoriter rejimlerin üzerimizde yarattığı bıkkınlık hâlinden şikâyet ediyoruz. Sadece mevcut krize dair analizler üretmekle sınırlı kalıyoruz. Yeni düşünme biçimleri bizlere uzak bir ihtimal olarak beliriyor. Karanlığı arşınlamakta yetersiz kalıyoruz. Mevcut durumu aşabilecek ve dünyayı daha etkin kılacak biçimlere ihtiyacımız var. Antoni Casas Ros’un çok katmanlı dünyası bu bağlamda okunmayı bekliyor. Kitabın bir yerinde beliren Roberto Bolańo’nun birinci infrarealist manifestosundan ufak alıntıyla bitirelim. Nitekim bu eşsiz alıntı yeni fikirlerin oluşumuna dair etik bir önemi sırtlanıyor: “Gerçek hayal gücü, başka hayal güçlerini dinamitleyen, açığa kavuşturan, onlara zümrüt mikroplar zerkedendir. Şiirde ve başka herhangi bir şeyde konuya giriş daha en baştan maceraya giriş olmalıdır, günlük yıkıcılık için gereken araçları yaratmak olmalıdır.”[8] (8)

 

 


[1] Karanlığı Arşınlayanlar, Antoni Casas Ros, Çeviri: Elif Gökteke, Sel Yayınları, s. 54

[2] Karanlığı Arşınlayanlar, Antoni Casas Ros, Çeviri: Elif Gökteke, Sel Yayınları, s. 54

[3] Jean-LucGodard’ın yapımı için: http://birnevidipnot.blogspot.com/2017/09/jean-luc-godard-histoires-du-cinema-turkce-altyazili.html (Türkçe Altyazı Çeviri: ÜmidGurbanov)

[4] Yeni Hayat, Orhan Pamuk, İletişim Yayınları, s. 22

[5] Bu satırlarda Anita Ekberg şöyle bir biçime getiriliyor: “Anita Ekberg kentaur’un terkisinde bayılıyor, bacakları iyice açık, anüsünün ve vulvasının kasılmalarından kablolar ve mikrofonlar dışarı fışkırmış, ağzından çıkan sözcüklerin seliyle, gümüş rengi ince bir haz sızıntısı kentaur’un yeleleri arasından akıyor. Neredeyse sağlam androjin, şafağın kokularında, uydurulan her şeyin ortasında eriyip gidiyor.” Karanlığı Arşınlayanlar, Antoni Casas Ros, Çeviri: Elif Gökteke, Sel Yayınları, s. 291

[6] A.g.y., s. 131

[7] A.g.y., s. 292

[8] A.g.y., s. 51