Kafeinsiz kahve ve Sabahattin Ali’siz Kürk Mantolu Madonna

Bu imgeyi yaratan şey de aslında iç içe geçmiş iki unsur: Mevcut siyasal düzenin Sabahattin Ali’yi dışlaması ve bu yüzden Sabahattin Ali’nin kendi kimliğinin tırpanlanıp yerine protez bir imgeyle sunulması ve piyasanın Sabahattin Ali’yi olduğu gibi okutmaya pek yanaşmaması

07 Şubat 2019 09:30

Sabahattin Ali Türkiye’nin en önemli yazarlarından biri olmasının yanı sıra uzun yıllardır kitapçıların çok satanlar raflarında. Kürk Mantolu Madonna, yazıldıktan yıllar sonra bir edebî sansasyon hâline geldi. Yazarın kitaplarını basan YKY’de Kürk Mantolu Madonna 95’inci baskısını yaptı. Kitabın baskı sayısı 18 ay önce 80’di. 

İnsanların sadece okudukları değil, duyguyla bağlandıkları bir kitap hâlinde gelen bu yapıtın İngilizce çevirisi Madonna in a Fur Coat adıyla 2016 yılında Britanya’da Penguin Random House tarafından yayımlandı. New York Times, kitabı, “Bir zamanların unutulmaz romanı, Türk okurları zor zamanlarda birleştirdi,” başlığıyla tanıtırken; Guardian, “Sürpriz çoksatar” ifadesini kullandı. Kitabın pazarlanması da büyük ölçüde “aşk romanı” diye yapıldı.

Sabahattin Ali üzerine ne konuştuk, ne tartıştık? 

Bugüne kadar Sabahattin Ali üzerine türlü tartışmalar yaşandı ama hepsi bir şekilde kapandı gitti. Esas kıyamet yazarın kitaplarının telifinin 1 Ocak 2019 itibarıyla kalkmasıyla birlikte koptu. Telifi elinde bulunduran YKY dışındaki birçok yayınevi çok kısa sürede yazarın kitaplarını basmaya başladı. En seri biçimde. Kimisi daha Ocak’ın üçüncü günü Sabahattin Ali’nin kitaplarını dağıtmıştı bile. Herkese açılan pastadan daha büyük pay alabilmek için.

Önce kim, hangi Sabahattin Ali’yi basmış, bir bakalım.

Şimdiye kadar Sabahattin Ali’nin kitaplarını basan 26 yayınevi var: YKY, Doğan, Bilgi, Destek, Altın Kitaplar, Epsilon, Kor Kitap, Akılçelen Kitaplar, Nilüfer, Eksik Parça, Ren, Kopernik Kitap, Ayrıntı, Fom Kitap, Ataç, Puslu, Nilüfer, Yakamoz, Gece Akademi, Özgür, Remzi, Mercan Okul, Tutku, Fark, Say, Truva.

Peki, bu yayınevlerini Sabahattin Ali’yi ne kadar Sabahattin Ali olarak basıyor? Kimilerinde biyografi yok, kimilerinde var olan biyografi de yazarı ne kadar temsil ediyor, orası tartışılır işte. Var olanlarda “bir yazısı yüzünden” öldürüldüğü yazıyor elbette ama siyasî tutumu sebebiyle, sosyalist olduğu için, günümüz terimiyle “yerli ve millî” kabul edilmediği için öldürüldüğü yazmıyor. Siyasî faaliyetinin daima göz ardı edildiğine değinmeye bile gerek yok. 

Kitapların pek çoğunda Sabahattin Ali’nin yüzü var. Kiminde bir çizim, kiminde Photoshop’la çizimleştirilmiş bir yazar, kiminde ise yazarın fotoğrafının farklı çizimler içine yerleştirmesi mevcut. Ama hangi Sabahattin Ali kitabına baksak, sanki hepsi “yeni dergicilik” kapaklarından fırlamış; aşırı romantize edilmiş, kitsch bir nesneye dönüştürülmüş bir yazar görüyoruz. Öyle bir maske takılmış ki sanki Sabahattin Ali’ye, Sabahattin Ali’nin kendisini görmek neredeyse imkânsız hâle gelmiş. Ayrıntı, Nilüfer ve Truva yayınları bunlar içinde istisna.

Okurların Sabahattin Ali’yle kurdukları ilişki ve yazarın külliyatı açısından da bilinirliği noktasında yayınevlerine de pay düşüyor. Kürk Mantolu Madonna ve İçimizdeki Şeytan “pazarlanabilir metalar” olarak görüldüğünden, 2019’da yayıncılar bu kitapları basmayı ve ön plana çıkarmayı tercih ediyor. Kuyucaklı Yusuf’la azalan ilgili Sırça Köşk ve Esirler’le birlikte yok oluyor sanki. Yayıncılar Sabahattin Ali’yi sadece iki kitaptan ibaretmiş gibi sunmakta bir beis görmüyor. Çünkü iyi kazandırıyorlar.

Bu imge kitabın edebî niteliğinden ziyade, Raif Efendi’nin Maria Puder’e duyduğu aşkın Instagramize edilmiş versiyonundan başka nedir ki? Tıpkı Raif Efendi’nin Kürk Mantolu Madonna tablosuna vurulması gibi, hepimiz Sabahattin Ali’nin kitaplarının imgesine vurulmuş durumdayız.

Bu imgeyi yaratan şey de aslında iç içe geçmiş iki unsur: (1) Mevcut siyasal düzenin Sabahattin Ali’yi dışlaması ve bu yüzden Sabahattin Ali’nin kendi kimliğinin tırpanlanıp yerine protez bir imgeyle sunulması ve (2) piyasanın Sabahattin Ali’yi olduğu gibi okutmaya pek yanaşmaması. Çünkü ikisinden de kaçınmak de yayıncılık dünyası için konforlu bir alan yaratıyor. Hem Sabahattin Ali’nin yazdıkları, başına gelenler ve edebî kişiliği dışlanarak siyasal alanın dışında konumlanan bir mevcudiyet kazandırılıyor hem de hâlihazırdaki imgenin güçlendirilmesi hızlıca kâra çevrilebiliyor. Yayıncılar kitaplarından Sabahattin Ali’yi çıkarıyor ve karşımızda böyle bir manzara çıkıyor.

Sabahattin Ali’yi okuyarak tanıyabilir misiniz?

Sabahattin Ali’nin kitaplarının onlarca yayınevi tarafından basılmasında, A101’de satılmasında temel olarak bir sakınca yok. Nihayetinde ilki daha çok Sabahattin Ali kitabının bulunması anlamına geliyor, ikincisi ise yazarın kitaplarının daha geniş kitlelerce okunmasını sağlıyor. Sivas’ın beldeden bozma bir ilçesindeki tek market olan A101 aynı zamanda kitap bulunabilen tek yerdi. Oradakiler de Sabahattin Ali okuyabilecek böylelikle. Sorunlu olan nokta ise Sabahattin Ali’yle asla tanışamayacak olmaları. Onun kim olduğunu, neler yaşadığını, hangi kişisel ve toplumsal koşulların eserlerini şekillendirdiğini bilemeyecekler. Yazarı ve metnini sadece bağlamından koparılmış olarak değil, herhangi bir bağlama oturtulmamış bir figür olarak görecekler sadece.

Böyle bir durumun oluşmasının altında yatan en temel ve belki de sorgulanması gereken neden yayıncılık piyasasında kültürel miras niteliğinde olan eserlerde koruma ve muhafaza etme etiğinin yerini metalaştırma ve hızlıca paraya çevirme itkisinin yer alması. Tıpkı gazeteciler gibi yayıncılara da etik bir sorumluluk düşüyor. Yazarın düşünsel ve siyasî mirasını da yansıtmak, onun mirasına saygı duymak, onu kendi bağlamında, açıklayarak sunmak da bu sorumluluklar arasında yer alıyor. Yayıncılar etik bir davranış sergilemedikleri için eserle onu oluşturan şey arasındaki bağ kopma noktasına gelmiş durumda.

Niye? Çünkü kapitalizm. Sabahattin Ali herkesçe okunmayı hak eden bir yazar diyor mevcut piyasa düzeni. Ama onun kim olduğu hakkında bir gram fikriniz olmadan. Günümüzde Sabahattin Ali okurlarının pek çoğu gençlerden oluşuyor. Liseli yahut üniversiteye yeni başlamış gençler ya da hiç okuyamamış ama kitap tutkunu olan gençler. Sabahattin Ali sadece mağazalarda satılmıyor. Metrobüs duraklarının çıkışlarındaki korsancı abide de satılıyor, liselerin karşısındaki kırtasiyede de. Üstüne üstlük Sabahattin Ali Instagram’da “aşk çocuğu” diye nam salınca yazardan geriye adından başka bir şey kalmıyor. Kimse onun komünist olduğu, devlet tarafından öldürüldüğü, kitaplarının yasaklandığı bilinsin istemiyor. Çünkü Sabahattin Ali satılabilir bir meta ve ne piyasayı ne de kurulu devlet düzenini rahatsız etmeden ondan para kazanmanın tek bir yolu var: Kitaplarından Sabahattin Ali’yi çıkarmak.

Yayıncıların görevi yazarın kimliğini gizleyip (hani gizlemek de değil ama “İşte canım, o da aşk romanları yazan bir yazar, çok acılar çekmiş” minvalinde anlatmak) satıştan başka bir şey düşünmemek mi? Yayıncılar birer hayır kurumu değil, ticarî birer kuruluş. Ama edebiyata karşı sorumluluklarını kolayca kenara atmaları kabul edilebilir mi? Fakat tek suçu yayınevlerine de atmamak gerek. Sosyal medyadaki fetişleştirmenin sonucunun bundaki payı ve yönlendirmesi apaçık ortada.

Sabahattin Ali artık “sakıncalı” özünden âdeta mahrum bırakılmış hâlde ve ancak bu mahrumiyet sayesinde ona sahip olabiliyoruz. Yazarın özü mevcudiyetini korumuş olsaydı ona sahip olamayacaktık. Piyasanın bize sunduğu paradoksal çözüm bu: Ya Sabahattin Ali’yi tüketimci bir keyif nesnesi hâline getireceğiz ya da Sabahattin Ali’yle ilgili mevcut bütün keyiflerden yoksun kalacağız. Ve bize sunulan keyif ihtimali kuşkusuz özgürleştirici değil ve sınırlı. Instagramize Sabahattin Ali okumaları yapıyorsak her şey mübah. Yazarla ilişkiye imkân vermeyen bu tutum, eser ve yazar arasındaki mesafeyi ve ikisi ile okur arasındaki mesafeyi açarak ilişkinin kendisini uzaktan (remote) hâle getiriyor.

Yayıncılık piyasasının kendiliğinden gelişen, kimsenin de pek farkına varmadığı ya da varmak istemediği tutumları ifşa etmekten başka elimizden bir şey gelmeyecek anlaşılan. Sabahattin Ali’siz Sabahattin Ali kitaplarıyla yaşamaya mecbur bırakılmış hâldeyiz. Artık yapabileceğimiz şey, kafeinsiz kahvemizi yudumlarken bir iki sayfa Kürk Mantolu Madonna okumak ve çok vakit geçirmeden Instagram’a havalı bir fotoğraf koymak.