Jean-Louis Fournier öldü

Ve bir kadavra oldu. Şimdi darmadağınık bir hâlde olsa da taşına “Geldiğimize pişman olmayacağız” diye yazdırdığı mezara gitmeden önce söyleyecekleri var...

24 Ocak 2019 11:30

Jean-Louis Fournier öldü. Tıp akademisinde bulunan kadavra amfisinde “bir hayvan barınağında sahiplenilmeyi bekleyen terk edilmiş köpekler gibi” heyecanlı bir şekilde bekliyor şu anda.

 

Ölmeden önce kafasını ve içinde olanları düşünmüştü. Her şeyin ölünce nasıl da kaybolacağını. Bildiği, hayatı boyunca ezberlediği her şeyin bir anda yok olacağını: “Alfabetik sırayla Fransız kurumları, çarpım cetveli, Victor Hugo’nun Denizde Gece’sini, İnsandan Kaçan’dan pasajlar, Verlain’den şiirler, Jacques Brel’in ilk şarkıları, Mozart’ın son senfonileri… Her şeyi biliyordum hatta patlamalı motorun işleyişini bile. Söyleyecek ilginç şeylere sahip olmaya başladığım bir anda ağzımı sonsuza dek açmamak üzere kapatmak zorundayım.”[1]

 

Evet, Jean-Louis Fournier öldü ama çenesini tutamıyor. 

Ölüm üzücü bir şey olabilir ama bedenini bilime bağışlayacak kadar cömert olduğu için mutlu. Gerçi bir önceki kitabının sonunda “Bedenimi bilime verdim, kabul etmedi” diye yazmıştı ama artık her ne olduysa şimdi buz gibi metal masada üzerinde beyaz bir örtüyle yatıyor. Sonuç olarak ölmekle iyi ettiğini düşünüyor. Bu hâli biraz annesine benziyor sanki. Biliyorsunuz belki, annesi de biraz ilginçti. Fournier çocukken bir gece yarısı mantosunu giyip yanına veda etmeye geldiğini, ölmeye gittiğini söylemişti: “Annem bana artık sonunun geldiğini anlattı. Ölmeye gidiyordu. Bir haftadır beyninde bir tümör olduğunu söylüyordu, teselli edecek bir söz bulamıyordum. Sonunda sordum: Neden burada ölmüyorsun anne?” Sonra büyükanne geliyordu anne oğulun yanına ve anneye “Acelesi yok, daha sonra ölürsün, çocuğun uyuması lazım yarın okulu var” diyordu.[2]

 

 

/var/folders/bw/026d8nns6h15_zyfrcnhzm640000gn/T/com.microsoft.Word/WebArchiveCopyPasteTempFiles/23n1e.jpg


Evet, bu sefer de Jean-Louis Fournier öldü. Asla kimseyi öldürmemiş olan Doktor Paul Fournier’in[3]oğluydu. Bir sabah yine annesi yanına gelip 
“Sanırım baban öldü” dediğinde “yine mi” diyen çocuktu. Onu dul bırakan sevgili eşi Sylvie’nin, artık nereye gittiğini çok iyi bilen iki oğlunun ve kendini Tanrı'ya adamış kızının babası.

 

Öldü ve artık elinde kalem yok, zaten eli de, dili de olmayacak birazdan, kesecekler; gövdesi üzerinde habire gezinerek çizikler ve yarıklar açan, onu kazıyan bir neşterle yazıyor artık. Neşterin sahibi ise Égoïne. Tıp akademisinde öğrenci. Bu ismi ona Fournier verdi. Hem de bu ölü hâliyle. Égoïne kalın dişli el testeresi demekmiş. Bir yıl boyunca Fournier’in üzerinde, içinde, kemiklerinin tozunda, salyasında, kulağında, kalbinde, kafasının içinde çalışacak. Bu sırada da Fournier ona âşık olabilme ihtimalini düşünecek, hayatını gözden geçirecek, yani aslında Égoïne’nin elindeki neşterle hayata dönecek. 

 

Fournier’e göre Égoïne’nin onu seçmesi evlat edinilmek gibi bir şey ya da belki bir yıl sürecek genç bir canlıyla yaşlı bir ölü arasındaki aşk hikâyesi: “Beni bedenimin en ücra köşelerine kadar, keşfedecek, içerlerimi kurcalayacak. Hayatımı fıkralar anlatarak, kıvırtmacalarla durumu kurtararak, soytarı kılığına bürünen ben, her şeyi içinde saklayan ben, bu defa hiçbir şeyi saklamayacağım. Bir otopsi bir striptizden de beter. Tanımadığım bu kız her şeyi bilecek. Kalbimdekileri, karnımdakileri, kafamdakileri…”

 

 

"Başkalarında beni ilgilendiren şey benim..."

 

Jean-Louis Fournier öldü ve bir kadavra oldu. Şimdi de yattığı yerden bize ironik bir şeyler anlatıyor. Égoïne onun içini deştikçe, parçaları çıkarıp birbirinden ayırıp inceleyip sonra yeniden birleştirdikçe Fournier de bedenine yapılanın aynısını kendi hayatını anlatarak, anıları hatırlayarak yapıyor. Yani aslında kendi yaşadığı hayat üzerine otopsi yapıyor ve içi açılırken monologlar okuyoruz. Güldürmek için, şaşırtmak için geçirdiğini söylediği hayatın otopsisi bu. Tabii bunu yaparken de kitaplarından, müzik zevklerinden, hayal gücünden bahsediyor. Kendini överek değil biraz da yüzleşerek yapıyor bunu; karısına karşı yaptığı hataları mesela… Égoïne ise bu sırada onun bedeninin en derinlerine, dokularının en ince ayrıntısına kadar inceliyor.

 

Kendisi ile alay ediyor her zamanki gibi mizahıyla. Diğer kitaplarını düşündüğümüzde hepsinin otobiyografik olması aslında bu kitapta da bildiğimiz bazı şeylerin tekrarı gibi oluyor. Ama yine de onun kendisi hakkında konuşması için bir bahane bu otopsi. Hatalarına nasıl güleceğini biliyor. Zaten Francis Picabia’nın sözünü hatırlatıyor bize: Başkalarında beni en fazla ilgilendiren şey, benim.” Tam da Fournier’in dediği gibi “cuk” oturuyor. 

 

/var/folders/bw/026d8nns6h15_zyfrcnhzm640000gn/T/com.microsoft.Word/WebArchiveCopyPasteTempFiles/23ypq.jpg

 

Kuşlardan ve sineklerden özür diliyor. Öldürmeyip yaraladığı saksağanı hâlâ unutmamış. Nereye Gidiyoruz Baba kitabının çok satması ve aldığı ödülden sonra kimse ona "engelli çocuklarınla malı götürdün" dememiş ama bunu düşünmüş olduklarının farkında, pek kırılmış görünmüyor. Égoïne bir sabah yüzünde boya ile geliyor, bir eylemden gelmiş. Sağcı mı solcu mu acaba diye düşünürken solda olmayacak kadar karamsar olduğunu itiraf ediyor. Kusurlarını seviyor.

 

Égoïne onun dilini kesiyor, sonra çat diye göğüs kafesini açıyor, yüreğini yakıyor, gözlerini çıkarıyor, penisini kesiyor, yüzüne mask yapıyor, beyin zarlarını temizliyor, karaciğerine saldırıyor, sinirlerini alıyor, beynini çıkarıp tartıya koyuyor, kulaklarını kafasından ayırıyor. Aylar süren otopsi sonucunda Jean-Louis Fournier artık darmadağın, Égoïne ise tüm bu işlemlerin sonrasında onu öylece bırakıyor. Şimdi sıra laboratuvardaki çocukların yeniden onu toparlamasında. Onu samanla doldurdukları eski bir siyah takım elbise içine tıkıştıracaklar ve gömecekler. Sylvie ölünce Pere-Lachaise’de bir mezar almıştı Fournier. Mezar taşı üzerinde de “Sonuçta, geldiğimize pişman olmayacağız” diye yazdırmıştı.  Cenazesinde insanlar ve alkışlar olacak mı bilmiyor ama umurunda da değil: “Yarın Paskalya ve ben yeniden diriliyorum. Paris, 15 nisan 2017.”

 

 Anlatmış aslında her zamanki gibi. Pişman değil hiçbir şey için ya da belki o kadar pişman ki...

Fournier öldü ve bu kitap onun okuruna hiç de tuhaf gelmedi, yine. Kendine özgü bir otobiyografi yazdı, neşterle. 

 

 

[1]Son Siyah Saçım ve İhtiyar Delikanlılara Bazı Öğütler, Jean-Louis Fournier, Çev: Billur Köker, Yapı Kredi Yayınlar

[2]Kuzeyli Annem, Jean-Louis Fournier, Çev: Aysel Bora, Yapı Kredi Yayınları

[3]Asla Kimseyi Öldürmedi Benim Babam, Jean-Louis Fournier, Çev: Zafer Demez, Yapı Kredi Yayınları

Yazarın tüm kitaplarına buradan ulaşabilirsiniz.