İletişimsel kapitalizm: neoliberal bir model olarak internet

"Jodi Dean’a göre internet, politik bir örgütlenme ve eyleme geçme alanı olarak elverişsizdir, siyasi tartışma ve eleştiri de sosyal medya mecralarında amacına ulaşamaz. Çünkü sosyal medyada sunulan bir eleştiri, genel olarak internetin yapısı göz önüne alındığında, bir eleştiri olarak algılanmaz; ancak mainstream akışa sürülmüş bir başka fikir olarak işlev görür. Eleştirinin içeriği değil, akışa olan niceliksel katkısı ön plana çıkar. İnternetin yapısı için önemli olan akışın –yavaşlamadan– devam etmesidir, bu nedenle hiçbir fikir akışa etki edemez. Mesajın değişim değeri, kullanım değerini aşar."

04 Haziran 2020 23:59

Salgınla birlikte ABD’de işsizlik rakamı 33 milyonu aşarken, üç milyona yakın insan kiralarını ödeyemez duruma gelmişken, Amazon, Facebook, Netflix ve Spotify gibi şirketler kârlarını büyütmeye devam etti. Örneğin Facebook geçen yıla göre kârını yüzde 18 oranında artırmayı başardı. Değişik sektörlerden birçok şirket iflasa adım adım yaklaşırken, büyük teknoloji şirketlerinin büyümeye devam etmesi, çok önceden adı konulan sürtünmesiz kapitalizm hedefinin başarı hanesine yazılabilir.

Bunun yanında, salgın günleri, dolaşımın en hızlı şekilde gerçekleşmesinin yanı sıra çalışmanın da iş yerine kıstırılmamasının imkânlarını açığa çıkardı. Birçok şirket bu süreçte evden çalışma sistemine geçti ve bunun ortaya çıkardığı avantajlara daha bir iştahla bakmaya başladı. Patron lehine birçok avantajı barındıran evden ya da freelance çalışma biçimleri, salgın sonrası için de çekici bir model olacak gibi duruyor.

Herkesin eve kapandığı, neredeyse tüm iletişimin yeni medya teknolojileri dolayımıyla gerçekleşebildiği bu dönemde, aşina olunan uygulamalar gündelik yaşama biraz daha hâkim olurken, daha öncesinde bilinmeyen birçok uygulama da öğrenildi, siberuzamda yeni deneyim kapıları açıldı. Kayda değer miktarda insanın gelir kaybı yaşamasına paralel olarak, internet temelli yeni girişimlerin sayısı da epeyce arttı. Podcast programları, e-bültenler, Youtube kanalları, haber siteleri birbiri ardına açılırken, Patreon benzeri finansal destek/bağış platformları çok daha fazla öne çıktı. Gazetecilik ve popüler kültür endüstrisinin online teşkili ciddi oranda hız kazandı.

Kısacası salgın, kapitalizmin iletişimsel boyutunun kapsamını, avantajlarını, olumsuzluklarını ve potansiyellerini çok daha iyi bir şekilde görmemize imkân verdi. Bu yazıda, Jodi Dean’in iletişimsel kapitalizm kavramı üzerinden, bugün yaşananlarla sınırlı olmayacak bir şekilde, iletişim ve kapitalizm ilişkisinin bizi getirdiği yeri tartışmaya çalışacağım.

Ortak kaynağa el koyma

Jodi Dean için mevcut internet ortamı öncelikle neoliberal modele göre şekillenmiş bir mekândır. Kamuya ait işletmelerin ve hizmetlerin özelleştirilmesinin ötesinde insanlığın ortak kaynaklarına el koyma biçimi olarak neoliberalizm, insanlığın bilgi, dil, imge ve duygulanım gibi ortak kaynaklarını metalaştırır ve ekonomiye tabi kılar. Daha önceleri “kârlılık hesabı sınırları dışında görülen”[1] iletişim alanları, yeni medya teknolojilerinin hayatı daha fazla kapsamasıyla birlikte sömürüye açık bir hale gelmiştir. Geçmişin aksine bu dönemde gündelik hayatta kurulan iletişimin büyük bir bölümü artık ekonomik bir faaliyet alanının içerisinde gerçekleşmektedir. Aileyle ve arkadaşlarla kurulan iletişimden, kredi kartı borcunu ödemeye, kültürel ürünlere erişimden, bayram tebriklerine, dışarıdan yemek sipariş etmekten, şirket toplantılarına dek gündelik hayattaki birçok eylemimiz, maddi bir karşılığı olan veri havuzumuzun şekillenmesine hizmet etmektedir. Bu, neoliberalizmin diğer alanlarda da uyguladığı mülksüzleştirme yoluyla birikimdir: "İletişimsel kapitalizm toplumsal özü ele geçirir, özelleştirir ve paraya çevirmeye çalışır”.[2]

Facebook’a üye olurken ya da Google’da arama yaparken, aslında bu şirketlerin kimsenin okumaması için yazdıkları uzun sözleşmeleri kabul ettiğimizi de bildiririz. Bu nedenle bu şirketler, uygulamalar içerisinde paylaştığımız her içeriğe ya da attığımız her adımın bilgisine el koyarak, bunları kendi mülkiyetine geçirir. Sonrasında ise üçüncü kişilere satarak para kazanır. İnternetin ve onun yarattığı olanakların insanlığın ortak varlığı olduğunu düşündüğümüzde, aslında yaşanan bir avuç sermayedarın kamusal olanı gasp etmesidir:

“Her kişi ifade eden, iletişime giren bir varlık olarak üretken olduğu ölçüde ve herkes iletişime dönük karşılıklı ilişkilerinde üretken olduğu ölçüde, her türlü mülkiyet ya da kâr açıkça hırsızlıktır”.[3]

İnternetin herkesin eşit düzeyde katıldığı ve eşit fırsatlara sahip olduğu bir mekân olduğu iddiası, iletişimsel kapitalizmin ideolojik yapısından doğan bir çarpıtmadır. Bunun tam aksine internette başarılı olmanın yolu, büyük bir sermayeye dayanmak, sanal hiyerarşi içerisinde avantajlı bir konumda olmaktır. Kapandıkları odalarında esrar eşliğinde yazılım geliştiren süper zekâ nerd’lerin başarı hikâyeleri geride kalmıştır. Neoliberal mülksüzleştirme, 90’ların muhalif, kolektif ve yaratıcı internet kültürünü marjinalize etmiştir. Günümüz internetini tanımlayan, dünya çapında en çok indirilen dört uygulamaya (Facebook, Whatsapp, Messenger ve Instagram) sahip olan Zuckerberg’in şahsında cisimleşen tekelleşmedir:

İnternet gibi karmaşık ağların en ilginç özelliklerinden biri güç kanununa tabi bağlantı dağılımlarının ortaya çıkışı[dır]. Buradaki temel fikre göre, ‘superhub’lar, yani büyük merkezler (muazzam popüler siteler) ortaya çıkar. İnternet her sitenin aynı sayıda ‘hit’ alabileceği düz bir yer değil. Aralarında çeşitli hiyerarşiler var.”.[4] Google, Facebook, Youtube ve Çin’deki Baidu devasa internet merkezleri, bağların karmaşık ağlarda etkili bir güç yasası dağılımına sahip olduklarını göstermektedir. Çok az kişiye çok fazla; geri kalanına ise neredeyse hiç denecek kadar az düşmektedir. (…) ağ tabanlı iletişimin görünürdeki yaratıcı, işbirliğine dayalı ve demokratik karakteri, hiyerarşiyi saf dışı etmemektedir”.[5]

Buradan hareket eden Dean, internetin yapısından ilhamla ortaya konan ağ tabanlı siyasal örgütlenme fikrine de eleştirel yaklaşmaktadır. Oldukça demokratik ve radikal iddialarla ortaya çıkan internetin, kısa zamanda kapitalizmle bu denli bütünleşmesi ve ekonomik hiyerarşileri yaratması, siyasal alanda da demokrasi, öz-yönetim, ifade özgürlüğü gibi ideallerin tam tersi sonuçların doğabileceğine yönelik önemli ipuçları taşımaktadır. 2009’da başlayan, Arap Baharı ve Occupy hareketiyle devam eden ayaklanma döneminin Facebook ya da Twitter devrimleri olarak anılması da Dean’e göre, “iletişimsel kapitalizm dahilindeki high-tech ıvır zıvıra bağlı gevezeliğe odaklanarak radikal politika tehdidini” uzaklaştırmaya yaramıştır sadece.

Sosyal medya ve eleştiri

Dean’a göre internet, politik bir örgütlenme ve eyleme geçme alanı olarak elverişsizdir, siyasi tartışma ve eleştiri de sosyal medya mecralarında amacına ulaşamaz. Çünkü sosyal medyada sunulan bir eleştiri, genel olarak internetin yapısı göz önüne alındığında, bir eleştiri olarak algılanmaz; ancak mainstream akışa sürülmüş bir başka fikir olarak işlev görür. Eleştirinin içeriği değil, akışa olan niceliksel katkısı ön plana çıkar. İnternetin yapısı için önemli olan akışın –yavaşlamadan– devam etmesidir, bu nedenle hiçbir fikir akışa etki edemez. Mesajın değişim değeri, kullanım değerini aşar. [6]

Bir mesaja verilen yanıt, genel olarak, bu mesajın içerdiği anlama yönelmez, yeni bir mesajı akışa sokmak için onu malzeme olarak kullanır. Böylece aynı değişim değerine sahip bir mesaj daha ortaya çıkar. Bu aynı zamanda internetin refleksif yapısını da gösterir. Sosyal medya, yine sosyal medyada ortaya çıkan mesajların çoğaltılması ya da çarpıtılmasıyla sonsuz kere kendi içine yönelir. Bu bir yandan gerçek bir eleştirinin etkisinin baştan kaybolmasını, diğer yandan troll olarak andığımız hesapların etkisinin nedenini açıklar. Troll’lük tam da internetin bu refleksif yapısından güç alır. Eleştiriyi bu alanda öldürmeye çalışır.

Ayrıca, “akışa sürülmüş bir başka fikir olarak” troll mesajları da, gerçek bir eleştiriyi dile getiren çalışılmış bir mesaj da maddi anlamda aynı değeri taşır. Dean’e göre ikincisinin etkili olması daha zordur. Çünkü akışı yavaşlatacak düzeyde kapsamlı ve ayrıntılı yorumlar daha az etkileşim alacağından, sosyal medya mesajları en açık, anlaşılır ve kolay paylaşılabilir hallerinde –yani vasatta- eşitlenecektir. Democracy and Other Neoliberal Fantasies adlı kitabında şöyle der Dean:

“Bir katkının [mesajın] anlaşılmasına gerek yoktur. Onun sadece tekrarlanması, çoğaltılması ve iletilmesi gerekir.”[7]

Komünist Ufuk’ta da aynı noktaya değinir:

“Bilgi ve duygulanım çevrimlerine birer katkı olarak sözlerimiz iletişim bakımından denktir; taşıdıkları içerik, anlam önemsizdir. Örneğin, bir blogda otomatiğe bağlanmış bir robotça yazılan abuk sabuk şeyler derin bir düşünce kadar yorum sayılır.”[8]  

Girişimcilik fetişi

Neoliberalizm sadece 1970’lerde uygulamaya konulan bir ekonomik program değil, aynı zamanda ideolojik bir formdur. Read’in dediği gibi:

“Kapitalist üretim tarzının düzenli işleyişini sağlamak sadece hukuk ve kurumlar düzeyinde değil, aynı zamanda öznellik düzeyinde yaşama geçer. Kapitalist üretim tarzının oluşumu için belli bir öznellik üretimi zorunludur”.[9]

Neoliberal ideolojinin ürettiği öznellik formu, her insanı kendi kişiliğini yatırım alanı haline getiren bir girişimci olarak kodlar:

“İnsan sermayesi ve yaratıcı emek retorikleri bizleri hepimizin gitgide daha fazla sömürülen güvencesiz işçiler değil de, özünü gerçekleştiren girişimciler olduğumuza ikna eder”.[10]

Neoliberal bir model olarak internet, üretim ilişkilerinin temelinde yer alan sömürünün yaldızlı sloganlarla örtülmesine hizmet eder; çalışmayı eğlenceli kılar, yaratıcılığın coşkusu ve girişimciliğin sunduğu fırsatlarla ‘iş’in başına bir hale geçirir:

"İletişim teknolojileri kapitalizmi kabul edilebilir, heyecan verici ve şirin hale getirdi; eleştiri yöneltenleri teknolojiden ürken örümcek kafalılar durumuna düşürme yoluyla, kapitalizmi eleştiriden bağışık konuma yükseltti.” (…) Yaygın kişisel iletişim medyası aktifliğimizi pasifliğe dönüştürür, tutsak alır ve kapitalizmin hizmetine sokar. Öfkeli, dolu, bir şey yapmaya can atar halimizle, veriler arar, sorular yöneltir ve taleplerde bulunuruz. Oysa harekete geçmek için gerek duyduğumuz enformasyon sürekli erişim alanımızın dışında görünür; yanlış anladığımız ya da bilmediğimiz bir şey her zaman vardır”.[11]

Yeni iletişim teknolojileri, neoliberalizmin rekabetçiliğini insanlara aşılama konusunda da başarılıdır. İşin hiç olmadığı kadar güvencesiz, kırılgan ve esnek hale geldiği, sona eren bir işin ardından diğerinin gelmesi için insanların kendilerini sürekli geliştirmek zorunda olduğu, işe yarar bir CV hayaliyle yılların harcandığı böyle bir ortamda, sosyal medya hesapları benliğe yapılan yatırımların sergilendiği bir sahne olarak iş görür. Dean’e göre günümüzde, emeğin karşılığı olarak alınan ücret bir hak olmaktan çıkmış, neredeyse bir ödül mertebesine yükselmiştir. İnsanlar, çabalarının karşılığını almak için değil, alabilme şansını yakalamak için durmadan uğraşır.

Sosyal medyadan para kazanmaya çalışmak bunun iyi bir örneğidir. Youtube kanalı açarak oradan bir gelir elde etmeye çalışan milyonlarca insandan sadece çok az bir kısmı gerçekten herhangi bir ücrete kavuşabilir. Oysa Youtube’un toplam içeriğini oluşturan videoların çok büyük bir bölümü, para kazanan kullanıcılar tarafından değil, para kazanma umuduyla emek harcayan insanlar tarafından çekilmiştir. Yani, Youtube’a asıl para kazandıran, emekleri karşılığında telif ödediği kişiler değil, para kazanma hayaliyle işe koştuğu, ancak herhangi bir ücrete kavuşamayan kullanıcılardır. Bu internetin ekonomik mantığıdır: Herkes çalışır, çok az kişi kazanır, ama şirketler mutlaka kazanır. Rekabet burada önemli bir motivasyondur. Sosyal medyanın mantığı öyle bir hale gelmiştir ki, sadece para kazanmak için değil görünür olmak için bile sürekli içerik üretmek ya da bir şeyler paylaşmak gereği duyulur. Akışa katılmamak pişmanlıkla yüklüdür.

Bütün bu yaratıcılık tantanasının aksine, internet mantığı, tıpkı mesajlar gibi, kullanıcılar tarafından üretilen kültür ürünlerini de vasatta eşitler. İnsanları yaratıcı olma konusunda teşvik eden sistem, yaratıcı bir ürünü kısa sürede vasat haline getirir. Efektif bir şekilde algılanamayan ve kabul edilmeyen yaratıcılık başarısızlıktır. En saçma ve banal içerikler ise, belli bir etkileşime ulaştığı yerde üreticinin başarılı bir yatırım kararı olarak değerlendirilir:

“İletişimsel kapitalizm aşırı, fazla ve bol olanı kapar. Onun itkisi bizi ekstraya ve fazlaya, kapmamamız halinde başka birinin kapacağı yeni fırsatlara, öngörülmemiş hazlara, şanslara ve risklere yöneltir; türev araçlarının metalaştırdığı ve yüksek finansın spekülasyon konusuna çevirdiği şanslar ve riskler tam da budur”.[12]

İletişimsel kapitalizminin yapısal özelliklerinden birisi de gösteridir. Hangi konuda olursa olsun dolaşıma sunulan katkılar gösteri biçimine büründürülmelidir. Yaygın kanının aksine internet kültürü, geçmişin kitle kültüründen ya da popüler kültürden farklı bir yerde konumlanmaz. Genel yapıyı şekillendiren gösteri kültürüdür. Bu nedenle bir tarihçi de olsanız, bir yönetmen de olsanız, yaptığınız her şeyi gösteri olarak sunmak, nihayetinde bu kimliklerinizden soyutlanmış bir imaj inşa etmek zorundasınızdır. Lukacs’ın dediği gibi:

“İhtisaslaşmış ‘virtüöz’, nesneleşmiş ve şeyleşmiş yeteneklerini satışa çıkaran kişi yalnızca toplumun edilgen bir gözlemcisi haline gelmiş olmaz; aynı zamanda kendi nesneleşmiş ve şeyleşmiş yeteneklerinin işleyişi karşısında da izleyici konumuna geriler. Bu olgu gazetecilikte ayyuka çıkar. Burada öznelliğin ta kendisi, bilgi, mizaç ve ifade güçleri, gerek ait oldukları bireyin kişiliğinden gerekse üzerinde uğraşılan meselenin malzemesinden ve somut doğasından kopmuş, özerk olarak işleyen soyut bir mekanizmaya indirgenmiştir”.[13]

Sorunların kaynağına dönmek

Dean’e göre, neoliberal ideoloji kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun bir öznellik üretirken, bir yandan da, bu sistemin yarattığı sorunlara karşı mücadelenin yollarını da tıkamaktadır:

“Bizlere sürekli olarak sorunlarımızı hayal gücüyle, büyük fikirlerle ve yaratıcılıkla aşabileceğimiz söyleniyor. Öyle görünüyor ki yeni yaratıcı fikirler sadece iklim krizini çözmekle kalmayacak, aşırı eşitsizliği de bitirecek, hatta ırkçı nefretin bile üstesinden gelecek. Garip bir şekilde bu ‘büyük düşün’ ve ‘hayal et’ söylemlerinin cazibesi teknoloji devlerinden sosyalist aktivistlere, ana akım politikacılardan, ‘lüks komünizmi’ savunanlara kadar herkesi bir araya getiriyor. Bu aleni ittifak, kapitalizm, sınırlar, göç ve kaynaklara dair temel çatışmaların gerçekte ne kadar şiddetli olduğunu görmemizi engelliyor. Tüm sorunlarımızı derhal çözebilecek denli büyük, yaratıcı ve hayal gücüne dayalı bir fikir olabileceği fantezisi görünmez hale gelen ayrışmanın üstünü örtüyor”.[14]

Bunun bir çıktısı da tekno-çözümcülüktür. Dünyadaki bütün sorunları teknik eksikliklerle ya da aksaklıklarla açıklayan bu zihniyete göre, bütün sorunların çözüm sahası da tekniktir. Örneğin, yalanın dünya çapında bu kadar kullanışlı hale gelmesini anlatmak için yeni terimler yaratanlar, sosyal medyayı bu sorunun başat kaynağı olarak gördükleri için belli başlı teknik buluşlarla, yaratıcı fikirlerle bunun üstesinden gelinebileceğine inanmaktadır. Oysa, yalanı siyaset için bir araç olarak kullanmak yeni bir olgu değildir, günümüzün bu konudaki özgün sorunları ise tamamen siyaset kaynaklıdır. Siyasetten kaçınarak tekniğe sığınmak, neoliberal ideolojinin koyduğu sınırlar içerisinde gezinmek anlamına gelir.

“Bugünün mücadelesinin temel projesi genel zekânın yok ettiği bedenselliği geri kazanmak ve gezegenin canlı bedenini ve sosyal bedeni sıvılaştıran dijital-finansal hiper soyutlamaya karşı durmaktır” der Witheford.[15] Dean de buna benzer bir yerden siyasetin siberuzamda değil gerçek yaşamda kurulduğunu vurgulayarak, küresel esaretten kurtulmamız için bu esaretin boyutunu ve yeni iletişim teknolojilerinin bu esaretteki payını iyi anlamamız gerektiğini savunur. Koronavirüs salgını, politikanın gerçek hayatta ve birbirine karşıt sınıflar arasında gerçekleştiğini ve iletişimsel kapitalizmin insanlığa nasıl bir gelecek biçtiğini göstermiştir. Sonuç olarak, yüzde 1’lik zengin kesimin dışında kalanların ölüme terk edildiği bir sistemi değiştirmenin yolu da, insanlığın ortak kaynağı olan interneti neoliberal tasalluttan kurtarıp onu insanlığın genel çıkarları ve refahı için elverişli bir hale sokmanın yolu da siyasi mücadeleden geçmektedir.


[1] David Harvey, Neoliberalizmin Kısa Tarihi, çev. Aylin Onacak, Sel Yayınları, 2015, s.169

[2] Jodi Dean, Komünist Ufuk, çev. Nurettin Elhüseyni, YKY, 2014, s.78

[3] Dean, a.g.e., s.93

[4] “Jodi Dean ile Söyleşi: Ya Özgür Siyaset ya da Siyasetsiz Siyaset”, Erkal Ünal, Barış Özkul, Birikim

[5] Jodi Dean, “Devrimin Güncelliği”, Devrimi Yeniden Düşünmek, haz. Leo Panitch, Greg Albo, çev. Rafet Koca, Yordam Kitap, 2017, s.83

[6] Jodi Dean, Democracy and Other Neoliberal Fantasies: Communicative Capitalism and Left Politics, Duke University Press, 2009, s.21

[7] Dean, a.g.e., s.27

[8] Dean, Komünist Ufuk, s.77

[9] Jason Read, Sermayenin Mikropolitikası, çev. Ayşe Deniz Temiz, Metis Kitap, 2014, s.66

[10] Max Haiven, Hayali Sermaye: Popüler Kültürde ve Gündelik Yaşamda Finansallaşma, çev. Yasin Emre Kara, Koç Üniversitesi Yayınları, 2016, s.22

[11] Dean, a.g.e., s.77

[12] Dean, a.g.e., s.89

[13] Georg Lukacs, Tarih ve Sınıf Bilinci, Belge Yayınları, s.175; çeviri buradan: Read, s.220

[14] Jodi Dean, “Bize Yoldaş Gerek”, çev. Emre Kovankaya, Emek ve Adalet 

[15] Nick Dyer-Witheford, Siber Proletarya: Dijital Girdapta Küresel Emek, çev. Eylem Akçay, Z Yayınları, 2019, s. 252

 

GİRİŞ RESMİ:

Jodi Dean