Buralıyım: Almanya

Bugünün Almanya'sında ikidillilik, yabancılık/ötekilik, çokkültürlülüğün arasında kültür sanat alanında üretim yapanlar, "Göçe Dair" dosyamızın ikinci bölümünde hikâyelerini anlatıyor...

13 Haziran 2019 12:00

Nisan ayı dosyamız "Göçe Dair" başlığını taşıyordu ve o ayın sunuşunda da belirtmiştik bu başlık altında çalışmaya devam edeceğimizi. İşte, bu ay aynı başlık altında Almanya'daki seslere, sahnelere, hikâyelere gidiyoruz.

Dosyanın bugün yayına açtığımız ikinci ayağı artık Berlin'de yaşayan dostumuz Melek Aydoğan sayesinde hazırlandı. Bu yüzden de kendisinden bu konu ile ilgili birinci derecede öznesi ve dosyanın ikinci ayağının fikir sahibi olarak düşüncelerini yazmasını rica ettim. 

Göçle ilgili konuşmak, yerleşmiş ve dolaşımda olan birçok hükmü kırmayı beraberinde getiriyor. Ekonomik ve siyasal bağlamları içinde yapmak gerekiyor üstelik bunu. Gelenin ve yerleşik olanın arasında karşılaşmalar yaratmak, insanların gerçekten birbirlerini dinleyip karşılıklı söz söyleyebildikleri ortamları oluşturmak daha da önemli hale geliyor. Göçmenleri “proje” malzemesi hâline getirip, göç edenin zorluklarını, travmalarını, çatışmalarını yerleşik olana “uyum”/“entegrasyon” ile “çözmek” büyük bir sorun olarak dururken, asimilasyon gittikçe açık hale geliyor Avrupa’da.

Bu dosyayı K24 editörlerine önerme sebebim, benim politik ve ekonomik sebepler barındırmayan göç hikâyemle ilgiliydi; cevaplar aradığım sorular vardı. Merak duyduğum, bilinmedik bir suya açılırken tereddütlüydüm ve diğer göçmenlerle beraber düşünmenin kıymetli olacağına inandım. “Ev neresi, evim nerede” sorusuyla dönüp dururken, dosya için iletişime geçtiğim herkese kişisel meraklarla bu dosyayı hazırladığımı söyledim. Söyledim, çünkü gidenin bıraktığına, gelenin yerleştiğine, yerleşik olanın yeni gelene bakışına sonuçların bilgisi üzerinden baktığımızı fark ettim. Nedenler üzerine düşünürken kişisel hikâyelerle söz almak faydalı olacaktı.

İkidillilik, yabancılık/ötekilik, çokkültürlülük, dilin ve kimliğin yarattığı “ara” konum gibi meseleleri edebiyat, tiyatro, görsel sanatlar…vb. üzerinden tartışan bir dosya çıktı ortaya. Ne diyordu Foucault: “Sonuçta tek gerçek vatan, insanın ayağını basabileceği tek toprak, başını sokabileceği, sığınabileceği tek ev çocukluğundan itibaren öğrendiği dildir.”

Ve diyordu ki Javier Marías: “İnsan yalnızken, yurt dışında yaşarken, hiç durmadan kendi dili ya da ilk dili olmayan bir dili konuşurken, hiçbir zaman olduğu gibi değildir -tam olarak değildir, tıpatıp değildir.”

Ve işte dosya yazarlarımız ve başlıkları:

Sabine Adatepe:
#buralıyım: Thinking out of the box ya da bir reframing çağrısı


Zehra İpşiroğlu:
Almanya’da göçmen kökenli tiyatro “öteki olmak”tan kurtuldu mu?*


Menekşe Toprak:
"Bana göre göç hayal kırıklıklarının ürünüdür"

Cemal Sakallı:
Dildeki yabancı ve yabancılaştırma estetiği

Deniz Arslan:
Evlerinin önü

Hesen Ildız:
Ben artık bir başkası bile değildir

Hilmi Tezgör:
Bir ülkeye güvenmek

Merve Şen:
bi’bak’la bir aradalıkları çoğaltmak üzerine

Gülçin Wilhelm:
Kimlik ve tuzakları

 

Temmuz ayında görüşmek üzere.