Hiçbirini uydurmadı: Margaret Atwood

"Bir danışmanım vardı, şu yazma işine bir son vermemi, okulu bırakmamı, münasip bir koca bulup evlenmeye bakmamı söyledi. Ama ona kulak vermedim…"

03 Ekim 2019 12:30

Kanada'da elektriğin, suyun olmadığı yaban bir ormanda doğdu. Babası böcek bilimci, annesi beslenme alanında çalışıyordu. Ormanın karanlığından, bilinmezliğinden korkan bir çocuk değil de kendi söylediğine göre kışları ormandan şehre indiğinde sifon denen şeyi görüp ondan korkan bir çocuk oldu. Hayatında sadece kitaplar vardı. Yedi yaşında yazdığı ilk romanı bir karınca hakkındaydı. 16 yaşındayken gazetecilik okuyabileceğini düşündü. 50'li yıllardı ve ona bir gazetede ancak ölüm ilanlarını ya da moda sayfalarında yazabileceğini söylediler. Vazgeçti. Geleceğine dair öngörüsü Paris'te bir çatı katında absinthe ve sigara eşliğinde başyapıtlar yazıp sonra da bir güzel ölmekti. Ama yine de ölmeden önce belki öğretmenlik yaparım diye İngiliz Dili ve Edebiyatı okumaya karar verdi. 

"Sonra lisansüstü için Harvard’a gittim, garson olmaktan iyidir dediler bana, ben de gittim. Orda daha çok yazabilirsin dediler. Bir danışmanım vardı, şu yazma işine bir son vermemi, okulu bırakmamı, münasip bir koca bulup evlenmeye bakmamı söyledi. Ama ona kulak vermedim…"

Atwood yazdı. Evlendi, anne oldu. Başyapıtlarını Paris'te bir çatı katında ölmeyi bekleyerek yazmadı. Köprüden de atlamadı. Ütopya ile distopyayı birleştirerek “üstopya” olarak tanımladığı bir tür yarattı. Yaşadı ve yazdı. Margaret Atwood bugün 80 yaşında. Damızlık Kızın Öyküsü'nün 15 yıl sonrasını anlattığı The Testaments adını verdiği romanıyla bugün dünya edebiyat gündeminde. Nobel Edebiyat Ödülü ve Booker Ödülü'nün güçlü adaylarından. Hakkında yazılacak, tartışılacak çok şey var.  İşte, biz de bu ayı Atwood'a ayırmak istedik. 

Aysu Önen, Mert Tanaydın, Merin Sever, Oylum Yılmaz ve Michiko Kakutani'nin yazıları ve K24 editörlerinin derleyip çevirdiği söyleşileri paylaşıyoruz.

Atwood'u daha yakından tanımak için K24 editörleri derledi: 

"Ne okuduğunuz da en az ne yazdığınız kadar önemlidir"

Büyük ihtimalle bir eş anlamlılar sözlüğüne, temel dilbilgisi kitabına ve gerçekliğe sıkı sıkı tutunmaya ihtiyaç duyacaksınız. Bu sonuncusu şu anlama geliyor: Ekmek elden su gölden yok. Yazmak bir iştir. Keza, bir kumardır da. Bir emeklilik planınız falan olmaz. Başkaları size bir yere kadar yardım edebilir ama haddi zatında kendi başınasınız. Kimse sizi buna zorlamadı: bunu siz seçtiniz, o yüzden mızmızlanmayın.

Aysu Önen’in yazısı:

Hikâye, mit, reklam

Edebiyatın böyle panayırlaşmasını, bir yazar etrafında neredeyse kişilik kültü yaratılmasını bir oturuşta hazmetmek kolay değil. Üstelik, ânında sahip olmaya odaklı tüketim bağımlılığıyla, bir kurtarıcıya duyulan ihtiyaç, biraz da bir gruba ait olmanın dayanılmazlığı birleşince, üzerine yorum yapmak iyice karmaşıklaşıyor. Bir nesne olarak kitap reklamıyla mı, yoksa bir politik ideoloji propagandasıyla mı karşı karşıyayız? Bütün bu yaşadıklarımız feminist mi? Lansmandaki kekler glutensiz ve şekersiz mi?

Mert Tanaydın yazdı:

Zamanın ruhuna diklenen matrak kocakarı: Margaret Atwood

Atwood’un pek çok romanında kahramanlar, özellikle kadınlar, sadece hayatta kalmak için bile çok fazla badire atlatıyor, birbirlerine tutunmaya ya da birbirlerini harcamaya çalışıyor. Kadınlar Viktorya Britanyası’nın koyu muhafazakâr statülerinden kolay kolay çıkamıyor: Ya evin hanımefendisi olarak buyurgan bir öfkeyle davranıyorlar ya da evin hizmetkârı olarak tepkisel bir öfke içlerini kavuruyor; ya birer seks kölesi veya damızlık kız olarak büyüyor genç kızlar ve etraflarındaki erkekler mütemadiyen onları avlamaya çalışıyor ya da içlerindeki buzları birbirleriyle dayanışarak biraz eritmeye çalışan Emily Dickinson, Virginia Woolf ya da Sylvia Plath türü entelektüel kadınlar haline geliyorlar. Batı toplumunda feminist dalgalarla kadınlar kendilerine yer açarken kapatıldıkları malikânelerden çıkıp önce sosyal ortamlarda, sonra fabrikalarda ve işliklerde, nihayetinde de eğitim kurumlarıyla ofislerde boy göstermişken Atwood’un pek çok romanında evsel sınırları aşmaları hiç de kolay olmuyor.

Michiko Kakutani’nin yazısı:

Damızlık kızın gerilimi: The Testaments’ta Gilead içinde bir ajan var!

“Yaşardık, her zamanki gibi, aldırmadan. Aldırmamak cehaletle aynı şey değildir, üstünde çalışman gerekir.” Damızlık Kızın Öyküsü’nün 15 yıl sonrasını anlatan ve merak uyandıran devam kitabı The Testaments’ta Offred, yalnızca üç cümle kurarak çok kısa bir an görünüyor. Fakat devletin düşmanı ve terörist ilan edildiği Gilead’da neredeyse efsanevi bir yer kazanmış oluyor. 

Merin Sever yazdı:

Döngüsel bir zamanda, dönüşümün hikâyesi: Evlenilecek Kadın

Atwood üstüne basa basa kitabının “feminist” değil “proto-feminist” bir kitap olduğunu, 70’lerin başında ses getiren bir kitap olmuş olsa da onu aslında 1965 yılında yazdığını belirtiyor. Bu hem önemli hem de işaret ettiği şey bakımından değerli, zira Atwood’un 68 Hareketi’yle yükselen feminist dalgayı öncelediğini gösteriyor bu tarih. Bir diğer içimizde hafif bir kıskançlık uyandırması muhtemel nokta, bu güçlü romanın “23 yaşındaki bir kadın tarafından düşünülmüş ve 24 yaşındaki bir kadın tarafından yazılmış” olması.

Cansu Canseven çevirdi:

Atwood anlatıyor: Olur da biri “Bunları nereden uydurdun?” diye sorarsa...

Margaret Atwood Damızlık Kızın Öyküsü ile kitabın devamı olan The Testaments romanlarına ilham veren gerçek hayattan alınmış olayların peşine naısl düştüğünü anlatıyor. Toronto Üniversitesi’ne yaptığı kısa yolculuğu süresince, Romanya’daki Çavuşesku’nun acımasız Komünist rejiminden 1980’lerde Amerika’da kadın hakları için verilen savaşlara kadar bütün bu olayların tam olarak ne olduğundan bahsediyor.

Oylum Yılmaz yazdı:

Atwood’un üstopyaları, edebiyatın alarm sistemi

Ve elbette hemen tüm eserlerin kelimenin tam anlamıyla feminist bir bakış açısıyla yazılması, toplumsal cinsiyetin baskılayıcı yönünün teknolojiyle birleşip totaliterliğe kayma eğilimine dair feminist birer edebî uyarı olması Atwood üstopyalarının en karakteristik bir diğer özelliği.

**

 Kasım ayında görüşmek üzere.