"Edebiyatın merkeziymiş, taşrasıymış, kalemin kâğıda değdiği yermiş…"

“26 Ocak 2023 tarihli Mesut Varlık yazısını okuduğumda, aslında nasıl da önyargılarımızın kurbanı olabileceğimizi fark ettim. Çünkü yazıda birtakım tuhaflıklar, beni rahatsız eden, kelimelerle tarif edemeyeceğim bir şeyler vardı, neydi bunlar? Fark edemedikçe yazıyı tekrar okudum, okudukça, hislerimde haklı olduğuma daha çok ikna oldum...”

02 Şubat 2023 21:00

gaslight, v.
Origin: Formed within English, by conversion. Etymon: English Gaslight.
Etymology: < the title of George Cukor’s 1944 film Gaslight (a remake of Thorold Dickinson’s 1940 version, in turn based on a play by Patrick Hamilton, first performed in 1938), in which a man psychologically manipulates his wife into believing that she is going insane.

Nuri Bilge Ceylan’ın 2018 yılında vizyona giren Ahlat Ağacı filminde, 2013 yılında bir sempozyuma gönderdiği mektup alıntılanan yazar Polat Onat, film vizyona girdikten hemen sonra Nuri Bilge Ceylan’a bir dava açmıştı – hepimiz, o dönem ben de gülünç bulmuştum bu eylemi. Ne gerek vardı, bir yazar buna tenezzül etmeli miydi, hele bir de para istemek olacak iş miydi, vesaire.

K24'te 26 Ocak 2023 tarihli Mesut Varlık yazısını okuduğumda, aslında nasıl da önyargılarımızın kurbanı olabileceğimizi fark ettim. Çünkü yazıda birtakım tuhaflıklar, beni rahatsız eden, kelimelerle tarif edemeyeceğim bir şeyler vardı, neydi bunlar? Fark edemedikçe yazıyı tekrar okudum, okudukça, hislerimde haklı olduğuma daha çok ikna oldum. Bu yazı, karnımda peyda olan bir huzursuzluk, duyulan bir suçluluk üzerine yazıldı, anlayacağınız.

Şimdi, 26 Ocak 2023 tarihli yazıyı inceleyelim. Yazı tüm bu süreci anlatma ve aydınlatma iddiası taşıyor. Mesut Varlık’ın küçük bir özetiyle başlıyor yazı. Şöyle diyor, MV:

Fakat sadece filmin sonunu merak edenler varsa, şunu en başından söyleyeyim: NBC’nin, Ahlat Ağacı filminde mektubu izinsiz kullandığı iddiası kesinlikle doğru değildir. Çünkü, Polat Onat’tan mektubunu yayımlama iznini alan ve kendisini arayarak filmde yer alması konusunu açıklayan kişi bizzat benim.

Bold tuttuğum yeri aklımızın bir köşesine yazalım. Bakalım, yazının özeti olarak sunduğu bu paragrafta söylediği gibi, MV mektubun filmde yayınlaması konusunu ne kadar/ne zaman açıklamış; ve iddia ettiği gibi Polat Onat’ı aramış mı, aradıysa ne zaman aramış?

Mesut Varlık 2016 yılında NBC tarafından aranıyor. NBC kendisine izni olursa telifi Mesut Varlık’a ait (geliri de Nesin Vakfı’na bağışlanan) kitabından alıntılar kullanmak istediğini söylüyor. Böylece, Mesut Varlık’ın (önceden ne tür bir yakınlıkları olduğunu bilmediğim) NBC ile filme dair iletişimi başlamış oluyor. Öncesinde ne tür bir yakınlıkları olduğunu bilmediğim dedim, fakat pek de yakın olmadıklarını tahmin edebiliyorum. Çünkü Mesut Varlık, NBC tarafından arandığında yazıya da tezahür eden bir mutluluk duyuyor. Emek verip hazırladığı kitabı ülkenin en iyi yönetmenlerinden biri okumuş ve değer de verilmiş kitaba, haklı bir mutluluk bu:

… Bundan ancak şeref duyacağımı, ama yine de, senaryoda alıntıların geçeceği sahneleri okumak istediğimi söyledim…

Kıvanç duyduğum bu sevinçli haberi, kitapta bildirileri yer alan yazarlara verebilmek için gün saymaya başladım.

Konuşmanın içeriğini bilmiyoruz ama sonrasında, iddiasına göre Mesut Varlık, yazarlara haber verebilmek için “gün saymaya başlıyor”. Neyse ki, gün saymalar pek uzun sürmeyecek ve kendisi iki buçuk yıl sonra Polat Onat’ı, Polat Onat konuyla ilgili bir tweet attıktan sonra arayacak.

Burada, MV’nin bir vurgusu dikkatimi çekiyor. Sadece gün saymıyor MV, “tüm yazarlara haber vermek için” gün sayıyor. Oysa kitapta bildirileri yer alan her yazardan farklı bir konuma sahip Polat Onat, çünkü filmdeki sahne, direkt onun mektubunun üzerine inşa edilmiş bir sahne. Tüm yazarlara haber vermesindense, tek bir yazara öncelikli olarak haber vermesi daha makul. Fakat Polat Onat ve diğer on sekiz yazarı aynı mesafede tutuyor, sebebini bilmiyoruz.

Devam edelim: Mesut Varlık senaryoyu okuyor, güzel haberi vermeyi erteliyor. Haberi ertelemesinin sebebini “filmin çekimlerinin henüz başlamamış olmasıyla” gerekçelendiriyor. Haliyle, diyor, henüz haber vermeye gerek yok. Neden?

Senaryoyu okuduğum sırada henüz film çekimleri başlamamıştı, sinemaya en azından ilgisi olan herkesin bileceği gibi, yazılan senaryodaki sahnenin kurgu aşamasında filme girip girmeyeceği veya “çalışıp çalışmayacağı” henüz belli değildi. Sonradan bir hayal kırıklığı oluşmaması için (Ah! Ne büyük saflık!) kurgu aşaması tamamlandıktan sonra bu mutlu haberi yazarlarla paylaşmaya karar verdik. Tokalaşıp ayrıldık.

Mesut Varlık’a göre, yazarın haberdar edilmemesinin ana sebebi, yazarın hayal kırıklığına uğrayabileceğine dair duyduğu endişe. Çünkü bu karakter ya da sahne kurguda çalışmayabilir ve çıkarılabilir. Yazarı düşünüyor MV, iddiasına göre; hatta bunu iyi niyetli, safça bir eylem olarak da görüyor. Filmin sonuna, kurgu aşamasına kadar beklemek yazar için daha hayırlı. Tekrarlıyorum, çünkü sahne çıkarılırsa, yazar hayal kırıklığına uğrayabilir. Fakat bunu anlatırken kullandığı dil… bir tuhaflık var bu dilde, değil mi?

“… sinemaya en azından ilgisi olan herkesin bileceği gibi…” Mesut Varlık, bu cümlede ihtimalle taşradaki yazarımıza sesleniyor – zaten, yazı boyunca onunla konuştuğu yerlerde diline hâkim olan tuhaf tınıyı dikkatli okurlar fark edecektir. Varlık, “sinemaya en azından ilgisi olan herkesin bileceği gibi” diye başlıyor cümleye – yani, bir sonraki cümlesine hak vermeyenler, ancak ve ancak sinemaya ilgisiz tipler (taşralı yazarlar?) olabilir. Herhangi birinin itirazına, itirazın sahibini sinemaya ilgisiz olmakla itham ederek önlem alıyor gibi. Diyor ki Mesut Varlık, bu konulara aklı azıcık eren herkes bilir ki, böyle sahneler kurguda çıkarılabilir – haber vermeye gerek yok.

Oysa, biz taşrada değil şehirde yaşayanların, en azından mahallesinde filmler/diziler çekilenlerin bildiği bir şey var. Kurguda çıkarılacak dahi olsa, hiç yayınlanmayacak dahi olsa, kameranın önündeki herkes (arkadan rastgele geçen adamdan YouTube videosuna konuk olan izleyiciye) ve her şey için, ihtiyaten bir muvafakatname alınır ve ileride yaşanacak sorunların böylece önüne geçilir. Yani, “herkesin bileceği gibi” cümlesinin muhatabı, konu hakkında bilgi sahibi olanlar değil, onlar bunun yanlış olduğunu biliyor – bilgisiz olanlar ikna edilmeye çalışılıyor. Kaldı ki, meslek birliğinin davaya dair yanıtında da bu türden bir belgenin eksikliğinden dem vuruluyor: “Davacı ile davalı taraf arasında imzalanmış bir sözleşme dosya kapsamında bulunmadığı gibi…”

MV’nin yapması gereken, yazarı aramak ve rızasının olduğunu belirten yazılı bir belge almak olabilirdi. Ama bu yapılmıyor. Hatta şöyle söyleyeyim: MV yazara hiçbir zaman haber vermiyor.

…bugün mü arasam, yarın mı diye düşünmeye kalmadan Polat Onat’ın NBC’nin yeni filminde kendisinden alıntı olduğunu havalara uçarak, sevinçle paylaştığı tweet’ini gördüm.

Yazar, Polat Onat, –burası önemli– kendi öğreniyor, yazdığı ve Mesut Varlık’a gönderdiği mektupla filmin ilişkisini. Mesut Varlık’ın henüz ilk paragrafta, “filmin sonunu merak edenler için özet”inde belirttiği gibi yazarı kendisi arayıp haber vermiyor, anlayacağınız.

Polat Onat, konuyla ilgili bilgi almak için bir e-mail atmaya karar veriyor. Mesut Varlık burayı şöyle aktarmış bizlere:

…Olur, heyecan duyar insan, merakından içi içini yer, yönetmene yazıp sorar; ne olacak ki? Öyle değil mi?

“Ne olacak ki? Öyle değil mi?” Öyle? İronik tınıya anlam veremedim. Evet, heyecan duyar ve yönetmene sorar, nitekim Onat da bunu yapıyor. Şöyle bir sorun da var ortada: Polat Onat, filmde ne tür bir metnin kullanıldığından dahi emin değil, hiçbir fikri yok. Çünkü dedik ya, MV kendisini iki buçuk yıldır aramamış, yazarın iyiliği için, kurgunun bitmesini bekliyor.

Polat Onat’ın bir kitabı da var, İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı adında. Ve Mesut Varlık senaryoyu okumasının üzerinden iki buçuk sene geçmesine rağmen konuyu hiçbir şekilde Polat Onat’la paylaşmadığından, yazar bir tereddüt içinde: Acaba diyor, konu benim bu kitabımla da ilgili olabilir mi, ya da konu tam olarak ne, cidden?

Devam edelim… Mesut Varlık, e-mail’den de bahsettikten sonra yazısına devam ediyor ve şu cümleyi kullanmayı uygun buluyor: “İşte, meğer asıl hikâye şimdi başlıyormuş!” Şimdi… Burada bir sıkıntı vardı, peki ama neydi bu? Bir şeyleri kaçırdığımı düşünüyorum, burada beni rahatsız eden nedir? Çünkü, tuhaf, böyle bir duyguyu bir yazı okurken hissetmemem gerekir, neden manipülasyona uğradığımı düşünüyorum? Ne burada beni rahatsız eden şey?

Böylece “asıl hikâye şimdi başlıyor” cümlesini Google’da arattım. Google’da karşıma Türk dizileriyle ilgili birçok haber çıktı: “Kızılcık Şerbeti’nde asıl hikâye şimdi başlıyor” başlıklı bir haber, “Çukur’da asıl hikâye şimdi başlıyor” başlıklı bir başka haber, “Aşk Mantık İntikam 16. bölüm… Asıl hikâye şimdi başlıyor” başlıklı başka bir haber daha. Bu diziler devam eden dizilerdi, öncesinde anlattıkları hikâyeler vardı, haliyle asıl hikâye şimdi başlıyor başlığıyla seyirciyi yeni bir şeylere hazırlamaları mantıklıydı.

Fakat aklım bana bir oyun oynamıyorsa –ya da, söylemekte sakınca yok, yazar tarafından bir tür gaslighting’e maruz bırakılmıyorsam– şimdiye dek hiçbir şey yaşanmamıştı. Yazının başına döndüm, tekrar okudum – haklıydım. Polat Onat, konunun muhataplarına sadece bir (1) adet e-mail atmıştı ve “Filmin benim kitabımdan esinlendiğinden şüpheleniyorum, eğer böyle bir durum varsa hakkım olan parayı yatırın” demişti, hepsi bu. Tüm olay bundan ibaretti. Oysa MV, “asıl hikâye” derken, orada var olan ve “asıl” olmayan başka bir hikâyeyi referans gösteriyordu yazısında. Şimdiye kadar anlattıklarım hiçbir şey diyordu, siz asıl şimdi anlatacaklarımı dinleyin.

Anlaşılması için tekrarlıyorum: Öncesinde, Polat Onat bu e-mail’i neden atmıştı? Çünkü hiçbir fikri yoktu, çünkü MV, senaryoyu bilen ve okuyan, belki gerektiğinde yorum yapan, Polat Onat’ın mektubunun senaryoda geçtiğine (ve nasıl geçtiğine) vâkıf olan muhatabı onu aramamıştı bile. Sebebini biliyoruz, yazarı üzmemek ve onun hayal kırıklığına uğramasını engellemek için.

Şimdi, ikinci şıkkı sonradan gelecek bir soru sormanın tam zamanı:

Mesut Varlık, Polat Onat’ı film çekilene, kurgusu tamamlanana kadar, hatta Polat Onat, kendi imkânlarıyla filmin kendisiyle ilgisini keşfedene kadar neden karanlıkta bırakmış olabilir?

  1. A) Mesut Varlık, sahne kurguda çıkarılabilir ve yazar hayal kırıklığına uğrayabilir endişesiyle, sahneyi yazardan gizledi.

B şıkkına henüz zaman var. Biz yazıyı okumaya devam edelim:

Daha bu güzel haberi yazar arkadaşlarımla (hatırlatayım; filmde sadece Polat Onat’ın cümlesi değil, kendisi katılmadığı için aralarında yer almadığı 18 yazar ve sempozyum kapsamında düzenlenen atölyelerin katılımcısı birçok okurun katkılarıyla, birlikte kaleme aldıkları Edebiyatın Taşradan Manifestosu’ndan da cümleler alıntılanıyor [bunca insanın cümlelerini manifesto halinde birbirlerine dikme şerefi de bendenize düşmüştü]) paylaşamadan kucağımızda nur topu gibi bir şey buluvermiştik.

“… güzel haber.” Evet, bu haber güzel bir haber. Burada ise konuya tekrar diğer on sekiz yazar girdi, ve keza okurlar da. Fakat onlar için bu haberin nesi güzel, bilmiyoruz. Kültür sanat alanındaki bir sempozyumdan başarılı bir yönetmenin filminde bahsetmesi, kültürel arası bir etkileşim olduğu için dahi iyi bir şey sayılabilir. Yine de bilhassa tek bir kişi için “kıvanç” duyulacak bir haber bu – bizzat sempozyumu düzenleyen ve kitabını da yazan Mesut Varlık için. Oysa belli: MV kolektif bir iş olarak görüyor bunu, birçok okurun katkı sunduğu, yazarların katıldığı bir sempozyum, haliyle herkes sevinecektir, öte yandan bu kolektif işle filmin bağından kimsenin haberi yok – demek ki iş o kadar da “kolektif” değil.

“…nur topu gibi bir şey buluvermiştik.” Okurlar sakın yanlış anlamasınlar lütfen, ben de tereddüde düşüp yazıyı tekrar tekrar okuduğum için özet geçme ihtiyacı hissediyorum. Şu âna kadar yaşanan tek bir şey var, o da yazarımızın konuyu kendi imkânlarıyla öğrenmesi akabinde bir (1) adet e-mail atması.

Devam etmeden önce küçük bir not da eklemeli: Tüm hikâyenin ağızda bıraktığı o kötü tadın sebeplerinden biri de yazarın “para” istemesi. Birinden para istemek, hakkın da olsa o para, nedense böyle kötü izlenim bırakıyor – sanırım yazarlar kurdukları cümlelerden para kazanabileceklerine kendileri dahi ikna olmamış durumdalar. (Hal böyleyken ödeme yapabilecek konumda olanları nasıl ikna edeceğiz, meçhul.) Peki, ilk e-mail’de para istemeyi nezaketsizlik olarak görelim ve hadi, biraz da öyle, bunu kabul edelim – Onat, filmden herhangi bir para/hak talep etmeyebilirdi, bu doğru, birçoğumuz herhangi bir hak talep etmeden buna razı olabilirdik. Fakat Onat’ın talep etmemesi için kendisine öncelikle bu “hak” sunulmalıydı. Ancak sunulan/önerilen bir şeyi reddedebiliriz. Özür dileyen biri, “Özür dilemeni gerektirecek bir durum yok” cümlesini ancak özrü diledikten sonra duyabilir – özür dilenmemişse, özür dilenmesini gerektiren durum sürecektir. Uzatmayalım… Bu nezaket şansı, “Estağfurullah, ne parası?” cümlesini kurma şansı, Onat’a hiç verilmiyor.

Mesut Varlık, 24 Nisan 2018’de, yani “bu güzel haberi paylaşmak için gün saydığını” söylediği günden yaklaşık 900 gün sonra yazarla ilk temasını gerçekleştiriyor. Yazarımız makul biri gibi duruyor, bir yanlış anlaşılma olduğunu söylüyor kendisine. Mesut Varlık’sa yazara tuhaf bir teklifle geliyor:

Polat Onat, demek ki ortada bir yanlış anlaşılma olduğunu söyledi, ikinci mektubundaki bazı sözlerin olayı bilmemekten kaynaklandığını ifade ederek kusura bakmamamı istedi. Estağfurullah diyerek, yine de, bu buluşmanın güzel bir anısı olsun diye, o dönem henüz ilk sayısını yayımladığım ONS’un yeni sayısında kendisinin kitaplarını tanıtan, ücretsiz bir ilana yer vermek istediğimi söyledim.Böylece buluşmayı kutlamış olacaktık. Sevinçle karşıladı, teşekkür etti, sıcak bir sohbet havasında telefonu kapattık.

güzel bir anı olsun diye ücretsiz bir ilana yer vermek istediğimi söyledim…” Mesut Varlık, yazarla “güzel bir anı olsun” diye, yazarın kitabının ilanını dergisinde yayınlamaya karar veriyor. Daha önce de bahsetmiştik: Mesut Varlık, yazarla konuşmalarını aktardığında hep o tuhaf dili kullanıyor. Bir efendinin – hadi, çocuğuyla konuşan bir annenin dilini… Burada da “anı olsun diye” ve “buluşmayı da kutlamak için” bir ilan yayınladığını söylüyor. Anı olsun diye ilan yayınlamak – pekâlâ, bu da ağzınızda kötü bir tat bırakmıyor mu? Taşralı bir yazarın kitabını dergiye ilan olarak basmanın gerekçesi “güzel bir anı” yaratmak olabilir mi? Sorunun cevabı bende yok – ben şunu biliyorum sadece… Şehrin uzağında yaşayan, az bilinen, küçük bir kitleye sahip yazarlar için bir dergide kitabının ilanının yayınlanması “mühim” bir şeydir. Söylemekten imtina ettiğim, üzücü, kalbimi kıran bir şey var burada. Tam açıklayamadığım bu şeyin ne olduğunu çözmeyi size bırakıyorum. Bilmiyorum, inanın hiç bilmiyorum.

Olaylar gelişmeye devam ediyor. Polat Onat filmi izliyor. Sinirleniyor, mutsuz oluyor. Neden? Çünkü mektubu yayınlanmış ve filmdeki karakter, Süleyman kendisine yanıt da vermiş. Serkan Keskin’in canlandırdığı karakteri kendi temsili olarak dahi görmüş olabilir – bilemeyiz. Kurmaca bir eser var elimizde, evet, fakat yazılan mektup gerçek – bir filmde, kurmaca da olsa bir karakter tarafından eleştirilsin diye yazılmadığı bir sempozyuma gönderilmesinden (ki sempozyuma katılmak dahi istemediğini belirten bir yazar söz konusu) belli bir mektup bu. Herkesin her kitaptan her türlü alıntıyı, filminde, dizisinde ya da kitabında kullanabileceğini düşünüyorum. Yine de atlanan, mektupta kati bir şekilde dile getirilen çok önemli bir gerçek var. Ne bu? Şöyle diyor Onat, sempozyuma gönderdiği mektubunda: “Hiç kimse ile sanatsal birlikteliğe, kolektif akıma, ortak projelere, takım çalışmasına girmeyeceğim ve benzeri bir grup oluşumuna asla katılmayacağım.”

Polat Onat muhataplarına bir e-mail atıyor:

7 Haziran 2018, Perşembe günü gelen bu mektupta, filmdeki sahneden hoşnut kalmadığını ve filmdeki tartışmalarda kendisine hakaret edildiğini iddia ederek, talep ettiği ücretin sonuna bir sıfır daha eklediğini, banka hesap bilgilerini aşağıda paylaştığını, talebi karşılanmadığı takdirde konunun davalık olacağını ve o zaman bir sıfır daha ekleneceğini söylüyor ve pazarlık kapısının da kapalı olduğunu belirtiyordu.

Evet, sert bir e-mail daha. Onat sinirli, haksızlığa uğramış hissediyor kendini, belki aşağılanmış. Hak arama metoduysa, bu işler nasıl yürür bilmediğinden (ya da çok iyi bildiğinden) sınırlı. Hakkı olarak gördüğü (şimdi, hukuken de kesinleşmiş) meblağı istemek. Olaylar buraya hiç gelmeyebilirdi fakat dedim ya, reddedebileceği bir talep Onat’a hiç gelmedi. Devam edelim:

Hiç üzerime vazife olmadığı halde mektubuna yazımda yer verdiğim, böylece bilmeden bir gün Ahlat Ağacı’nda yer verilmesine vesile olduğum, desteğimi yeniden göstermek için ücretsiz ilanını yayımladığım için bir kuru teşekküre dahi sevinen ben de mektupta aradan çıkarılması gereken üçüncü şahıs olarak geçiyordum! Çünkü asıl hedef NBC ve ondan talep edilen rakamı elde edebilmekti. Böylece artık diyalog kapıları da kapanmış oldu. 

Ahlat Ağacı’nda yer verilmesine vesile olduğum…” MV, Polat Onat’ın kendisine nasıl minnet duymadığını bir türlü anlamlandıramıyor. Filmde yer verilmesine “vesile olduğu” biri Onat, onun için… Polat Onat’ın bu habere sevinmemesine içerliyor – NBC’nin filminde bir şekilde anılmak, bir yazar için nasıl bir şey ifade etmez? Ama atlamayalım… MV sempozyum düzenleyen, Onat ise sempozyumlara katılmayan biri. Devam ediyor MV: Sempozyuma katılması için çağrı yaptığı Onat’ın mektubunu kitabına koyduğu için ona iyilik yaptığını da ima ediyor: “Hiç üzerime vazife olmadığı halde mektubuna yer verdiğim…” Sonra üzülüyor, çünkü Polat Onat, konuyu muhatabıyla, yani filmin yönetmeni NBC ve yapımcıyla sürdürmek istiyor. NBC ve yapımcıya karşı mahcubiyet de hissetmiş olmalı MV, haklı bir şekilde – ben de hissederdim.

“Desteğimi yeniden göstermek için ücretsiz ilanını yayımladığım…” Burada takıldığım noktaysa, “yeniden” kelimesi. Çünkü… önceden verilmiş bir destek de, yazarla kurulmuş bir diyalog da yok. MV yazarı sadece sempozyuma davet etmiş. On sekiz yazarla ve onlarca okurlarla hayata geçirilen sempozyum şimdi MV’ye ait. MV, Onat’ı hem sempozyumuna çağırdı (kolektif bir sempozyuma), yetmedi, filmde adının geçmesine “vesile” oldu (yazardan habersiz şekilde), hem de ücretsiz ilanını yayınladı (güzel bir anı olması için değil miydi bu?).

“… aradan çıkarılması gereken üçüncü şahıs olarak geçiyordum!” Çünkü yazar sadece mektubun yayınlanmasıyla değil, temsille de sorun yaşıyor artık. Onat hâlâ doğru muhatabı seçmeye çalışıyor.

Tekrar bir özet geçiyorum, çünkü ben de tekrar başa dönüyorum ve acaba bir şeyleri mi kaçırıyorum diye soruyorum kendime. MV, Polat Onat’ı iki buçuk yıl sonra arıyor, o da Polat Onat’ın “kendi kitabının” Ahlat Ağacı’yla alakalı olduğunu düşündüğü için e-mail atmasından sonra; derken yazarın kitabının ilanını ONSdergide yayınlıyor. Sonra yazar filmi izliyor, temsille de sorun yaşıyor – çünkü filmde mektubu “basit bir şov”, “ucuz bir oyun”, “it ürür kervan yürür” sözleriyle eleştiriliyor da. Onat’ın duyduğu rahatsızlıkla asla empati kuramadığımı da belirtmeliyim. Yine de sempozyuma gönderilen mektuptaki şu sözleri hatırlatmalı: Hiç kimse ile sanatsal birlikteliğe, kolektif akıma, ortak projelere, takım çalışmasına girmeyeceğim ve benzeri bir grup oluşumuna asla katılmayacağım.” 

Mesut Varlık anlatmaya devam ediyor: 

Konu bu noktaya gelince, artık dayanamayıp, 11 Haziran 2018, Pazartesi günü Polat Onat’a, aşağıda okuyacağınız mektubu yazdım. Karşılığında da, beni kırmak istemediğini ama aradan çekilmem gerektiğini, yapımcı veya yönetmene mesajını iletmemi isteyen bir cevap!

… cevap!” Böylece Onat, Mesut Varlık’a, “Bu iş sizinle ilgili değil, yönetmen ve yapımcıyla görüşeceğim” diyor. Buna MV, “aradan çıkarılması gereken üçüncü şahıs” olarak görüldüğü kısımdaki gibi yeniden şaşırıyor, cümlesini sanki gelen talep çok anormal bir talepmiş gibi bir ünlemle bitiriyor.

Mesut Varlık yazısının devamında, 11 Haziran 2018 tarihli mektubuna yer veriyor. Mektup uzun, hepsine girmeyeceğim. Polat Onat’ı, kurmaca ve kurmacadışı arasındaki farkı görememekle suçluyor. Burada haklı: Polat Onat, kurmaca ve kurmacadışı arasındaki farkı maalesef ayırt edemiyor. Sorunun çıkış noktası biraz da burası. Fakat… 

Söz konusu sahnede sempozyumu düzenleyenin aşağılanmasını üzerime alınmadım mesela. Mektubun sempozyuma katılan diğer konuşmacılara yönelik bir hakir görme olduğuna dair sözleri de kurmacanın özerkliği içerisinde gördüm. Sahne içerisinde, Edebiyatın Taşradan Manifestosu’ndan ve sizin mektubunuzdan birkaç cümleye referansla tartışma sürdürülüyordu. Kitaptan toplamda birkaç cümle yer alıyordu; Manifesto’dan 2-3 cümle ve mektubunuzdan 2-3 cümleye referans veriliyordu iki yazarın tartışması sahnesinde.

“… kurmacanın özerkliği içerisinde gördüm…” Mesut Varlık, filmde kendisine de laf edildiğini ama “kurmaca bu, böyle şeyler olur” dediğini aktarıyor mektubunda.

Fakat bir şeyi unutuyor: Kendisi de Polat Onat’ın sahnelerini kurmacanın özerkliği içinde görmüyor sanki. Sempozyumu düzenleyen olarak küçük bir “rolle” yer aldığı, fakat Polat Onat’ın pekâlâ üzerine alınabileceği birtakım cümleler barındıran senaryoyu Polat Onat’tan gizlemesinin sebebi nedir? Yazının başında sorduğumuz soruya bir şık daha ekleyerek sormanın şimdi zamanı:

MV, Polat Onat’ı film çekilene, kurgusu tamamlanana kadar, hatta Polat Onat kendi imkânlarıyla filmin kendisiyle ilgisini keşfedene kadar neden karanlıkta bırakmış olabilir?

  1. A) MV, sahne kurguda çıkarılabilir ve yazar hayal kırıklığına uğrayabilir endişesiyle sahneyi yazardan gizledi.
  2. B) MV, Polat Onat’ı ararsa, Polat Onat senaryoyla ilgili detay sorabilir, hatta senaryoyu okumak dahi isteyebilir, sahnenin yayınlanmasında sorun görebilirdi. Mesut Varlık’ın “vesile olduğu” bu sahne, filmde asla kendine yer bulamayabilirdi – hele ki Onat’ın mektubunda yer alan ve “kolektif birlikteliği reddettiği” o cümlesinden sonra. Haliyle, gizlemek daha makul olandı.

Bu sorunun cevabı da, niyet okuyamadığım için, ne yazık ki bende değil.

Mesut Varlık, kurmaca ile gerçeği Polat Onat’ın ayıramayacağını düşünmüş ve bu sebeple aramamış da olabilir Onat’ı, bu da bir seçenek – fakat Onat’ın, senaryodaki “rolünün” bizzat MV tarafından “kurmacada belki atılır” gibi bahanelerle gizlenmesini, sonrasında, kendi imkânlarıyla haberdar olduğunda dahi hakkının (hukuken, varsa) bir dergide ücretsiz ilanla geçiştirilmeye çalıştırılmasını fark etmemesi mümkün mü? Yeri geldiğinde yere göğe koyulamayan, şehir şehir “gezdirilip” kitapları övülen o sınıfa, “taşralı yazar” sınıfına mensup biri, kültür sanat insanlarımızca maruz bırakıldığı eylemin failini ayırt edemeyecek denli bilinçten yoksun, insani ilişkilerde zayıf, bir şey bilmeyen ve fark etme yetisine sahip de olmayan, neredeyse bare-life’a indirgenmiş bir canlı olarak mı görülüyor yoksa?

Okumaya devam ediyorum fakat MV’nin yazısında öyle bir yere geliyorum ki, Polat Onat’ın maruz kaldığı, bizim de ucundan kıyısından tanık olduğumuz, “sinemayla en azından ilgisi olan”, “anı olsun diye ilan yayınlamak” gibi detaylarla büyüyen, artık söylenmeli, o kibir, –en azından benim için– tahammül edilemez bir hal alıyor. Mektubuna şöyle devam ediyor, Mesut Varlık: 

Telefon görüşmemizde de belirttiğim gibi, bu süreçte ben veya sempozyum katılımcısı hiç kimsenin beş kuruş kazancı olmadı. Filmde sözleri referans verilen Kant, Dostoyevski, Yunus Emre, İbn-i Arabi gibi isimlerin de olmadığını tahmin ediyorum. Şükrü Erbaş, Hasan Ali Toptaş, Ethem Baran, Asuman Susam, Abdullah Ataşçı, Kerem Işık ve bendenizin kaleme aldığı ve daha birçok yazarın, okurun da katkıda bulunduğu Edebiyatın Taşradan Manifestosu’ndan filmde yapılan “Edebiyatın merkezi dildir” veya “Edebiyatın merkezi, taşrası yoktur. ... kalemin kâğıda değdiği yerdir edebiyatın merkezi” gibi sözlerin, yarattığınız bu toz bulutu içerisinde duyulamıyor olması da son derece üzücü ve kahırla düşündürücü geliyor.

Kant, Dostoyevski, Yunus Emre, İbn-i Arabi…” Taşralı yazarımız, tüm yaşananların farkında değilmiş gibi, kendini hadi diyelim hakarete uğramış hissetmesi asla empati kurulamayacak bir tavırmış gibi, ironi yollu alaya alınıyor: “hiçbirinin beş kuruşluk kazancı olmadı bu isimlerin” diyor Mesut Varlık. Oysa o da biliyor ki…

1) Kant, Dostoyevski, Yunus Emre gibi yazarlar telifleri serbest, isteyenin alıntılar yapabildiği, çevirebildiği yazarlar.

2) Hasan Ali Toptaş’ın filmde tuttuğu yer ile Polat Onat’ın filmde tuttuğu yer aynı değil.

İşte, bu yazıyı yazma kararı almam, buralara bir yere tekabül ediyor olmalı. Çünkü bu kadarı artık… insan onuruyla, aklıyla oynamaya giriyor – taşralı bir yazarın, türlü kelime oyunlarıyla, bilhassa sosyal medyadaki türlü insanlarca, evet söylemekte sakınca yok, aşağılanmaya maruz bırakılması, neredeyse tüm camia tarafından gülünç bir nesneye dönüştürülmesi önemsiz denip geçilecek bir mevzu değil.

Hele ki mevzubahis yazar, yeri geldiğinde arayıp hal hatır sorulan ve değer de veriliyor görülen, yeri geldiğinde belki bir gün bir kitaba dönüşür umuduyla gerçekleştirilen sempozyumlara katılması talep edilen bir taşralı yazarsa…

Varlık’ın yazısı hukuki birtakım kararlarla devam ediyor – buralar hakkında fikir sahibi değilim. Herhangi bir filmde, dizide ya da kitapta, başka bir kitaba, filme ait bir alıntının özgürce kullanılması gerektiğini düşünüyorum – hukuken olmasa da nezaketen muhatabı bilgilendirilirse ne âlâ.

Fakat artık nihayete ermiş bu olayda değilse bile, bu yazıda doğru olmayan bir şeyler var. Bir söz söylemekse, muhatabına saygı duyan, kendini başka yazarlardan, taşralılardan ve diğerlerinden üstün görmeyen, gerektiğinde “hayır” diyebilme kudretine sahip insanların görevi. Çünkü, entelektüel olma çabası içinde olmak, bir şey üretme iddiası taşımak, başka üretenlere yeri geldiğinde meydan okumayı, en azından “hayır” diyebilmeyi de gerektirir. Bu “hayır” diyebilme kudretini, sadece insan olmak gibi basit bir nedenden dahi alabiliriz. Çünkü biliyoruz, “insanlar arasında, sırf insan olmalarından doğan ya da insan olmalarının gerektirdiği bir gönül bağı vardır…”

Bu gönül bağı, tanımadığımız, ortak hiçbir noktamızın olmadığı bir yazara dair, sabaha karşı bize böyle yazılar yazdırabilir.

 

GİRİŞ RESMİ:

Ahlat Ağacı (Nuri Bilge Ceylan, 2018) filminden bir sahne.