Dalí’nin harikalar diyarı

"Dalí, Alice’in dünyasına sürrealist bir mercekle iner ve özgürce keşfe çıkar. Burası onun çok iyi bildiği bir yerdir. Rüyalarda merakla gezmeye en az Alice kadar aşinadır. Canlı renk seçimlerinin arasından bakan, bambaşka güzellikte bir seri sunar bize. Dalí’nin çizimleri Alice’in sadece çocuk kitabı olmadığını bir kez daha hatırlatır niteliktedir."

Salvador Dalí’nin ismini duyduğumuzda aklımıza gelebilecek her şey uçlardadır. Sürrealist akımın önemli temsilcilerinden olan sanatçı, eserleriyle ve hayatıyla belleğimizin görsel hafızasına sıra dışı izler bırakmıştır. İnsanın yaptığı her resimde sonucun daima kendi portresi olacağını söyleyen Dalí’nin hayatını ve eserlerini birbirinden ayrı düşünemeyiz. Belleğin Azmi her ne kadar en çok bilinen eseri olsa da, sonsuzluk gibi neşeli bıyıkları daha ünlüdür.

Dalí’nin hayatı 1929 yılında, ikinci Paris seyahatinde, André Breton’un yönettiği, bilinçaltı üzerine çalışan sürrealist grupla tanışması ile değişir. İlham perisi Gala ile bu vesile ile tanışan Dalí, kendi doğasını keşfettiği bu süreçte en büyük gücü ondan alır. Hayatının oyun arkadaşını bulmuştur. Tüm oyuncaklarını ortaya çıkarmak isteyen bir çocuk gibi, derinlerinde gizlediği tüm hazinelerinin kapılarını bu aşkla açar. Salvador Dalí’nin Gizli Yaşamı isimli kitabında Gala’nın hayatındaki etkisinden ve onun tutkulu, ısrarlı fanatikliğinden söz eder. İkilinin yaşam tarzlarından verdikleri davetlere kadar bakıldığında, bu oyun arkadaşlığının ikisi için de paha biçilmez olduğu ortadadır.

Dalí için kuşkusuz ki bu ikinci Paris seyahati her yönden çığır açıcı olur. Breton’un liderliğinde gerçekleşen sürrealizm toplantılarına tutkuyla katılan Dalí, yönetmen Luis Buñuel’le birlikte çektikleri Endülüs Köpeği ile ismini duyurarak sürrealizmin önemli figürlerinden biri haline gelir. O dönem Dalí için Freud’un etkisi de büyüktür. Sanatçı, Rüyaların Yorumu kitabının hayatının en büyük keşiflerinden birine yol açtığını söyler. Bilinçdışını resimlere taşımayı hedefleyen “paranoyak eleştirel yöntem”i geliştirir. Dalí rüyaların evreninde gezmeyi çok iyi bilen ve oradaki bahçesinden adeta gül toplayan, uslanmaz bir rüya avcısıdır. Şöyle ifade eder bunu:

“Aslında ben sadece bilinçaltımın bana emrettiklerini, yani hayallerimi, uykuda gelen imgeleri ve görüntüleri, Freud’un keşfettiği karanlık ve sansasyonel dünyanın her türlü somut ve usdışı görüngülerini hiç yargılamaksızın ve mümkün olduğunca eksiksiz bir biçimde kayda geçiren bir otomattan ibaretim…”

Dalí’nin çocukluğundan beri iflah olmaz meraklı yanı, onu elbette evrenin sırlarının peşine de düşürür. Hayatı boyunca bilimsel gelişmeleri takip eden sanatçının matematiğe, fiziğe ve metafiziğe olan ilgisini, zaman ve kuantum tutkusunu resimlerinde seçmek zor değildir. 1934 yılında gerçeküstü gruptan resmen atılınca Breton’a cevabı “Sürrealizm benim” olur ve bu sözü akıllara kazınır. Dalí kadar yeryüzünde sanatını ve sanat yapıtının yaratıcısı olanı mitleştirebilmiş çok az örnek vardır.

Dalí ile olan her karşılaşma hareketli ve daima keşfetmeye meyilli hazlar içerir. Dalí’nin eserlerinde insanı heyecanlandıran, belki de her seferinde başına geleceklerden habersiz olmanın verdiği bu gizemdir. Dalí davetkârdır. Bizi kibarca delirmeye davet eder. Bunu o kadar renkli ve coşkulu yapar ki, iştirak etmemek büyük kabalık olur. O resmin içine atlarız ve Dalí’nin düşlerinin imgeleri arasında uzanan bir delikten aşağı serbest düşüşe geçeriz. Bu düşüşün sonunda geldiğimiz yer “Dalí’nin Harikalar Diyarı”dır ve Lewis Carroll’ın şu satırlarını hatırlamanın tam zamanıdır:

“Ama ben delilerin arasına girmek istemiyorum” dedi Alice.
“E, bu konuda elimden bir şey gelmez” dedi Kedi.
“Burada kim deli değil ki! Ben deliyim. Sen delisin.”
“Nerden biliyorsun benim deli olduğumu?” dedi Alice.
“Öyle olmalısın,” dedi Kedi, “yoksa buralara gelmezdin.”

Dâhi ile deli arasındaki o ince çizgiden el sallayan Dalí bizi de oyuna katar ve sürekli saatine bakan o tavşanın peşinden gitmeye zorlar. Dalí’nin Alice ile yollarının kesişmemesi beklenebilir mi? İmkânsız…

Lewis Carroll’ın Victoria Dönemi’nde yazdığı Alice Harikalar Diyarında, zamanının çocuk kitaplarından çok farklı bir yerdedir. Carroll, Alice ile ahlaki konularla süslü, gerçekçi ve kuralcı temel bilgilerle donatılmış dönem kitaplarına adeta çelme takar. Üstelik bunu öyle büyülü bir dille yapar ki, sadece çocuklar tarafından değil, her dönemin ve kültürün insanları tarafından içselleştirilir. Alice döneminin ideal çocuğu değildir, bilakis sözünü sakınmayan, düşünen ve son derece meraklı bir çocuktur. Aynı Dalí gibi…

Alice’in isteği üzerine Lewis Carroll’un el yazısı ile yazdığı ve resimlerle süsleyerek ona hediye ettiği kitap, 1865 yılında John Tenniel tarafından resimlenerek ilk defa basılır. Kitap tarih boyunca birçok sanatçı tarafından yorumlanarak çizilirken, bu ilk çizimler her sanatçıya ilham kaynağı olacaktır...

1969 yılında Dalí, Alice Harikalar Diyarında’nın her bölümü için bir tane olmak üzere imzalı 12 heliogravür hazırlar. Dalí ve Lewis Carroll birlikteliği kelimelerin ve resimlerin düşler âleminde verdiği büyük bir partiye dönüşür. Sınırlı sayıda basılan bu kitap kısa sürede tükenir. 2015 yılında Alice Harikalar Diyarında’nın 150. yıldönümü için tekrar basılır.

Dalí, Alice’in dünyasına sürrealist bir mercekle iner ve özgürce keşfe çıkar. Burası onun çok iyi bildiği bir yerdir. Rüyalarda merakla gezmeye en az Alice kadar aşinadır. Canlı renk seçimlerinin arasından bakan, bambaşka güzellikte bir seri sunar bize. Dalí’nin çizimleri Alice’in sadece çocuk kitabı olmadığını bir kez daha hatırlatır niteliktedir. Çizimler çocuklardan ziyade, Alice’in dünyasına bakan yetişkinleri kışkırtmayı hedefler.

Kapakta ve girişte yüzü bize dönük olan, elinde taşıdığı bastonuyla resmin hemen ön tarafında yer alan adam Dalí’dir. Savrulan uzun saçlarıyla ip atlayan genç kız ve gölgesini Dalí’nin daha önceki eserlerinden de tanırız. 1935 yılında Nostaljik Yankı isimli çalışmasında aynı renklerle kullandığı bu genç kız imgesi, kitaptaki çizimlerde birbirine çok benzeyen biçimlerde karşımıza çıkar. Dalí, Alice ile bu gizemli kız ikonunu tekrarlar. 1984 yılında ise bu genç kızın saçlarını ve ellerini güle dönüştürerek bronz heykelini yapar.

Dalí’nin sembolik ip atlayan kızı, kitabın tüm çizimlerini bir arada tutan bir bağ görevi görür ve birbirlerine benzeyen biçimlerle Alice’i yaratır. Uzun saçlı ve elbiseli kızın her resimde ip tam başının üzerinden geçmektedir. Siyah düşen gölgesi ise mutlaka vardır. Kızın saçları çoğu bölüm çizimlerinde uzun ve uçuşurken, sadece üç tanesinde saç temsili olmaksızın yer alır. Dalí saçları unutmuş olamayacağına göre neden çizmemiştir? Alice’in her bölüm çiziminde siyah olan elbisesi kitabın girişinde kahverengidir. Bu istisna bir de sekizinci bölüm olan “Kraliçenin Kroket Sahası”nda görülür. Kraliçenin korkusundan beyaz açmış gülleri kırmızıya boyayan bahçıvanların bu işte payı olabilir mi?

Gerçekçi kelebeklerle işlediği “Delilerin Çay Saati” bölümü için ağacın altında kurulan çay masası, Dalí’nin ünlü eseri Belleğin Azmi’nden bildiğimiz eriyen saattir. Bu saat Şapkacı’nın eğlenceli cep saatine de bir göndermedir. Saatin kaç olduğunu değil de, hangi günde olduğunu gösteren o komik saate… Dalí bir bilim hayranı olarak, matematikçi Lewis’in burada yazdığı diyaloga elbette kültleşen saatini koymadan geçmez.

Alice uzanıp Tavşan’ın omzunun üzerinden merakla bakıyordu.
“Ne komik bir saat!” dedi. “Günü gösteriyor, ama saati göstermiyor.”
“Neden göstersin ki?” diye homurdandı Şapkacı. “Senin saatin yılları gösteriyor mu?”
“Tabii ki hayır,” diye yanıtladı Alice, hemen atılarak, “ama bu, uzun bir süre aynı yılda kaldığımızdan böyle.”
“Benim saatim için de aynı durum geçerli” dedi Şapkacı.

Kitabın en önemli kahramanları olan hayvanları Lewis konuştursa da, Dalí onları insanlaştırmaz. Onlara insansı yüz ifadeleri ve nitelikleri de vermez. Aklımızda yer etmiş, arka ayakları üzerinde duran, yelek giyen ve saatine bakan beyaz tavşan kalıbını kırar. Üst tarafta özenle çizilen böcek tarafından kuşatılan ilk bölüm resminde, insansı görünmeyen tavşanla bizi bu yolculuğa davet eder. “Yalancı Su Kaplumbağasının Hayat Öyküsü” çiziminde de kaplumbağa insan biçiminden uzaktır.

Dalí çizimlerinde Alice’i hayvanlarla etkileşime sokmaz. Alice hep yalnız bir figür gibidir. Tek istisna, kızın pencereden çıkan koluyla kelebeği yakalamasıdır. Tavşanın dediğini yapmak üzerine evine giren Alice şişeyi kafasına dikince boyu yine uzamaya başlar. Tavşanın derli toplu evine sığmayınca, kolunu camdan dışarı çıkararak içeri yerleşmeye çalışır. Büyümesi durur fakat eve sıkışıp kalır:

Keşke o tavşan deliğine girmeseydim, diyeceğim... ama yine de... ama yine de insan merak etmiyor da değil bu yaşamı! Acaba bana gerçekten ne olmuş olabilir?

Masal okurken böyle şeylerin olabileceği aklımın köşesinden geçmezdi, şimdi ise her şeyin tam da ortasındayım! Benimle ilgili bir kitap yazılmalı, evet kesinlikle yazılmalı! Büyüdüğümde bir kitap yazacağım... ama zaten büyüdüm ya,” diye ekledi hüzünle, “en azından, burada artık daha fazla büyüyecek yer kalmadı”.

Kitabın son bölümünün çizimi diğerlerinden farklı olarak dünyaya dönüştür. Alice, harikalar diyarından çıkmış, ablasının kucağında başını eğmiştir. Sanki bu olağanüstü bir rüyanın sonudur. Kitabın bitiminde Dalí’nin rozeti niteliğindeki gül, hikâyeyi noktalar. Kadınsı güzelliğin ve sonsuz gençliğin temsili, o meşhur gül… Alice artık büyümüştür. Bu çizim, Dalí’nin Alice Harikalar Diyarında serisinin en hüzünlü olanıdır.

Zaten rüyalarda çıktığımız her yolculuk sonrası dünyaya dönüş biraz hüzünlü değil midir?

 

MERAKLISINA NOTLAR:


1- Sakıp Sabancı Müzesi sitesinde 20 Eylül 2008- 01 Şubat 2009 tarihleri arasında düzenlenen “İstanbul’da Bir Sürrealist-Salvador Dalí” sergisi kapsamında hazırlanan online dokümanlar çok güzel.

2- İthaki Yayınları tarafından basılan ve çevirisini Kıymet Erzincan Kına’nın yaptığı Alice Harikalar Diyarında ve Aynadan İçeri her zaman favorim. 

3- Türkiye’de Alice Harikalar Diyarında/Salvador Dalí’nin Resimleriyle, Bilgi Yayınevi tarafından basılmıştır.