Bireylerin tarihinin öğrettikleri

"Tiyatro sanatçılarının sahnede oynadıkları müddetçe var oldukları düşünülürse eğer, oyuncuların bireysel tarihine odaklanan bir tarih yazımı, tiyatro tarihi söz konusu olduğunda daha da büyük bir önem kazanıyor."

27 Aralık 2022 22:00

Değerli tarihçi Howard Zinn’in literatüre yaptığı en önemli katkılardan biri de Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi (İstanbul: İmge, 2005) başlıklı kitaptır. Uzun yıllar hocam olan ve artık maalesef hayatta olmayan Zinn, ilk yayınlandığı 1980 sonrasında defalarca baskısı yapılan bu kitap ile, ABD tarihini kurumların değil de halkın mücadeleleri açısından incelemiştir. Yani Anayasanın nasıl yapıldığının, Temsilciler Meclisi’nin nasıl kurulduğunun tarihini değil de, ABD’de insanların verdiği hak mücadelelerinin tarihini anlatır. Benzer bir şekilde, tarih yazımındaki yaygın erkek egemenliğine dikkat çeken ve kadınları öne çıkararak tarih yazmaya odaklanan birçok çalışma da var. Tarihin nasıl yazıldığı başlı başına geniş bir konu elbette, ancak bu yazı bununla ilgili değil. Ben bu yazıda tarih yazımında bireysel tarihlere odaklanmanın ne denli öğretici olduğunu yakınlarda yayınlanan bir kitap örneği ile göstermeye çalışacağım. Bu kitabın yazarı Nesim Ovadya İzrail; başlığı ise Düşler Sahnesinde: Rejisör Aşod Madatyan ve Kozmopolitizmden Milliyetçiliğe Türkiye’de Tiyatro 1902-1962 (İstanbul: Aras, 2022). Ancak Nesim Ovadya İzrail 2022’nin son aylarında sadece bu kitabı yayınlamakla yetinmedi. Aşod Madatyan’ın 1943-44’de kaleme aldığı Sahnemizin Değerleri başlıklı kitabının da aynı anda yeniden yayınlanmasına önayak oldu; bu kitabın Aras Yayıncılık tarafından yayınlanan yeni baskısına değerli bir sunuş da yazdı.

Benim Nesim Ovadya İzrail’in kitapları ile tanışmam, İstanbul tiyatrolarının 20. yüzyıl başındaki yıldız oyuncusu Eliza Binemeciyan’ın yaşamını merak etmeye başladığım dönemde gerçekleşti. Elime aldığım ilk çalışması tiyatrocu bir aile olan Şahinyan ailesinin hikâyesini –Vahan ve Oksen Şahinyan’ı merkeze alarak– anlattığı Osmanlı ve Türkiye Tiyatrosunda Şahinyanlar (İstanbul: BGST yayınları, 2018) başlıklı kitabı idi. Daha sonra da 24 Nisan 2015: İstanbul, Çankırı, Ayaş, Ankara (İstanbul: İletişim, 2013) başlıklı eseri ile tanıştım. Bu kitapları okumaya başladığımda, ben de Eliza Binemeciyan’ın tiyatro kariyerinin izini sürüyor ve dönemin İstanbul’unu daha iyi anlamaya çalışıyordum. Yaptığım okumalar bana İkinci Meşrutiyet’in ilanının hemen sonrasındaki dinamik ortamda kurulan Azad Tadron (Özgür Tiyatro) tiyatrosunun gerek genel olarak Osmanlı Ermeni tiyatrosunun gelişiminde gerekse de özel olarak Eliza Binemeciyan’ın kariyerinde önemli bir basamak taşı olduğunu gösteriyordu. Bu tiyatronun kurucuları olan Aşod Madatyan ve Yenovk Şahen isimlerinin Eliza Binemeciyan’ın birlikte çalıştığı önemli tiyatrocular olduklarını öğrenmiştim. Onların yaşam hikâyelerinde dönemin dinamiklerine ışık tutacak bilgilerin olacağını seziyordum.


Eliza Binemeciyan

20. yüzyılın başında İstanbul’da bir tiyatro oyuncusunun yaşamöyküsüne duyulan merak, insanı döneme ilişkin tiyatro tarihi kitaplarını okumaya yöneltiyor. Bu kitaplar arasında örneğin, Refik Ahmet Sevengil’in 1968 yılında yayınlanan Meşrutiyet Tiyatrosu başlıklı kitabı, daha önce hiç karşılaşmadığım detaylı bilgilerle doluydu. Bir süre sonra kendimi tiyatro tarihi kitapları ve dönemin edebiyat yazarlarının hatıratlarını okurken bulmuştum. Okudukça tiyatro tarihi kitaplarının ve hatıratların nasıl da Eliza Binemeciyan gibi bir oyuncunun daha ziyade “yokluğuna” odaklandıklarını fark ettim. Bununla şunu kastediyorum: Birçok tarihçi ve hatırat yazarının gözünde Eliza Binemeciyan, İstanbul’u terk ederek Müslüman ve Türk kadınlarının sahneye çıkışı için neredeyse fırsat yaratmış bir kadındı. Yazarlar, Eliza Binemeciyan’ın sanatını anlatmak yerine, ondan daha ziyade İstanbul’dan gidişi bağlamında söz ediyorlardı. Birçok tahlil ve hatırat, onun çok sevdiği İstanbul’dan geri dönmemek üzere gidişini adeta bir “tercih”, yokluğunu ise Türk tiyatrosunun gelişmesinde neredeyse hayırlı bir adım olarak tasvir ediyordu. Eliza Binemeciyan’ın İstanbul tiyatrolarındaki etkili “varlığına” ise pek değinilmiyordu.

Bu çalışmayı yaptığımda karşıma çıkan eserlerin içinde dönemin Ermeni tiyatrocularının “varlığına” tutulmuş olan en önemli ışık ise Nesim Ovadya İzrail’in yukarıda sözünü ettiğim Şahinyanlar üzerine olan çalışmasıydı. Bu kitap Şahinyanlar’ın yanı sıra dönemin diğer tiyatrocularının varlıkları ve tiyatroya katkılarına odaklanarak yazılmış bir kitaptı. Bu yaklaşımından, yani tiyatrocuların “varlığına” yaptığı vurgudan çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Benzer bir yaklaşıma sahip olduğunu fark ettiğim bir diğer eser ise Aşod Madatyan’ın 1943-44’de kaleme aldığı Sahnemizin Değerleri isimli iki ciltlik kitabıydı. Bu kitap piyasada yoktu. Ben bu iki ciltlik eserin önemli olduğunu idrak ettikten sonra ilk baskısını bir sahafta bulup edinmiştim. Aşod Madatyan bu eserinde dönemin önemli tiyatro oyuncularının (ki bunların içinde Eliza Binemeciyan da var) hem yaşamöykülerinden kesitler anlatıyor hem karakterlerini kendi gözünden aktarıyor hem de oyunculuklarını kimi zaman överek kimi zaman da eleştirerek tahlil ediyordu. İlk okuduğumda böylesine önemli bir kaynağın neden bu denli gizli saklı kaldığına hayıflandığımı hatırlıyorum.

İşte bu nedenle Aşod Madatyan’ın Sahnemizin Değerleri başlıklı iki ciltlik kitabının Aras Yayıncılık tarafından yeniden basılmasının Nesim Ovadya İzrail’in girişimiyle olduğunu öğrendiğimde hiç şaşırmadım. Kitap Nesim Ovadya İzrail’in sunuşuyla 2022’de yayınlandığında, bu topraklardaki tiyatro tarihinin en önemli kitaplarından birinin okuyucuyla nihayet buluştuğunu düşündüm. Gerek Aşod Madatyan gerekse de Nesim Ovadya İzrail tiyatroyu kurumlara indirgemeyen, o kurumları var edenlerin oyuncular olduklarının bilincinde olan ve kurumlardan ziyade oyuncuların tarihine odaklanan yazarlar… Elbette bunu yaparken de dönemin tarihine farklı bir açıdan ışık tutuyorlar.


Aşod Madatyan

İşte Nesim Ovadya İzrail’in Aşod Madatyan’ın yaşamını, kariyerini anlattığı ve yukarıda tam künyesi yer alan Düşler Sahnesinde başlıklı kitap da Güllü Agop ve Mardiros Mınakyan’dan sonraki dönemde bir rejisör ve tiyatro insanı olarak İstanbul tiyatrosuna büyük katkıları olan Aşod Madatyan’ı odak noktasına alan bir çalışma. Kitap Aşod Madatyan’ın yaşamına değdiği birçok sanatçının varlığına da ışık tutuyor, onların bireysel tarihlerini de okuyucuya aktarıyor. Örneğin, yukarıda değindiğim Azad Tadron isimli tiyatronun Aşod Madatyan ile kurucularından olan Yenovk Şahen’in başına gelenleri ancak bu kitaptan öğrenmek mümkün. Dönemin en karizmatik oyuncularından birisi olan Yenovk Şahen, Eliza Binemeciyan ile de sayısız tiyatro oyununda rol alıyor. Yenovk Şahen, 24 Nisan 1915’te Nişantaşı’ndaki evinden alınıp tutuklanıyor, Ayaş Hapishanesi’ne gönderilen Ermeniler arasında yer alıyor ve sonra da öldürülüyor. Oysa literatürde, bu bilgiye sahip olmasına rağmen, yine de onun yakın çalışma arkadaşı Eliza Binemeciyan’ın İstanbul’u terk edişini bir “tercih”, Müslüman ve Türk kadınların sahneye çıkışının önünü açan bir gelişme olarak yansıtan birçok sorunlu kitap ve hatırat var. İşte tam da bu durum, aslında tarihin neye odaklanarak yazıldığının ne denli önemli olduğuna işaret ediyor. Nesim Ovadya İzrail, oyunculara odaklanan bir yaklaşımla, tiyatro tarihinin farklı bir şekilde de yazılabileceğini gösteriyor. Kozmopolitlikten milliyetçiliğe doğru yol alınan bir dönemde, Ermeni tiyatrocuların bu topraklardaki dönüştürücü varlıklarına odaklanarak, İstanbul’un nasıl da çeşitlilik içeren bir tarihi olduğunu okuyucuya hatırlatıyor. İstanbul’un bir zamanlar aynı sahnede çift dilli (Ermenice ve Türkçe) tiyatro oyunu sergilenen bir çeşitliliği olduğunu gösteriyor. Bugün içine itildiğimiz tekil kimliklerin yarattığı tekdüzelikte, bir zamanlar var olan çeşitliliği hatırlamanın ne kadar önemli olduğunu düşündürüyor.


Nesim Ovadya İzrail

Tiyatro sanatçılarının sahnede oynadıkları müddetçe var oldukları düşünülürse eğer, oyuncuların bireysel tarihine odaklanan bir tarih yazımı, tiyatro tarihi söz konusu olduğunda daha da büyük bir önem kazanıyor. Eliza Binemeciyan’ın Gavroş dergisinde yayınlanan ve Nesim Ovadya İzrail’in Düşler Sahnesinde kitabında aktardığı sözlerini hatırlıyorum:

“Bütün hayatları boyunca bunu görmelerine rağmen, gençliğini, yeteneğini sahneye adayan gerçek sanatçılar, sahneden çıktıklarında, ya da özellikle öldükten hemen sonra halk tarafından unutulurlar. Hatta oyunculuk alanındaki sanatçılar en talihsiz olanlardır. Ressam resimlerini, müzisyen rapsodilerini yahut sonatlarını ve şair şiirlerini geleceğe bırakırken, aktör ise hiçbir şeyini, gelecekte hatırlayabileceği bir hikâyeyi dahi bırakamaz. Eh iyi! Bütün bunlara rağmen ve belki, kim bilir, sadece bu şeyler için, tiyatroyu çok, ama çok seviyorum.” (s. 118-119)

Evet… Belki de özellikle de tiyatro tarihi, oynamadıkları müddetçe unutulan oyuncuların tarihini odağa alarak yazılmalı diye düşünüyor insan. Böylece onların yokluklarına odaklanmak yerine varlıklarını teslim etmek mümkün olabilir. Nesim Ovadya İzrail yıllardır bu doğrultuda çalışıyor ve tiyatro tarihindeki büyük bir eksiği gidermeye çok önemli katkılar yapıyor. Bunu yaparken de bizi İstanbul’un artık unutulmaya yüz tutan çeşitliliğiyle yeniden buluşturuyor. Bizlere bu kenti hâlâ neden sevdiğimizi hatırlatıyor.

 

GİRİŞ RESMİ:

Şahinyanlar ve Aşod Madatyan (Aras Yayıncılık arşivi)