Betty Davis ve kuzgunu

"17 yaşında New York’a gitmek üzere evden ayrıldı. Kuzgun yol boyunca onunla birlikteydi, yine kendi ifadesiyle 'kalp atışlarıyla, bu şehrin ışıkları altında ona ritim tutuyordu'. Hiçbir kadın bu kadar müstehcen olmaya ya da bu kadar cinsel özerklik talep etmeye cesaret edememişti. Hiçbiri kadın-erkek rollerini bu derecede değiştirmemişti."

24 Şubat 2022 15:00

 

“Hep bir kuş vardı bende. Onu ilk defa bir dağın zirvesinde gördüm, her şeyi değiştiren bir dağın. Bir kuzgundu. Ufak bir çocukken parlak, turuncu tüylüydü, biraz yetiştiğimde kara bir kuzguna dönüştü, penceremin kenarına oturduğunda ise gencecik bir kızdım. Kuzgun bana Jimmy Reed’i, Chuck Berry’yi, Bessie Smith’i, Howlin’ Wolf’u getirdi. Kuzgun bana Miles’ı getirdi. Kuzgun bana kargaşayı getirdi. O hep orada, benimleydi. Bugün yine orada ve benimle birlikte.”

Önceki hafta (9 Şubat 2022) ölen Betty Gray Marby 26 Temmuz 1944’te, North Carolina, Durham’da doğdu. İlk şiirlerini yazdığı 12 yaşında ailesiyle birlikte Pennsylvania, Pittsburgh’a taşındı. Babası bir metal fabrikasında ustabaşıydı. Betty Marby, Moda Teknikleri Enstitüsü’nde okumak üzere, yanında şarkı sözlerini yazdığı küçük defteri, 17 yaşında New York’a gitmek üzere evden ayrıldı. Kuzgun yol boyunca onunla birlikteydi, yine kendi ifadesiyle “kalp atışlarıyla, bu şehrin ışıkları altında ona ritim tutuyordu”. Enstitüde okuduğu sırada sekreterlik, tezgâhtarlık gibi işlerde çalıştı, işten artakalan zamanlarında şarkı yazmaya devam etti; bunlardan biri, 1966’da The Chamber Brothers tarafından kaydedilecek Uptown in Harlem’di. Bir süre sonra Betty belli bir şöhret yakalayacağı mankenliğe başladı, kuzgun havalanıyordu.

Miles Davis ve Betty Davis, 1969.

Bu dönemde, içlerinde Jimi Hendrix, Sly Stone ve Miles Davis’in bulunduğu pek çok müzisyenle tanıştı. Jimi Hendrix’le tanışmasını “Jimi kuzgunu ânında anladı” diye anlattı. 1968’de, 23 yaşında, aralarındaki yirmi yaş farka rağmen Miles Davis’le evlendi. Miles’ı Hendrix’in müziğiyle tanıştıran ve dehasının örtüsünü aralayarak onu kıskançlıktan deliye çeviren Betty olacaktı. Bu evlilik sadece bir sene sürdü. Miles ‘69’da boşanma davası açarak, eşinin kendisine göre “çok genç ve çok vahşi” olduğunu söyledi, hatta ilişkilerinin bitme nedenini Betty’nin Jimi Hendrix ile zina yapmasına bağladı, ancak Betty bu iddiayı reddetti. Aslında birlikteliklerinin sona ermesine neden, trompetçinin şiddetli öfkesi ve kıskançlığıydı. Betty bu durumu: “Onunla evli kaldığım her gün, Davis soyadını kazandığım bir gündü” diye açıkladı ve yaşadığı şiddetten hayatı boyunca kimseye bahsetmedi. Bununla birlikte, daha sonraları Miles, Betty’nin kendisi ve müziği üzerindeki etkisini kabul etti; bu etki Filles de Kilimanjaro ya da orijinal başlık “Witches Brew” olarak tasarlansa da, Betty’nin ikna etmesiyle Miles’ın Bitches Brew şeklinde değiştirdiği albümlerinde görülecekti. O derece ki, Miles kasvetli takım elbiselerini çöpe atıp deri pantolonlardan, renkli, payetli gömlek ve yeleklerden oluşan yeni görünümünü bile Betty’ye borçluydu.

Miles Davis’ten ayrılmasının ardından, bu ilişkinin tortusuyla kendini saldırgan, uygunsuz, cinsel saplantılı olarak yeniden yaratan Betty, şarkı yazmaya devam etti. Sly Stone ve Graham Central Station grubunun üyelerini, şarkıcı Sylvester’i, hatta Pointer Sisters’ı bir araya getirerek 1973’te ilk albümünü çıkardı. Şiddetli bir tokattı bu albüm. Böyle güzel bir kızın bu kadar müstehcen sözler söyleyebileceğini, bu kadar baskın, şehvetli ve arsız olabileceğini kim düşünebilirdi?

Özellikle “If I’m in Luck I Might Get Picked Up”ta (“Şansım varsa kendimi düzdürürüm”) geçen I’m wigglin’ my fanny (“Kendimi tatmin ederim”) çığlığı dinleyenleri şok etti. Hiçbir kadın bu kadar müstehcen olmaya ya da bu kadar cinsel özerklik talep etmeye cesaret edememişti. Hiçbiri kadın-erkek rollerini bu derecede değiştirmemişti (“Anti Love Song”da şarkıcı, arzusunun nesnesini onu nasıl süründüreceğini bilmesi konusunda uyarır ve ardı ardına tehditler savurur). NAACP (National Association for the Advancement of Coloured People/Renkli İnsanların İlerlemesi Derneği) için bu albüm bir “utanç” kaynağı sayıldı. Dinî gruplar konserleri sırasında gösteriler düzenleyerek çoğunu iptal ettirdi. “If I’m in Luck I Might Get Picked Up”ın Detroit’te çalınması yasaklandı, ülkedeki pek çok radyo istasyonu da buna uydu. 1973’te kaydettiği “He Was a Big Freak”, kadınların erkekler tarafından değil, alışılmadık bir biçimde ve Betty’nin kendi tarzınca, erkeklerin kadınlar tarafından nesneleştirilmesinin bir ifadesi olarak oldukça uyarıcı, oldukça sağlamdı.

Aslında 1973-74 itibariyle yurttaşlık hakları mücadelelerinin sonuna gelinmişti. Siyah Amerikalılar belli bir imaj verme kaygısı içindeydiler, pek çok siyah müzik grubu son derece cilalı bir görünüm sunuyordu: Uygarlaştık, sizin gibiyiz, sizin gibi güzel giyiniyoruz; smokinlerimiz, şık elbiselerimiz, topuklu ayakkabılarımız var… Oysa Betty bu gidişatın tam tersini temsil ediyordu. Ehlileştirilmiş bir görüntü ona uygun değildi. Deri çizmeleri, sutyeni, ultra kısa şortuyla –kült fotoğrafında olduğu gibi– sahnede mikrofonu penis gibi kullanıyor, bu teşhircilik –içgüdüsel olduğu ve herhangi bir ticari hesaba karşılık vermediği için– onu daha da büyüleyici kılıyordu.

Betty Davis her şeye rağmen iki albüm daha kaydetti, 1974’te They Say I’m Different, 1975’te Nasty Gal. Ne kadar merak uyandırıcı olsa da, bu albümler de satış başarısı yakalayamadı. Disko, pornografiyi yalnızca sözlere taşıyan ve her tonda sado-mazoşizmi reddeden Betty gibi çılgınları değil, on beş dakika boyunca I Love to Love You, Baby I Love to Love diye fısıldayan kızları öne çıkaracak, bir kadının cinsel özgürlüğünü müzik endüstrisinin icaplarıyla takas etmesi ve bir dünya yıldızı olması için beyaz, Katolik ve Betty Davis’in seksi cazibesinin dörtte birine bile sahip olmayan Madonna’yı beklemek gerekecekti.

“Yolları kat ettim, kuzgun bana dehasını hem verdi hem aldı. Ama gülümsemem artık sahteydi. Geçtiğim yolların ne kadar fırtınalı olduğunu kimselere söylemedim. Kuzgun acımı iyice katmerledi, o zaman yine kalbimi yazdım ve söyledim. Varımı yoğumu ortaya koyup üç albüm yaptım, ama müzik endüstrisi yazı masalarının arkasında, beyaz adamlara teslim edilmişti ve bana değişmemi söylüyorlardı. Görüntümü değiştirmemi, sesimi değiştirmemi, müziğimi değiştirmemi… Yoksa sözleşme yoktu, para yoktu. Kuzgun ve ben bir başımıza kaldık”.

İstemediğiniz bir şeye hayır demek bir kuşağın, ‘70’ler ya da daha öncesinin bir özelliğiydi belki. Betty bu “hayır”ın çok ötelerine geçti.

“Siyah olmamın beni istediğimi yapmaktan alıkoymasına asla izin vermedim. Kim olduğumu ve ne yapmak istediğimi asla unutmadım.”

Jimi Hendrix yakın dostuydu, Miles Davis ona bir gün, “Kendi müziğini yap Betty, yalnızca şarkı yaz, kendinden kaçma ve şarkı söyle” demişti. Betty bedenini çürümeye terk etmedi, 16’sında yola çıktı, evden ayrılmak için bir kenti değil, bir dağın zirvesini hedef seçti. Sirenlerin kışkırtıcı sesine itibar etmeyen Odysseus’un tersine, kendini onların kucağına attı. Karşılığında ise sersefil bir “kült” sanatçı oldu. Onun yaptıklarının yarısını bir erkek sanatçı yapsaydı eğer, “protest” şarkı sözleri, “baş eğmez” tavrıyla daha yaşarken “ulu müzisyenlerin” katında yerini alırdı.

“Bir süre sonra kuzgun ve ben konuşmaz olduk.”

Günün birinde Betty Davis annesinden aldığı bir telefonla babasını kaybettiğini öğrendi. Kuzgun kollarından tutarak onu kaldırmaya çalıştı ama nafile… Davis bütün renklerin solup gittiği Pittsburgh’a geri döndü. Uzun süre hiçbir şey yazamadı, derin bir boşluğun içindeydi.

Bu boşluk ve geri çekilme neredeyse kırk yıl sürecekti. Unutulmuşluktan gizlice yeniden keşfedileceği güne kadar geçen süre. Bazı şarkılarının rap versiyonu, kendisine ne olduğuyla ilgili sorular, akıl sağlığı ve sefaletiyle ilgili kaçınılmaz söylentiler… Ve nihayet bir belgesel (Betty Davis: They Say I’m Different)  Mütevazı, yoksul ve tabii ki vejetaryen Betty’nin, dünyaya kendi “hakikatini” söylemeye hazır Betty’nin yeniden ortaya çıktığı bir belgesel. Yeni feministlerin onurlandırdığı, baskın maçoluğun kasıklarına iyi bir tekme attığı için övülen “kötü kız”…

“İnsanlar bana bir yolu açtığımı, bir mücadelenin parçası olduğumu söylediklerinde çok mutlu oluyorum. Müziğimin hâlâ canlı, hâlâ dinleniyor olması da öyle. En azından hayatımın bir döneminde gerçekten yükseklere uçtum. Ama herkes olmadığım bir şeyi olmamı istiyordu. Arkamda bir şey bırakmak istersem eğer, farklı olmanın her şey demek olduğunu söyleyebilirim. Bu yoldan gitmek gerektiğini.”

Betty’yi sözlerle anlatmaya çalışmak ne kadar yetersiz! Kendisi de, kendi tarifiyle müziği gibi “işlenmemişti”. Birlikte müzik yaptığı arkadaşlarından biri onun hakkında, “Betty gibi biriyseniz eğer, kimsenin olmadığı derecede ya tamamen Betty ya da hiç kimsesinizdir” diyecekti. Başka bir dostuna göre:

“Boğuk, derinden gelen sesiyle kışkırtıcı, müstehcen şarkılar söyleyen kadınla, tanıdığım Betty aynı kişi olamazdı. Onun Betty’nin alter egosu olduğunu düşünüyorum. O bunu bir yorumcu olarak yaptı, bütün kadınlar da yapmak isteyebilirdi. Unutmayalım ki siyahtı ve yarışa diğerlerinin epey gerisinde başladı.”

Lirikliğinin kaynağında ne yatıyordu?

“Bugün ihtiyar bir kadınım ben ve dağın zirvesine eriştiğimi hissediyorum. Bu zirveden bakınca katettiğim yolları açık seçik görebiliyorum. Babamı görüyorum mesela, beni omuzlarına kaldırmış mutfak masasında şarkı söylüyor. Ona ritim tutan büyükannemi, penceremden içeri giren hafif güney esintisini, mısır tarlalarını soluyan siyah tarım işçilerini, siyah-beyaz ayrımını, hep beyaz olan polisi...”

Phil Cox’un çektiği, 2017 yapımı, Betty: They Say I’m Different  belgesel filminin sonlarına doğru, küçük bir yatak, bir iki plastik raf ve kutu, üzerinde müzikçalar, CD’ler ve duvara yaslanmış kimonolu bir kadın deseninin yer aldığı bir resmin bulunduğu bir sehpadan oluşan odasında, “Şimdi starların açlıktan ve sessizlikten ölebildiklerini öğrendim” diyecekti.

17 yaşında, North Carolina doğumlu, siyah, Afro bir genç kız bir sabah evden ayrılıp New York’a doğru yola çıktı ve o günden sonra hiç kimsenin desteğini görmeden, durup dinlenmeden çalıştı. Kasırga gibi geçen yılların ortasında yalnızca şarkı yazarak bastırdı acısını. 9 Şubat tarihinde de arkasında bizim gibi “siyah” kadınlar bırakarak göçtü gitti bu dünyadan. “You and I” şarkısında dediği gibi, kadın olmaya ve öyle kalmaya çalışarak:

Sadece kadın olmaya çalışan küçük bir kız çocuğuyum ben,
Sense erkeğim olmaya gayret eden tuhaf biri,
Yatıp yanıma uzanıyorsun, bana çok yakınsın
Ama ben olmak benim için çok güç
Keşke kendimi sana verebileydim
Keşke senin için yaşayabileydim
O zaman kendim olurdum, o zaman özgür olurdum
Sadece kadın olmaya çalışan küçük bir kız çocuğuyum ben
Sense çocuk olmaya gayret etmeyen tuhaf biri.

Miles, otobiyografisinde şu sonuca varıyordu: “Zamanının ötesindeydi.” Betty, Miles’ın hem şiddetini yaşadı hem bu şiddete layık olan cevabı verdi:

“Ancak kendim olduğumda özgür olabileceğimi keşfettim.”

•