Ali Cabbar ile Aşk Olsun Çocuk üzerine söyleşi: "Romantik değil, politik fotoroman"

Aşk Olsun Çocuk, her yönüyle ilginç ve farklı bir 'iş': Tiktok çağında bir fotoroman, ama internette tefrika ediliyor... Hülya Işık Kurt, sanatçı Ali Cabbar'la, "Deniz Gezmiş’in uzun bir ömre bedel 25 yılı"nı 25 parçada anlatan bu tefrikayı ve yakın tarihe bakışımızı konuştu. 

23 Haziran 2022 13:00

Görsel sanatçı Ali Cabbar, Deniz Gezmiş’in anısına onun yaşadığı 25 yılı dönemin olayları çerçevesinde anlatan 25 bölümlük bir “politik fotoroman” yaptı, fotoroman web sitesinden bölümler halinde çevrimiçi yayınlanıyor. Hem içerik, hem de format olarak orijinal bir yayın ve ücretsiz olarak herkesin erişimine açık. Aşk Olsun Çocuk, Deniz Gezmiş’in doğduğu 1947’den idam edildiği 1972’ye kadar farklı dönemlerin koşullarını gözlerimizin önüne seriyor.
 
Bu sene Deniz Gezmiş’in idamının 50. yıldönümüydü. Her zamankinden biraz daha fazla gündemimize girdi. Deniz Gezmiş’in, Nâzım Hikmet’in yaygın anılması, kimlerin nasıl andığı beni hep düşündürür. Çünkü bu insanların hayatı darmadağın edilirken, gençler asılırken ortalık ayağa kalkmamış. En azından olanları değiştirecek kadar kitlesel bir itiraz olmamış. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararı, 48 “ret” oyuna karşılık 273 “kabul” oyu ile Meclis tarafından onaylanmış. Süleyman Demirel ve Alparslan Türkeş “kabul” oyu kullananlar arasında. (Yayında daha o yıllara gelmedik.) Alpaslan Türkeş veya Süleyman Demirel’i överek anmak benim için bir hassas bir konudur. Olayların gerçek içeriği hafızalardan silinince bir serbestlik geliyor herkese. Örneğin, aynı kişi hem selvi boylum diyerek Deniz Gezmiş güzellemesi yapabiliyor hem de Süleyman Demirel’i sevecen, ‘baba’, entelektüel bir siyasetçi olarak anabiliyor. Üstüne bir de Nâzım şiiri okudunuz mu tamam. Alpaslan Türkeş’in anılması konusuna girmiyorum bile, icraatlarını bilen biliyor zaten. ‘Şeylerin’ içinin boşaltılması.
 
Yanlış anlaşılmasın, Deniz Gezmiş’lerin veya Nâzım Hikmet’in anılmasına karşı değilim. Söylemeye çalıştığım şey, çok da gecikmeden yanlarında durmayı becermeye dair, biraz taraf olmaya dair. Durduğunuz yerin bir rengi olmalı. Hem idam edileni hem edeni aynı coşku ve tarafgirlikle anamazsınız. Günümüzde de benzer şeyler yaşanıyor. Bugünün gençlerinin önünü kapayanlar, geçmişin gençleri için anmalar düzenliyorlar. Bundan on yıllar sonrası, Gezi olaylarında hayatını kaybedenleri, Gezi davasında yargılananları ‘anlamak ve desteklemek’ için çok geç olacak. Özgürlüklerini kaybettiler, hayatları sekteye uğradı, bugün zindanlarda güzelim günlerini heba ediyorlar. Adaletsizliğe adaletsizlik demek ve bunu zamanında yapmak lazım. Geri döndürülemeyecek şeyler var, 25 yaşında bir genci asmışsın, daha ne! Kim inanır artık söylenenlere, giden geri dönemez bir şekilde gitmiş. Anma ile politik duruş arasındaki bağlantı kopmuş gibi. Bu kopukluk, Deniz Gezmiş’i ve onun katledilmesine ferman veren kişileri aynı hafiflikle anma imkânı sunuyor.    
 
Ali Cabbar’ın kitabı işte bu nedenle beni çok heyecanlandırdı, hem geçmişimiz hem bugünümüz açısından. Çağrışımlar, benzetmeler… Umarım sizler de benim gibi heyecan duyarsınız. Bugünle derdi olanın geçmişe dönüp bakması kaçınılmaz. Nereden baktığımız ise çok önemli.
 
Bu kitap, bildiğimiz kitaplara benzemiyor: Her şeyden önce bir e-kitap. Ayrıca yazar, kitabı bitirip bir kenara çekilmiş değil. Yayın ve çalışma devam ediyor, günden güne artan okuyucular  yorumlarını yazara iletiyorlar. Kitap sanki yaşıyor. Bir okuyucu olarak ben kitabı bitirip kapağını kapattığım zaman kendime sorarım, bu kitapla ilgili ne düşündüm diye. Benim kendi ‘okuyucu deneyimi ezberimi’ de bozdu bu kitap. Son sayfayı okuyup kapatacağım kapak yok, hissedeceklerim henüz bitmedi!  Kitabın hikâyesini Ali Cabbar’dan dinleyelim şimdi.
 
 
Aşk Olsun Çocuk fikri nasıl doğdu; neden Deniz Gezmiş’in hayatı?
 
Bildiğin gibi, 6 Mayıs 2022, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilişlerinin 50. yıldönümüydü. İstanbul Belediyesi bile büyük anma etkinlikleri düzenledi. 1947 doğumlu Deniz yaşıyor olsaydı, bu yıl 75 yaşında olacaktı. Geçen Aralık ayında, onun üzerine az sayfalı bir sanatçı kitabı yapma fikrim vardı ama çalışmaya başlayınca proje çok gelişti, dallanıp budaklandı ve bugünkü şeklini aldı. Altı aydır üzerinde çalışıyorum.
 
Deniz Gezmiş her zaman benim tek çocukluk kahramanım oldu. Onun ve arkadaşlarının yaptığı eylemlerin, polisleri atlatmayı becerdikleri her günün ve yargılanmalarının gazetelerde tefrika halinde yayınlandığı 1970’li yılların başında 14 yaşında bir yatılı okul öğrencisiydim. Ona hayranlığımdan ben de devrimci oldum. Ayrıca çok şanslıydım, çünkü Deniz’in yakınında olan, Mamak Askerî Cezaevi avlusunda birlikte fotoğraf çektirdiği, birlikte yargılandığı arkadaşlarından bazıları benim de yakın arkadaşım oldu.
 
 
Ali Cabbar
 
Aşk Olsun Çocuk’u çizgi roman değil de politik fotoroman olarak tanımlıyorsun. Neden?
 
Bir görsel sanatçı olarak haliyle görsel bir kitap yaptım ve belgesel bir özellik taşısın istedim. Belgesel derken, “light” bir belgesel demek istiyorum. Tarih kitabı yazmak gibi bir kaygım olmadı. Aşk Olsun Çocuk’u “politik fotoroman” olarak tanımlamamın sebeplerinden biri, kitabın görsel malzemesini internet kazılarında bulduğum düşük çözünürlüklü fotoğrafların oluşturması. Ayrıca, fotoroman tarzı kitaplar ilk kez Deniz’in doğduğu yıl İtalya’da yayınlanmaya başlamış. TikTok çağından geriye bakınca pek öyle durmasa da, o döneme göre ileri bir mecraydı. 1960’lardan 1980’lere kadar Türkiye’de çok popülerdi. O yıllarda bazı gazetelerin fotoroman ekleri vardı. Bağımsız fotoroman dergileri, kitapları yayınlanıyordu. Türkan Şoray ve Yılmaz Güney gibi büyük yıldızlar bile fotoromanda “oynardı”. Ama bu çalışmayı o dönemin romantik fotoromanlarından ayırmak gerekiyor. Aşk Olsun’un “jönü” çok politik!
 
Bu fotoroman sadece Deniz Gezmiş’e dair değil. Türkiye ve dünyayı eş zamanlı olarak anlatıyorsun, onun hayatını dönemin olayları içine oturtuyorsun. Kennedy’den bile bahsetmişsin. Döneme bu bütünsel bakış, zamanın koşullarını hatırlatarak ve belki öğreterek gençleri kastederek böyle diyorum olan biteni gözlerimizin önüne seriyor. Bunların bir kısmı belki bildiğimiz şeyler ama bir arada olunca, bütüne tekrar bakınca çarpıcı bir etki yaratıyor.  Bu bütünlük bana çok etkileyici geldi. Biraz bu konuda dinlemek isterim seni.
 
Deniz’i ve ‘68 kuşağını anlamak için onların yaşadığı dönemi anlamak gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından dünyaya gelen o kuşak, ABD ile SSCB’nin süper güçler olarak ortaya çıktığı yeni bir dünya düzenine doğdu. 1960’ların ikinci yarısında Japonya’dan Meksika’ya, Amerika’dan Türkiye’ye, öğrenci eylemleri dünyayı kasıp kavuruyordu. ABD’de siyahlar sivil hak arayışı içerisindeydi. Vietnam Savaşı’na karşı gösteriler yapılıyordu. Küba’da iki kahraman liderin, Fidel ile Che’nin önderlik ettiği bir devrim yaşanıyordu. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada değişim isteği vardı. Deniz’in nasıl şekillendiğini anlamak açısından bu olaylardan bir çerçeve kurmak gerektiğini düşündüm.
 
Deniz’in doğduğu 1947’de başlayıp idam edildiği 1972’ye kadar süren Aşk Olsun Çocuk, onun yaşadığı her yıla karşılık gelen 25 bölümden oluşuyor. Yılları kendimce önemli bulduğum olayların çerçevesinde anlatıyorum. Bunlar sadece politik olaylar değil, sadece Türkiye’ye dair de değil. O yüzden Kennedy ve Kruşçef kadar Zeki Müren ve Beatles’dan da söz ediyorum.
 
 
Aşk Olsun Çocuk'tan bazı alıntılar. En solda 1949, ortada 1951, sağda 1960 yılından ikişer kare.
 
Dikkatimi çeken başka bir konu da süreklilik. Eski ama tanıdık durumlar. Türkiye çok hızlı değişiyor. Bir sokağa iki yıl ara ile gidiyorsun, sokağı tanıyamıyorsun. Ama bir taraftan da istikrarlı bir şekilde aynı kalan şeyler var; kaybedilen yaşamlar, toplu kıyıma benzeyen iş kazaları, kararı önceden verilmiş, hatta sipariş edilmiş yargılamalar... Mesela kitapta bahsettiğin Nâzım Hikmet davasında isimleri değiştir, günümüze uyarlamış olursun…
 
Nâzım Hikmet 1938’de hapsediliyor ve 12 yıl yatırılıyor. Neden dersin? Çünkü şiirleri elden ele dolaşıyor ve Deniz Kuvvetleri’ndeki askerler arasında çok okunuyormuş! Ve hatta onları isyana teşvik ediyormuş! Yargılamayı Marmara Denizi’nde gezinen askerî bir gemide subaylar yapıyor. Şaka gibi! Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Gezi Davalarındaki keyfi uygulamalara bakınca sanki tarih tekerrür ediyormuş gibi geliyor.
 
Fotoromanı hazırlarken çok kitap okudum, saatler boyu internette gezindim, birçok akademik çalışmaya göz attım ve görsel araştırması yaptım. Benim için çok öğretici bir deneyim oldu. Türkiye’de bazı şeyler değişirken bazı şeylerin nasıl da değişmemiş olduğuna şaşırdım. Hikmet Kıvılcımlı 69 yıllık hayatının üçte birini içerde geçiriyor. Suçu kitap yazmak ya da parti kurmak. Aziz Nesin sadece yazdıklarından dolayı onlarca kez tutuklanıyor. O zamanın solcuları, evlerinin karşısındaki elektrik direğine yaslanmış sigara içen bir “sivil” ya da simitçi görünümündeki bir polis tarafından sürekli izleniyor. 1969’da aranırken Deniz Gezmiş’in evinin karşısına dikilen Kemal isimli polis, ara sıra ısınmak için Denizlerin evinin kapısını çalar, içeri davet edilir ve çay içermiş. Deniz’in babasıyla sohbet edermiş. Garip ama gerçek!
 
Zaman büyük bir toz bulutu ile kaplıyor her şeyi, unutturuyor. Örneğin artık Türkiye’de gençler 12 Eylül’de yaşananları neredeyse hiç bilmiyorlar.  Ama özlenen gerçek değişimin yakınlarda ve gençlik sayesinde olacağına inanıyorum. Ben gençleri beğeniyorum;  farklılar, çok akıllılar ve onların önlerini açmak boynumuzun borcu. Aşk Olsun Çocuk bence böyle zihin açıcı bir yaklaşıma sahip.
 
Bırakın gençlerin 12 Eylül’ü bilmiyor oluşunu, o süreci yaşamış olan bizlerin bile hafızasından biraz silindi. Aşk Olsun Çocuk’un kahramanının idam edildiği 12 Mart ise bir on yıl daha uzakta kaldı.

Bu kitabı yazarken hem biraz hafızaları tazelemek hem de genç kuşakların, eğer yaşasaydı bu yıl 75 yaşında olacak Deniz’i ve onun kuşağını bir parça tanımasını istedim. Deniz Gezmiş adını herkes biliyor, ama 12 Mart’ta, yani 1970’lerin başında ve o döneme gelene kadar neler yaşandı, pek bilmiyoruz. Bu bilgi günümüz Türkiyesi’ni anlamayı kolaylaştırabilir.

Devrimleri her zaman gençler yapar. Normal olanı da bu zaten. Günümüz gençlerinin gündemi daha farklı. Önlerindeki çözülmesi gereken politik sorunlara, Denizlerin zamanında farkında olunmayan çevre sorunları da eklendi. O zamanlar sanayileşmek, ülkelerin kendi kömür ve maden kaynaklarını sınırsızca sanayide kullanması ve üretimin artırılması, ilerlemenin bir parçası olarak görülüyordu. Ama gereksiz tüketim ve aşırı kâr hırsı dünyayı giderek yaşanmaz bir hale getirdi. Gelecek kuşağın Denizleri silahlarının yanında bir de gaz maskesi taşımak zorunda kalacak.
 
Aşk Olsun Çocuk, bizlerin yaşayarak gördüğü adaletsizliğin ağır tekrarını resimli bir hafiflikle anlatıyor. Her şeyden önemlisi, bunu humor ile yapıyor. Arjantin Devlet Başkanı Juan Peron’un karısı Eva (Evita) Peron için sağlığı düzelsin diye İstanbul’da mevlit okutulması, Evita’ya telgraf ile haber iletilmesi, sonra İstanbul’da bir Eva Peron Kupası düzenlenmesi kısmı beni çok gülümsetti. Daha önceden hiç duymamıştım bu konuyu. Humor için kitaptan verilebilecek en iyi örneklerden biri. Resmî bir tarih kitabında göreceğimiz bilgi değil, popüler bir haber, zamanın gazetelerinden alıntı.
 
Eva Peron mevlidini ben de ilk kez araştırmalarım sırasında duydum. Tam da senin tepkini gösterdim. Bu ne absürd bir durum diye düşündüm. Yani bir film senaryosuna eklesek, mutlaka yapımcılar itiraz eder, olmaz böyle şey, çok abartmışsınız der. Ama benzer tuhaflıklara Türkiye’de bugün de rastlıyoruz. Sosyal medya paylaşımları bu tür garipliklerle dolu. Bence bu bilgiler toplumun karakterini ve Türkiye’de nelerin değişip nelerin değişmediğini anlamak açısından çok önemli. Ayrıca, bir nevi hareketsiz bir film olan fotoroman anlatımının akıcılığı için de gerekli. Biraz önce söylediğim ve kitabın önsözünde de belirttiğim gibi, amacım tarihsel bir kitap yazmak olmadı. Bir sanatçı olarak şimdiye kadar açtığım sergilerde konuları ele alış ve sunuş tarzım genelde “kara mizah” olarak yorumlanıyor. Sanırım kitap için konuları seçerken bu karakterim devreye giriyor.
 
 
Kitabın 1947-1959 arasındaki bölümleri Deniz Gezmiş’in çocukluk yıllarına rastlıyor, dolayısıyla ondan çok fazla bahsedemiyorum. O nedenle bu tür bilgilerle o yılların genel havasını vermeye çalışıyorum, böyle bir ortamda büyüyen çocukları nasıl etkileyeceği konusunda okuyucuları düşünmeye teşvik ediyorum. Şu sıralarda Denizlerin yakalandığı 1971 yılını yazıyorum. O kadar çok olay var ki, eğer Eva Peron mevlidi aynı yıl olsaydı kitaba bu kadar geniş giremezdi.
 
Bu tür naiflikler ve bizi gülümseten mizahi öğeler, geçmişte olan biten her şeyi affetme, hoş görme gibi bir eğilime yol açar genellikle. ‘Nerde o eski zamanlar’ nostaljisi. Hafifliğin bu türlüsüne düşmekten korkmadın mı, ya da nasıl bir yöntem düşündün?
 
Esas olarak fotoromanın bütünlüğünü düşünerek, farklı toplumsal gruplarda yaşananlardan örnekler vermek istedim. Deniz Gezmiş’in çocukluk yıllarının manzarasını bu şekilde çıkardım. O zamanları yaşayan kişilerde nostalji uyandırıyor olabilir, ama o dönemleri olumluyor anlamına gelmiyor. Şimdiye kadar çok fazla yorum yapmadım ama seçtiğim konularda bilinçli bir “yönlendirme” var. Mesela Küba Devrimi’ne çok yer ayırdım, çünkü Denizler büyüdüğünde yaptıkları birçok eylemin referansı ve ilham kaynağı olacak. Yine çok sözünü ettiğim Demokrat Parti hükümeti ve onu destekleyen oy potansiyeli, neredeyse aynı oy oranlarıyla önce Adalet Partisi’ne, sonra ANAP’a ve bugün AKP’ye kaydı. Bugün ortaya çıktığını zannettiğimiz birçok sorun 70 sene öncesinde de mevcut.
 
 
Türkiye’de çizgi biyografi çok fazla yok. Müjdat Gezen’in Çizgilerle Nâzım Hikmet’i sanırım ilk örnek. Türkçeye çevrilmiş çok sayıda Rius var. Senin esinlendiğin/izlediğin isimler var mı?
 
Çizgi roman çok sevdiğim bir tür. Çok şanslıyım, çünkü çizgi roman cenneti Belçika’da yaşıyorum ve kitaplığımda minik bir koleksiyonum var. 1980’lerde aldığım, Milliyet gazetesinin çıkardığı Turhan Selçuk’un Abdülcanbaz’ları, baskı kalitesi olarak diğerlerinin epey gerisinde olmasına rağmen hâlâ raflarımda yerlerini koruyor. Tekrar tekrar okuyorum. Türkiye’deki biyografik çizgi romanlar üzerine bir bilgim yok, ama en son Camus’nün hayatını anlatan çeviri bir çizgi roman görmüştüm.
 
Deniz Gezmiş üzerine o kadar çok kitap yazılmış ki, araştırma yaparken farkına vardım ve şaşırdım. Bunların çoğunda karizmasından dolayı –yazarların elinde olmadan– Deniz efsaneleştiriliyor. Aşk Olsun Çocuk’ta çizgi kullanmaktan bilinçli olarak uzak durdum. Bunu bir de çizgiyle sunarsam efsane duygusu katlanacak diye düşündüm. Çünkü çizgi roman farklı bir gerçeklik algısı yaratıyor. Deniz Gezmiş’i anlatırken, çizgi romanda Amerikalıların “Hero” dedikleri türden bir kahraman yaratmak yerine, onun isyankâr kişiliğine dikkat çekmek istiyorum. Ortaya çıktığı haliyle sonradan “politik fotoroman” olarak adlandırdığım bu tarz, kitabın kahramanına bence daha çok yakıştı. Ayakları gerçeğe basan bir anlatım oldu. Okurların tepkisinden hissettiğim kadarıyla çok beğenildi.
 
Kitabın 25 bölümden oluşacak, her hafta birkaç bölüm çevrimiçi yayınlanıyor, yani bir tür tefrika. Dizi filmlerin bütün bölümlerinin aynı gün seyredildiği günümüzde fotoroman çok eskilerde kalmış bir format değil mi? İlginç bir sentez gibi görünüyor: Tamamen dijital ortamda, fotoroman tefrikası!
 
Yayın şekli ve formatı tamamen zorunluluktan ortaya çıktı. Aslında A4 boyutlu bir kitap olarak tasarlamaya başladım. Amacım, Denizler’in 50. ölüm yıldönümü olan 6 Mayıs 2022’ye basılmış kitap olarak yetiştirmekti. Fakat bitiremedim. Bunun üzerine, güncelliğini kaybetmemesi için bitirdiğim bölümleri tefrika halinde, çevrimiçi yayınlamaya karar verdim ve herkesin cep telefonlarında kolay okuyacağı, yeni bir formata dönüştürdüm. Çok da iyi oldu, çok olumlu tepkiler aldım. Ayrıca hem yeni ekran alışkanlıklarına hem de orta yaş grubunun “nostalji” alışkanlığına karşılık verdi.
 
Tefrika olmasını, yayına başladıktan sonra çok sevdim. Arkası yarın gibi. Her bölümü okuması üç-dört dakika sürüyor. Şimdiye kadar yayınladığım bölümlerde bebek ya da ilkokul öğrencisi olduğu için Deniz Gezmiş’ten fazla bahsedemedim. 10 Haziran’da yayınladığım bölümlerle 1960’ların başına ulaştık; asıl heyecan birkaç hafta sonra başlayacak! 1965’ten sonra ise Deniz’i kimse tutamayacak.
 
Kitap şimdiye kadar yayımlanan bölümleriyle kaç kişiye ulaştı?
 
Rakamları tam olarak bilmem imkânsız. İlk hafta PDF dosyası olarak kendi mail listemdeki kişilere gönderdim, sosyal medyada paylaştım. Gönderdiğim kişilerin birbiriyle paylaşması sonucu okuyucu sayısı tahminimin üzerinde arttı, Amerika ve Kanada’da yaşayan Türk okurlardan ileti almaya başladım. Okur sayısı konusunda spekülatif bir rakam vermek istemem. Ama şundan eminim; eğer kitap olarak basılsaydı bu kadar okunmazdı. Çevrimiçi yayıncılık konusunda ufkum açıldı.
 
Kendi mail listemde bile olsalar, okumak istemeyenleri ileti kirlenmesine uğratmamak için ikinci hafta abonelik sistemini başlattım. Sadece okumak isteyenlere, hatırlatma yapmak için her hafta yeni sayının linkini gönderiyorum. Kitabın dosyası giderek büyüyor, yani sayfa sayısı artıyor. Yeni sunum biçimleriyle abonelere kolay ve keyifli bir okuma sunmaya çalışıyorum. İsteyen sadece son yayınlanan bölümleri, isteyen de tüm bölümleri topluca okuyabiliyor. Abone derken yanlış anlaşılmasın, ücret talep etmiyorum. Tamamıyla ücretsiz. Aşağıdaki linke tıklamak yeterli.
 
 
TikTok çağının çocukları ve gençleri nasıl buldu politik fotoromanı, birinci elden bir tecrüben var mı?
 
Gençler arasındaki yayılımı konusunda bilgim yok. Geri dönüşlerden hissettiğim kadarıyla okurların yaş ortalaması 40 üzeri diyebilirim. Yayın ağustos sonuna kadar sürecek, dolayısıyla yeni abonelerle birlikte okuyucuların yaş ortalaması düşebilir ama şu anda gençlere ulaştığını pek zannetmiyorum. Belki bir sosyal medya “influencer”ı sorunumuzu çözebilir!
 
 
Tamamlanınca kitap olarak basmayı düşünüyor musun?
 
Okurlar da aynı soruyu soruyorlar. Elbette kitap olarak da basılmasını isterim. Ama baskı maliyeti, özellikle döviz kurlarındaki yükselme yüzünden ciddi bir miktar oluşturuyor. Baskı masrafını kişisel olarak karşılamayı düşünsem bile, bu kez de dağıtım büyük sorun olarak ortaya çıkıyor. Bir yayınevinden çıkmayan kitabı dağıtmak, yani kitapçılarda satılmasını sağlamak neredeyse imkânsız. Şu anda bitirmem gereken son iki bölüm, yani Deniz Gezmiş’in ve Türkiye’nin en çalkantılı yılları üzerinde çalışıyorum. Tamamlanınca sonrası için karar vereceğim. Artık kitap mı olur, sergi mi olur, bilemem.
 
Biz seni sanatçı, illüstratör ve tasarımcı olarak tanıyoruz. Aşk Olsun Çocuk şimdiye kadar yaptığın işlerin hepsinden çok farklı. Bu fark üzerinde biraz durmak isterim; senin için de yeni bir deneyim olmalı…
 
En çok da biraz önce söylediğim gibi çevrimiçi yayıncılık konusunda büyük bir deneyim oldu. Yoksa yayın dünyası benim için yeni değil. 1976’dan beri içindeyim; Türkiye, Avustralya ve Belçika’da gazetelerde, dergilerde çalıştım. Hatta Melbourne’da ek olarak kendi haftalık gazetemi çıkardım. Ama sanat pratiğim açısından değişik bir çalışma olduğu doğru. Amerikalı sanat editörü bir arkadaşım, yazılanları anlamasa dahi, kitabı “yeni bir güncel sanat tarzı” olarak değerlendirdi. Tarif etmek zorunda kaldığımda kendimi hep “politik sanatçı” olarak tanıttım. Ama politik mesajı “bağırmayı” sevmiyorum.
 
Son olarak; bundan sonra bu tarzda devam etmeyi düşünüyor musun? Üzerinde yoğunlaşmayı düşündüğün başka bir kişi ya da dönem var mı? Neşet Ertaş, Gezi, 12 Eylül, Osman Kavala?...
 
Böyle bir yayını hazırlamak okunduğu kadar hızlı olmuyor. Toplamda en az dokuz ayımı alacak. Bundan sonra sırada 12 Eylül döneminde Metris Cezaevi’nde yatarken iki küçük çocuğa gönderdiğim çizgi mektuplar var. Onları yayınlamayı, yayıncı bulamazsam yine bu şekilde çevrimiçi olarak paylaşmayı düşünüyorum.
 
 
ALİ CABBAR
 
Sanatçı Ali Cabbar, İstanbul’da doğdu, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun oldu, 1980 askerî darbesinden sonra siyasi tutuklu olarak 3 yılını askerî cezaevinde geçirdi. Daha sonra yurtdışına göçtü. Çalışmalarını halen Brüksel’de sürdürüyor. 2010’da Yapı Kredi’de açtığı Huzursuz Gölge sergisi, Türkiye’nin geçmişteki politikalarıyla kişisel bir hesaplaşmadır. 15 Temmuz 2016 darbesinin hemen ardından Depo’da sergilenen Tipsiz, seçim afişleri ve parti logoları aracılığıyla Türkiye’nin siyasi tarihine “grafik” bir bakış sunar. 2019’da Split Güzel Sanatlar Müzesi’nde gösterilen ELDORADO: Bir Kelime Oyunu projesi, İstanbul’un Dolapdere semtini konu alır ve sanatçının kentsel soylulaştırmadaki rolünü sorgular. Aynı yıl Adas’ta gösterilen MONSTER [ge.net.i.cal.ly.mod.i.fied] adlı 20 yıllık projesi, GDO’lu gıdaya çağdaş bir natürmort janrı olarak yaklaşır. Bir kamusal alan projesi olarak 2020’de Yanköşe’nin duvarında sergilenen Son Gergedanı Ben Vurdum, tehdit altındaki yaban hayatı konu alır. Son projesi Aşk Olsun Çocuk fotoromanı, Deniz Gezmiş’in hayatını ve dönemini anlatır. www.alicabbar.com