Bloom Kanonu: Shakespeare birdir, Dante de onun elçisidir

Batı Kanonu, oyuncu dili, akıcı kurgusu, tuhaf metotları ve çarpıcı örnekleriyle bir edebiyat teorisi kitabı değil de daha çok bir roman gibi. Harold Bloom da o romanın huysuz karakteri sanki; fevkalâde öznel, sağa sola sataşan, başına buyruk...

İstisnasız her yapıtı büyük sansasyona yol açan, her iddiası akademinin ortasına bırakılmış bomba etkisi yapan ünlü edebiyat eleştirmeni Harold Bloom'un Batı Kanonu (The Western Canon) adlı yapıtı yirmi yıllık bir gecikmeyle Türkçe’de.  Kitap, Çiğdem Pala Mull tarafından Türkçeye kazandırıldı ve İthakı Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. 1973 tarihli Etkilenme Endişesi'ni 35 yıl beklediğimiz düşünülürse yine de şanslı sayılırız. En az Etkilenme Endişesi kadar polemikçi ve kışkırtıcı bir dille kaleme alınmış olan ve okuyucuyu teorik tartışmaların içine çeken Batı Kanonu’na soğukkanlı ve dışarıdan yaklaşmak pek mümkün değil. İster istemez meseleye bir yerinden siz de dalıyor, ardı ardına itirazlar sıralıyorsunuz.

Bu itirazlara geçmeden, Etkilenme Endişesi'nin de üzerinde sarsıcı ve doğurgan bir yapıt olan Batı Kanonu’nun edebi haklarını teslim ederek başlayalım. Bizlere, edebiyat eleştirisinin de bir sanat olduğunu, daha doğrusu edebi bir tür sayılması gerektiğini bu kadar iyi gösteren az sayıda metinle karşılaşabiliriz. Eleştiride üslubun belirleyiciliği, mukayesenin gücü, dilin ve anlatımın etkisi ve kurgusal türlerdekine benzer şekilde sağlam bir kurgunun hayatiyetini Bloom’un her cümlesinde, her yaklaşımında rahatlıkla görebiliriz. Konuya uzak olanları, edebiyatın teorisine fazla kafa yormayanları da cezbedecek niteliklere sahip olan Batı Kanonu, oyuncu dili, akıcı kurgusu, tuhaf metotları ve çarpıcı örnekleriyle bir edebiyat teorisi kitabı değil de daha çok bir roman gibi. Metinde Bloom da o romanın huysuz karakteri sanki; fevkalâde öznel, sağa sola sataşan, başına buyruk...

 

Batı Kanonu, Harold Bloom, Çeviri: Çiğdem Pala Mull, İthaki YayınlarıTürlerin sonu ya da Shakespeare Kanonu

Bloom'a göre, eleştiri de aslında bir şiir biçimidir. Hatta eleştirel yorumun "iyi" ya da "başarılı" olup olmaması, onun doğruluk değerine değil, belagat gücüne bağlıdır. Şairler kendilerinden önceki güçlü bir şairin gölgesinde yaşarlar. Her şiir, eski bir şiiri yeniden şekillendirir ve her şiir “etkilenme endişesi”nden kurtulma çabasıdır. Bir şiirin anlamı başka bir şiirdir. Etkilenme Endişesi’nde şiir sanatından yola çıkarak teorisini oluşturan Bloom, Batı Kanonu’nda türler arasında ayrım yapmaksızın edebi bir kanon fikrinin peşine düşer. Ona göre, Shakespeare, Dante, Goethe, Cervantes ve Tolstoy eserleriyle bütün edebi tür ayrımlarını yok etmişlerdir.[i] İlk eleştiri, Bloom’un bu tutumuna getirilebilir. Zira edebiyat biraz da türler arasındaki mücadeledir. Dolayısıyla, her türün kanonu ve miladı farklıdır ya da en azından farklı olmalıdır. Bloom kanonunun ortanca figürü olan Cervantes, roman kanonunun başıdır örneğin.

Bloom’a göre, yapıtların kanonda kalıcı olabilmeleri, dolayısıyla kanonsal sayılabilmeleri için “özgün” ve “tuhaf” olmaları gerekir. En güçlü itiraz, doğal olarak bu “özgünlük” meselesiyle ilgili gelebilir. Çünkü özgünlük dediğimiz şey, öyle pek de “özgün” olmayan bir kavram. Bloom her ne kadar kendi özgünlük anlayışının kullanılagelen anlamın dışında olduğunu, asla etkilenmeden azade olmadığını daha Etkilenme Endişesi zamanında belirtmiş olsa da “orijinalite” derken spesifik bir orijine sırtını dayamakta yine de. Bu güçlü orijin: Shakespeare. Bu konuda fevkalade saplantılı ve tutucu görünen Bloom, Emerson’ın "icra yeteneği açısından, yaratıcılık açısından, Shakespeare eşsizdir," yorumunu da rüzgârına katıp Shakespeare’i bütün edebi figürlerin en üstüne çıkarır. Onun ayarında olmasa da en azından ona yaklaştığını düşündüğü kişi ise Dante’dir.

Shakespeare kanonun kendisidir. Edebiyatın ölçütlerini ve sınırlarını o belirler. Onda bir körlük, bastırılmışlık, hayal gücünde ya da düşüncelerinde bir başarısızlık bulabilir miyiz?[ii]

Kim olursanız olun, hangi dönemde olursanız olun kavramsal ve imgesel anlamda, o her zaman sizden bir adım öndedir. Sizin anakronistik olmanıza neden olur çünkü o sizi kapsar, siz onu kapsayamazsınız. Marksizm, Freudculuk ya da DeMancı dilbilimsel kuşkuculuk gibi yeni bir doktrinle onu aydınlatmanız mümkün değildir.[iii]
Dönüp Shakespeare'e bakarız ve ondan ayrıldığımız için pişman oluruz çünkü ondan uzak olmak gerçeklikten uzak olmaktır.[iv]

Daha da ötesi Bloom, "Aynı anda hiç kimse ve herkes, hiçbir şey ve her şey olarak Shakespeare, Batı Kanonu'nun kendisidir,"[v] demeye kadar vardırır işi. Bir teori oluştururken, edebi bir kuram çatarken böylesi bir orijine gereksinim duymasından, onu eğip bükmeye varıncaya her şeyin merkezine koymasından doğal bir şey olamaz elbette. Hele ki söz konusu figür Shakespeare olunca. Ne var ki “özgün” olduğu iddiasıyla böyle bir milat belirlemek, yine de yöntemsel olarak epeyce kusurlu. Shakespeare'in “özgün” olduğu savı, diğer herkes için de aynı şekilde olacağı gibi yanlıştır. Kanon elbette Shakespeare'den başlatılabilir. Bu bir bakış açısı, deterministik sınırlama meselesi olarak kabul edilebilir. Ancak özgünlük salt Shakespeare'den değil, hiç kimseden başlatılamaz. Kutsal kitapların dahi özgün olmadığı, yazılı her şeyin özgünlüğünün tartışılır olduğunu kabul ederek edebiyatı seviyor ve anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bu hususta, meselâ Nortop Frye’ın yaklaşımı “özgünlük” meselesini yerli yerine oturtmak için daha isabetli: "Özgün şair ile öykünmeci şair arasındaki gerçek ayrım, birincinin daha da derinlemesine öykünmeci olmasıdır sadece."[vi]

‘Aşkın’ söylem, ‘geçkin’ kuram

Hem Shakespeare hem de Dante için, ilginç bir sekülerlik yaklaşımı geliştirir Bloom; dinsel ve kutsal bir sekülerlik... Hatta bütün kanonun seküler olduğunu, dine ve ideolojiye belli bir mesafede duranların kanonsal olabileceğini iddia eder. Bloom’un, Beatrice’i göğe yükselten Dante ile Faust aracılığıyla mastürbasyona güzellemeler yazan Goethe ya da Walt Whitman’ı aynı kutsallık ya da aynı sekülerlik penceresinden bakarak beraberce kanonlaştırması da tartışmaya değecek bir başka konu.

Kanonun diğer kriteri “tuhaflık” ilkinden de göreceli bir kavram. Her yüzyılda değişen, hatta her kişiye göre değişen “tuhaflık” algısı kanonsal eserleri belirlerken bizi pekâlâ yanıltabilir. Bugünün “tuhaf”ı yarının “kabak tadı” olabilir. Ayrıca iddiaları desteklerken ahlakî yücelik, bilgelik, benzersizlik ve üstünlük benzeri tabirlerin kullanılması, eleştiri metinlerini her zaman zayıflatır. Dolayısıyla, bir eleştirmenin teorisinin bunca izafi ayaklar üzerinde yükselmesi pek çok açıdan sıkıntı doğurur. Örneğin, "Estetik değer bellekten ve acıdan, daha zor hazlara ulaşmak için kolay hazlardan vazgeçmenin acısından doğar"[vii] gibi, ya da "Yaratıcılığın alevleri bütün bağlamı yakıp kül eder ve bize tarih ve ideolojiden bağımsız, okumak ya da izlemek için eğitilebilecek herkese açık ilkel estetik değer diye adlandırılabilecek bir fırsat bahşeder,"[viii]gibi, veya "Ruhların en kapsayıcısı olan Shakespeare'in ruhu" gibi hem muğlak hem de bir eleştiri metni için hamasi denebilecek anlatımlar iki yüzyıl önceki romantik, coşumcu edebiyat bakışını çağrıştırır. Teorisini özellikle şairler ve şiirsellik üzerine, ikincil olarak da oyunlar, yani tiyatro eserleri (şiir ya da nesir) üzerine kurmuş olması, yüzyıllar önceki ihtişam ve etkinliğini devam ettirmeyen bu iki türe dayandırması, bu “geçkin”lik etkisini ister istemez daha da artırır. Bu açıdan Eagleton’ın Bloom hakkındaki biraz sert olmakla beraber haklılık payı taşıyan yorumunu da hatırlatmakta yarar var: "Bloom'un eleştirisi, kendi inancından başka hiçbir temeli olmayan, itibarını kaybetmiş bir rasyonalizm ile hoş görülemeyecek derecede aşırı bir şüphecilik arasında kalan uç bir hümanizmdir."[ix]

Her eser epik, gerisi köpük

Kanonun “aristokratik çağ”ı olarak adlandırdığı dönemin eserlerindeki epik vurguyu, bütün dönemlerde aramaya çalışması da Bloom’un teorisini geriye çeken özelliklerden. Epik ne varsa ona övgüler düzen Bloom, epik metinlere karşı yazılmış bir başyapıt olarak okuyabileceğimiz Ulysses'e de epik bir metin gibi yaklaşınca doğal olarak bazı anakronik tutarsızlıklar ortaya çıkar. Tutarsızlığın kaynağı, aslında en başta Cervantes’e yaklaşımındaki hatadan kaynaklanır. Don Kişot’un epik bir destan olduğunu iddia eden Bloom, romansların parodisini yaptığı ve romans yüceliğinden çıktığı için ilk roman kabul edilen metni romansların devamı olarak görür. Dulcinea ile Beatrice arasındaki yakınlık doğrudur, evet, ama parodik bir yakınlıktır bu. Beatrice göğün katlarında gezinirken Dulcinea at boku içindedir. Ibsen’in de Kafka’nın da bir romans yazarı olduğunu söyleyen, okuyucunun romanla ve karakterle özdeşleşmesini metnin başarısı olarak gösteren Bloom’un ‘geçkin’ gayesi şu ifadesinden daha net anlaşılabilir: “Masalların sosyal gerçekliğin destanları gibi anlatıldığı bir sanat yeniden nasıl yaratılabilir.”[x]Ama meselâ, aynı gerekçeyle Dickens’ı ayırıp onu dönemin yazarları içinde başköşeye yerleştirmesi daha tutarlı bir tavır olarak görülebilir. Zira Dickens, romans yazarı tabirini fazlasıyla karşılar. Dolayısıyla, epik romansı “başarabilmiş” olmak kanona girmeyi sağlayacak bir kriterse gerçekten, o kanonu Proust, Joyce ya da Beckett değil, daha çok Dickens, Lawrence ya da Austen hak eder. Kısacası, Dickens ve Joyce’u aynı gerekçeyle, hele de epik oluşları hasebiyle sevemeyiz.

Batı Kanonu’nun Freud makalesi, kesinlikle kitabın en çarpıcı ve en etkili bölümü. "Freud'da önemli olan ne varsa zaten Shakespeare'de de vardır,”[xi] diyen Bloom, Freud'un, çalışmaları üzerindeki Shakespeare etkisini saklama gayretini mükemmel bir biçimde dile getirmiş. Kendi başarısının ve icatlarının gölgelenmesinden korkan, “Hamlet kompleksi” yerine “Oedipus kompleksi” kavramını yerleştiren Freud’un Hamlet, Othello, Macbeth gibi karakterleri yaratabilecek bir yazarın varlığına inanmama yolunu tercih etmesi, “etkilenme endişesi”nin şahikası.

Elbette yalnızca Freud bölümünün değil, Bloom’un kanon mantığının hakkıyla kavranması için bütün bölümlerin kronolojik olarak okunması gerekir. Bazı tutarsız taraflarına rağmen, metinlere yöntemsel değil de çoğunlukla duygusal yaklaşmasına rağmen, yazarları her dönemde belli bilince ulaşmış figürler olarak görmesine ve göstermesine rağmen, Shakespeare başta olmak üzere birçok şair ve yazarı çağımızın anlayışına uymayacak biçimde ilahlaştırmasına rağmen, dünya genelinde etkili bir eleştirmen profili olarak değer bulmuş Bloom’un Batı Kanonu, başından sonuna edebiyat düşünen, düşündüren ve fevkalâde ‘zevk’ veren bir metin. Kitabın talebine boyun eğip tartışmaya bir yerinden dahil olmakta yarar var. Bloom her ne kadar “Bu kitap akademisyenlere yönelik değildir çünkü onların sadece çok küçük bir kısmı hâlâ okuma aşkı için okur,”[xii] dese de Batı Kanonu akademisyenlere de şiddetle tavsiye olunur.

[i]Batı Kanonu, Harold Bloom, İthaki Yayınları, Çev: Çiğdem Pala Mull 1. Baskı, Ağustos 2014, s.204.
[ii]a.g.e., s.53.
[iii]a.g.e., s.31.
[iv]a.g.e., s.474.
[v]a.g.e., s.76.
[vi]Anatomy of Criticism, Nortop Frye’dan aktaran Todorov,  Eleştirin Eleştirisi, Türkiye İş Bankası Yayınları, Çev:   Mehmet Rifat-Sema Rifat, İstanbul 2011, s.109.
[vii]Batı Kanonu, Harold Bloom, İthaki Yayınları, Çev: Çiğdem Pala Mull 1. Baskı, Ağustos 2014, s.44.
[viii]a.g.e., s.67.
[ix]Edebiyat Kuramı, Terry Eagleton, Ayrıntı Yayınları, Çev: Tuncay Birkan, İkinci Baskı, 2004 s.225.
[x]Batı Kanonu, Harold Bloom, İthaki Yayınları, Çev: Çiğdem Pala Mull 1. Baskı, Ağustos 2014, s.291.
[xi]a.g.e., s.32.
[xii]a.g.e., s.469.