DİĞER
"Buyruğun içeriği değil, buyurmanın kendisi önemlidir. Artık bana şu iyi, bu kötü diyen, gökten ya da gelenekten gelen, önceden verili hiçbir ilke yoktur. Yasa, ahlaklı olmak için bize neler yapmamızı ya da neyi yapmamamızı söylemez; tersine, iyi ile kötü yasanın kendisinden türer. Modern yasadır bu, salt biçim ya da saf buyurma gücüdür."
"Sınırı aşmaya kötülük diyeceksek, yalnızca 'kötülük”'mü vardır? Ya patolojik, yani olağan, günübirlik dünyamızın mantığına uygun eylemler ya da bu mantığın ötesine adım atan 'kötülük' edimi? Ama 'kötülük' sözcüğünü niçin hâlâ elimizde tutalım?"
"İşkenceye bakmak mı, bakmamak mı gerekir? Benzer biçimde işkenceyi yazmak mı gerekir, yazmamak mı? Coetzee, Elizabeth Costello’da bu soruna yeniden döndüğünde kötülüğün anlatımında kötülüğe benzer bir şeyin içimize sızmamasının imkânsız olduğunu düşünür."
"Yazma niyetindeki kişi yazar değildir, başka başka niyetleri olan herhangi biri gibidir; oysa yazar ancak yazdıktan sonra ortaya çıkabilir, demek ki yazarı yazı doğurur. Ama yazının doğurduğu kişiye hâlâ bir kişi diyebilir miyiz? Dahası, nasıl bir 'doğum'dur bu? Doğan biri var mıdır?"
"İdealizm deyip geçiverdiğimiz bu düşünce niçin tüm bir metafizik tarihini belirleyecek derecede güçlüydü? Tersinden bir yanıt verirsek şu olurdu: İdealar olmazsa, oluşun, durmaksızın değişip duranın, duyusal çokluğun, başka bir deyişle hiçbir ayrımın, elemenin, düzenlemenin yapılamadığı bir karmaşanın ya da kaosun kucağına düşerdik. Yani bir dünyamız da olmazdı."
"Öyleyse sonsuz dönüş, Klossowski’nin çok güzel biçimde söylediği gibi, olaydan ilk ve son kez özelliğini çalan hiledir. 'Tamamlanmış olayı sayısız kez isteyerek onu tamamlanmamış kılmak.' Yani onu geleceğin açıklığına bırakmak, oluşa geri vermektir."
"Olay asla aradığımız yerde bulunmaz, ancak hiç beklemediğimiz yerde karşımıza çıkabilir. Demek ki yaşamımızın önemli olaylarıyla aramızda tuhaf bir ilişki vardır. Başımıza geldiğinde anlamayız, çok geç anlarız. Anlama zaten bu gecikmedir. Önemli diye düşündüğümüz olayların aslında hiç önemi olmadığının anlaşıldığı bir zaman gelir, asıl önemli olanları ise hiç fark etmemişizdir bile."
"Hayalet, yaratık mıdır? Horatio, Hamlet’in babasının hayaletini kastederek sorar: 'Bu gece şu şey yine gözüktü mü?' Hayaletin adı olsa olsa şey olabilir. Yine de hayalet galiba bizim yaratıklar diye düşündüklerimizin içinde tam olarak yer almıyor. Cisimsel bir biçimden yoksun, ayrıca yalnızca geçmişle, bellekle ilişkili görünüyor. Belki de yaratık gerçek anlamını kapitalizmin ortaya çıkışıyla, modern diye adlandırdığımız dönemle kazanmıştır."
"Tek, herkese ortak bir hikâye artık mümkün değildir. Toprak’ın romanları hep birkaç kuşakla ilgilidir. Dede ninelerin, ana babaların, çocuklarla torunların zamansallıkları farklıdır, aynı zaman dilimi içinde farklı dünyaları yaşarlar."
Olağanüstü anlarla olağan anlar arasındaki derin ortaklığı ya da iş birliğini anlamamız gerek. Ne olağanüstü o kadar olağanüstü, ne olağan anlar o kadar olağandır
Ayhan Geçgin'in Aralık 2018'de Duisburg-Essen Üniversitesi'nde yaptığı konuşmanın tam metnini yayınlıyoruz...
Mevsim Yas, Türkçe yazıldığına göre Türklere mi seslenmektedir? Ama Kürtlerin çoğu zaten Türkçe bilir. Ceyran, örneğin Mehmet Uzun gibi kitabı Kürtçe yazabilir miydi?
Daha Fazla
© Tüm hakları saklıdır.
↑ Yukarı çık