20 Mayıs 2025
Tayyip Erdoğan, siyaset yapmak üzere kullandığı dili durmadan sertleştiriyor. Ana muhalefet partisine “terörist” demenin amacı ne olabilir? Bunun herhangi bir temeli olmadığını Tayyip Erdoğan bilmiyor mu? Elbette biliyordur. Ama bilmesi böyle konuşmasına engel değil. Seçim kampanyasında montaj film parçaları kullanmayı normal sayan biri bir adım sonra bunu da yapacaktır, şaşacak bir şey yok.
Peki ama bu üslubu kullanmasının bir amacı olmalı. Nedir o amaç? Seçmenlerin “Vay canına! CHP ‘terörist’miş. Hemen gidip oyumuzu AKP’ye verelim” demesini mi bekliyor? Erdoğan’dan böyle bir saflık da beklenmez. Türkiye’de bir kısım insanın “Bu söz doğru mu, yanlış mı?” diye sormadan ve düşünmeden “Bizim taraf ne diyor? Ben ne demeliyim?” diye sorduğunu, lafını buna göre söylediğini biliyor. Kendi tabanında bu tavrın yeterince yaygın olduğunun da farkında. Bunları ona göre söylüyor, seçmenini bir şeylere hazırlıyor.
Zaten dilini sivriltmekle kalmıyor. Yaptıkları da bu dile uygun. İmamoğlu olayına şöyle bir göz atmak, usul musul denecek bir şey kalmadığını, “ben yaptım oldu” hukukunun geçerli olduğu bir düzende yaşadığımızı gösteriyor.
Bu üslupla nereye varılır, güvenle söyleyeceğimiz tek şey iyi bir yere varmayacağız olacaktır. Tayyip Erdoğan komutasında ilerleyen siyasi İslam çizgisi kaybetmeye başladı ve Tayyip Erdoğan komutasında kendi çıkmazını örecek, kendi sonunu getirecektir. Ama o noktaya gelinceye kadar ne olacak? Ne gibi badireler atlatmak zorunda kalacağız? Tayyip Erdoğan iktidarı elden bırakmamak için ne gibi tedbirler düşünüyor?
Muhalefet bu gidişin taşıdığı tehlikelerin farkında. Şu konjonktür içinde “olumlu” olduğunu söyleyebileceğimiz fazla bir şey yok ama bunu söyleyebiliriz. Halk Partisi çok zor bir çizgiyi başarıyla sürdürüyor, “iten” değil “çeken” bir politika yürütüyor, Erdoğan’ı kendi huşuneti içinde hapsediyor.
Türkiye’de siyasetin sertleşmesi alışık olmadığımız bir şey değil. “Çok-partili” bir siyaset düzenine geçişimiz de partilerin birbirlerine karşı olgun davranmayı öğrenmelerine yol açmadı. “Olgun” ne kelime! “Kan-davalı” gibi davranmayı öğrendiler. Şüphesiz tarihi etkenler bu süreçte belirleyici rol oynadılar. Osmanlı İmparatorluğu çok çabuk kuruldu ama çok uzun sürede çöktü. Bu sürenin uzaması tabii “moral bozukluğunu”, “batıyoruz, yok oluyoruz” ruh halini yerleşikleştirdi. Bu koşullarda belirli bir çizgiye bağlanan kişi çizgisinde son derece bağnaz olmayı kural belledi. Başka çizgiyi benimseyenleri “hain” gibi görmeye başladı.
Ama bütün bunların arasında en “patlayıcı” ayrışma laiklik ve İslam arasında olandı. Şimdi de onun kıskacındayız. Bunu da atlattığımız zaman rahata ereceğizdir mutlaka ama nasıl atlatacağız? “Her derde deva” bir şey değil ama şu anda laikliği savunan çizgide bulunanların kendi aralarında bir karşılıklı anlayış ortamı kurmaları, yapılması gerekli şeylerden biri olarak ele alınabilir.
Herkes benim gibi düşünmek zorunda değil. “Zorunda” diye tutturan kişi Tayyip Erdoğan’ın yolunda ilerliyor demektir. İkincisi, benim gibi düşünmeyen kişi düşmanım olmak zorunda değil. Bunları sindiren kişilerin çoğunlukta olduğu bir ortamda “tartışma” bir kör dövüşü değil, bir diyalog imkanı haline gelir.
Murat Belge kimdir? 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu. Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli. Kitapları - Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997) - Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989) - Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997) - The Blue Cruise (Boyut, 1991) - Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992) - 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992) - İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007) - Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995) - Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997) - Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998) - Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001), - Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002) - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006) - Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007) - Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008) - Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009) - Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009) - Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010) - Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011) - Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013) - Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014) - Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014) - Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi) - Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016) - Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018) - "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018) - Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019) Çevirileri - Hegel Üstüne: W.T. Stace - Martin Chuzlewitt: Charles Dickens - Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner - Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce - Arabadakiler, Patrick White - 1844 Elyazmaları: Karl Marx - Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger - Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman - Yazıcı Bartleby: Herman Melville - Kayıp Kız: David Herbert Lawrence - Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie - Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte) - Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer |
Türkiye’de kimlerin muhafazakâr olduğu ve neyi muhafaza etmek istedikleri benim bir türlü çözemediğim bir bilmece olmuştur. Neyse ki, “bilenler” var. Kimin öldüğünü, kimin geberdiğini bildikleri gibi, ne zaman ve nasıl gebereceğimizi de onlar biliyor
Neredeyse bütün felsefe tarihi üç “moment”i bulma çabalarıyla doludur. Oysa ne kadar kolay. Ben iyiyim, iyi ve doğruyum; o halde benim işime yarayan şey de iyidir ve doğrudur. Her şeyin bir kolayı var...
Türkiye’nin “ezeli” diyebileceğimiz ideolojik bölünmesinde AKP’nin yanından ayrılmayacak, seçim kazanmak için yapacağı her türlü hileyi, zorbalığı destekleyecek bir kesim olduğunu biliyoruz. Ama bir noktadan sonra, “Bu kadarı fazla” diyecek kitleler yok mu? Bence var ve sayıları da gitgide artıyor
© Tüm hakları saklıdır.