05 Haziran 2025

Bilmek ve anlamak arasındaki fark

Sokakların gücünden, muhalefetin enerjisinden ve güzel günler göreceğimizden emin olamaktan vazgeçelim...

Sorunlu durumları görüyoruz, biliyoruz ama bu olan biteni anlamamıza yetmiyor.

Anlamak için meseleyi her açıdan düşünmek, taraf olmadan analiz etmek ve çıkan sonucu kişisel beklentilerimizden bağımsız bir şekilde değerlendirmek gerekiyor.

Gerçeği anlamak değil kendi fikrini, inancını doğrulamak için düşünen insanın kararları ve tercihleriyle dönen şu dünyada şikâyet edilen düzenin aynı zamanda şikâyet edenler tarafından inşa edildiği paradoksunu masaya yatırmadığımız sürece başka bir dünya hayal edemeyiz.

Mevcut gündemden yola çıkarsak… Hadi, İzmir meselesine bir bakalım.

Uzun uzun sendikanın niyetini tartışalım. Belediyenin tavrını sorgulayalım.

Kimimiz “Bu bir hak hukuk ve eşitlik meselesidir” desin kimimiz olayı “İzmir Belediyesi’ne karşı bir iktidar provakasyonu” olarak değerlendirsin.

Kimimiz belediye başkanını ve CHP’yi yuhalasın, kimimiz sendikalı Kürtlere “O zaman git o maaşı DEM partili belediyeden iste bakalım veriyor mu?” desin.

Sendikaya küfredenlerimiz de olsun, onlara methiyeler düzenlerimiz de. Birileri sendikadan istifa etsin, birileri belediye başkanına 'grev kırıcı' diye hakaret etsin.

Bu arada Kemal Kılıçdaroğlu’nu da tartışalım. Yeniden partinin başına gelmeye çalışacak mı çalışmayacak mı? Şerefli mi şerefsiz mi? Böyle bir şeye izin verir miyiz vermez miyiz?

Bu arada AK Parti'nin sinsiliği, DEM’in gizli niyetleri, MHP’nin hesapları üzerine akıl yürütelim.

'Kanal İstanbul’u yaptırmayız' diye sokaklara dökülelim. “İstabul Sözleşmesi yaşatır” diye sloganlar üretelim. “Gezi onurumuzdur” diye ısrar edelim. Eylemci gençlerin cesaretiyle övünelim. Ve ısrarla güzel günler göreceğimizi söyleyelim.

***

Başımıza gelenlerin adını tam olarak koymadıkça ne o hayal ettiğimiz güzel günleri görebiliriz ne de bu gemi azıya almış hukuk tanımaz iktidarı alaşağı edebiliriz.

Umudu kaybetmemek adına kendimizi yeterince kandırdık. Ve gasp edilen hukuku hukuksuzların elinden nasıl geri alacağımızı hala bilmiyoruz.

Seçim olacak, o seçimleri kazanacağız, sonra devletin içine sızmış karşı devrimcileri ayıklayacağız, suçluları yargılayacağız, hukuku toparlayacağız, üniversiteleri kurtaracağız, medyayı bağımsızlaştıracağız, sağlığı toparlayacağız, ekonomiyi düzenleyeceğiz, dış ilişkileri baştan kuracağız, iç ilişkilerde sulhu sağlayacağız…

Bu mu hedefimiz?

Muhalefetin kahraman olarak parlattığı kimsenin kahraman mahraman olmadığını defalarca deneyimlememişiz gibi.

Şu kaotik durumda bile yanlış nedir, doğru nedir anlaşamadığımızı görmüyormuşuz gibi.

İktidarın ekonomik çöküş, iç hesaplaşmalar, ayyuka çıkan yolsuzluklar ya da kirli ilişkiler yüzünden tahtının sarsılmadığını anlayacak kadar tecrübe yaşamamışız gibi.

Her şeyin satılık olduğu bir dünyada epeyce para eden bu toprakların üzerine özenle kurulmuş bir cumhuriyetin başına gelebilecek ne varsa sırasıyla tek tek geldiğini idrak edemiyormuşuz gibi.

***

Cumhuriyet kendisini hukukla koruyamadı. Ama karşı devrimciler cumhuriyeti gasp ettikleri bir hukukla etkisiz hale getirmeyi becerdiler.  Ve biz hala ipteki cambazı seyrediyoruz. Muhaliflerini seri bir halde tutuklamaya başlayan ve üstüne üstlük bunu bir de görsel şova dönüştüren bir iktidar…

Bu duruma alkış tutan, tezahürat yapan bir basın...

Olan biteni öğrenilmiş bir çaresizlikle seyreden ve sıranın bundan sonra kimde olduğuna dair bahis oynamaya geçen insanlar…

Çocuklarını ülkeden kaçırmaya çalışan ebeveynler…

Yarınını göremeyen işçiler, memurlar, emekliler…

Ve belli ki bir daha asla demokratik bir seçim yüzü göremeyecek olan bir ülke.

Elimizdeki kartlara doğru dürüst bakmadan kurduğumuz tüm oyunların boşa gideceği aşikâr.

Muhalefetin dilini bile kendi lügatından seçtiği kelimelerle oluşturan bir iktidarın elinde oyuncak olduğunu görmeyen bir isyan, aslen boyun eğiştir.

Kendi özgün ve beklenmedik, sarsıcı ve tekinsiz dilini oluşturamayan ve iktidarın pervasızlığını zerre kadar dizginleyemeyen muhalefet de aslen dilsizdir.

Geldiğimiz oyunlar ve kuramadığımız oyunlar arasında sıkışıp kalmış bir öfkeyle birbirimize saldırdığımız şu günlerde… Lütfen artık “Bugün seçim olsa hiç oy alamazalar…” demesin kimse. Bu düzeni gençler değiştirecek diye çocuklara yüklenmeyi bıraksın herkes. Sokakların gücünden, muhalefetin enerjisinden ve güzel günler göreceğimizden emin olamaktan vazgeçelim.

İşçi ücretleri önemlidir. Sendikaların talepleri kıymetlidir. İşverenin sorumlulukları nettir. Yine de bunları tartışırken sadece sonuçtan yola çıkarak bir hükme varamayız. Olayı bu noktaya getiren sürece de mercek tutmak gerekir. Hangi tarafta olursak olalım tuttuğumuz tarafın niyetlerini ve tutumlarını adil bir şekilde okumaya çalışırsak toslayacağımız şeyler hiçbirimizin hoşuna gitmez.

Ama gördüklerimizle yüzleşmek ve itirazı o temelden yeniden yükseltmek, hareketin topa olduğu bir ahlakta hep birlikte diretmek köprüden önceki son çıkış olabilir.

Gerçekten o köprüden çıkmak istiyorsak tabi…

Mine Söğüt kimdir?

Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.

Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.

Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.

Yayımlanmış yapıtları

- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000)
- Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003)
- Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003)
- Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004)
- Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006)
- Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007)
- Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009)
- Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010)
- Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011)
- Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011)
- Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019)
- Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020)
- Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Seyirlik savaşlar ve cansız bedenlerden canlı yayınlar

Herkesin elinde henüz küçük ekranların olmadığı, savaşın evlerdeki, kahvelerdeki televizyonlara kilitlenerek izlendiği o günlerden bu günlere kadar geçen 36 yıl içinde siz de savaşları canlı olarak seyretmeye, ayağından iplere bağlanarak yerlerde sürüklenen liderlerin linç görüntülerine bire bir tanıklık etmeye, kucağındaki bebek ölüsünü kameralara sallayarak çığlıklar atan insanların cinnetini evinin içinde, hayatının merkezinde, sıradan bir görüntü gibi neredeyse her gün görmeye çoktan alıştınız

Susanla susmayan hiç bir olur mu?

Yasaklar ve sansürler aslında iyidir; iyi olmayan, aksine tehlike kusan tek şey otosansürdür. Otosansür kötülüğün kayda geçmesini engeller. Korkudan susan, sesini çıkarmayan insanlar tehlikeli iktidarların aslen kirli olan sicillerini temiz tutmalarına yarar

Konstantiniyye’nin fethi ve Konstantinopolis’in işgali

Atalarımızın fetihlerine sevindiğimiz ve işgalin, istilanın gerçekte ne anlama geldiğini hiç düşünmediğimiz sürece yeryüzünde güzel günler göremeyecek hiç kimse

"
"