16 Mart 2025
Geçen hafta Troya bölgesinin simge kadınlarından biri olan Poliksena'dan söz etmiştim. Troya Kralı Priamos'un küçük kızı Poliksena, annesi Hekabe'nin gözleri önünde, onun kollarından koparılarak kurban edilir, anlatılara göre. Ne kadar gerçektir bu hikâye bilemeyiz ama bu direnç, bu onurlu duruş ve trajik son, Troya bölgesinde yüzyıllar sonra bile şarkılarda kendini göstermiştir.
Troyalı Poliksena'da simgeleşen o direngen ruh, tıpkı Amazon ruhunun Karadenizli kadınlarda varlığını sürdürüyor olması gibi, Çanakkale yöresinde yaşıyor diye düşünürüm. Örneğin, Balkan Savaşları sırasında Anadolu'ya akan muhacirleri, çocukları derleyip toplayanlar kadınlar olmuştur hep. Çanakkale Savaşı sırasında cephede yaşananlar, o inanılmaz savunmayı başaranlar, hayatının baharında toprağa düşenler anlatılır da cephe gerisindeki kadınlar nedense çoğu kez unutulur.
O bölgede doğmuş, büyümüş herkesin ailesi bu savaşla bir şekilde ilişkilidir, özellikle de kadınlar. Doğduğum ilçe Biga, Çanakkale'ye 90 km kadar uzakta. Devasa topların sesinin ilçeye kadar geldiği bizim çocukluğumuzda bile anlatılırdı. İlçede kurulan askeri hastaneye taşınan binlerce yaralı gencin hayata tutunabilmesi için kasaba kadınlarının nasıl çaba gösterdiği ninelerimizin acı dolu sözleriyle dile getirilirdi. Ama yalnızca dile getirilirdi; ne yazık ki Anadolu coğrafyasının neredeyse her köyünden gelen ve burada toprağa düşen delikanlıların ardında bıraktığı derin acıya, bu acıyı yüklenen kadınlara, yoksulluğa, yoksunluğa gereğince işaret edilmedi. Oysa bu büyük savaşın derin izleri Anadolu'yu da aşmış, Balkanlar'dan Kırım'a, Kerkük'e değin uzanan bir bölgede iç burkan bir türküye dönüşmüştü. Bu türkünün bestecisi de yine bir kadındı. Müzikologların önemli bölümü, Çanakkale türküsünün, keman öğretmeni Kevser Hanım'a ait olabileceğini işaret etmekte.
Türkü, gidenlerin ve kalanların yaşadıklarını, hissettiklerini öyle güçlü anlatır ki Türkçeyi de aşar Yunanca, Makedonca, Arnavutça, Gorançe gibi dillerde de söylenegelir. Eray Cömert'in İTÜ Yayınları'ndan çıkan "Çanakkale Türküsü" adlı kitabında bu büyük acıyı dile getiren farklı dizelere de rastlıyoruz. Örneğin Kerkük versiyonunda "Çanakkale içinde mermerden direk / Arkadaşlar şehit olur dayanmaz yürek" ya da " Çanakkale içinde oldum onbaşı / Sineme vurdular süngünün başı" dizeleri yürek burkuyor. Makedonya'da da kırık bir Türkçeyle " Çanakala içinde sıra sıra sügütler / Sügütler altında yatır baba yigitler" dizelerine rastlanıyor.
Çanakkale Savaşı hikâyeleriyle büyümüş biri olarak, yıllar sonra Marika Papagika adını duyup onun yaşamını öğrendiğimde kadınların her yerde ve her koşulda erkeklerin yakıp yıktığını onarmakta ne kadar becerikli olduklarını düşünmüştüm. Onun adına internette ilkin "ekmekvegul.net" adlı sitede rastlamış ve barış adına cesur çıkışına hayran kalmıştım. Marika Papagika 1890 doğumlu bir Yunan şarkıcı. Ailesinin göç ettiği İskenderiye'de şarkıcılığa başlamış, ardından hayallerinin peşinden ABD'ye göç etmiş ve eşiyle birlikte bir gece kulübü açmış. Her akşam kulübün sahnesinde şarkılar söylerken Yunan mutfağı ve müziğinin yanı sıra komşu kültürleri, Ermeni, Arap, Rum, Türk kültürünün izlerini de kafede yaşatmaya çalışmış.
Buraya kadar her şey olağan. Ancak zaman olağanüstü. Birinci Dünya Savaşı bitimidir; Anadolu işgal edilmiştir. Yunanistan orduları adım adım Ege içlerine doğru ilerlemektedir. İki halk arasına kan girmiştir. İşte tam da o günlerde Marika Papagika, eşiyle işlettiği ve kendisinin şarkılar söylediği gece kulübünde, hayranlarının ve yurttaşlarının tepkisinden çekinmeden, savaşa inat, Yunancanın yanında Türkçe şarkılar da söylemeye başlayarak iki halkın ihtiyacı olan barıştan yana tutum alır. Diskografisine bakılırsa, Bizim "Sendeki saçlar bende de olsa" diye bildiğimiz "Küçük Hanım" ve "Ben yârimi gördüm" şarkısı o dönemde söyledikleri arasında. Ancak en ilginci ise, 1923'te plağa da okuyacağı "Çanakkale içinde vurdular beni" diye başlayan, bildiğimiz Çanakkale türküsünün bir başka versiyonudur. Savaşan iki ülkenin yurttaşlarının gece kulübünde bu şarkıyı sahnede seslendiren bu olağanüstü sese, cesur kadına hep birlikte kadeh kaldırdıklarını düşünmememiz için bir neden yok.
İbrahim Dizman kimdir? 1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi. 1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı. İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi. Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor. Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı. Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. Kitaplarından bazıları: Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020 Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018 Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016 Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016 30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010 Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007 Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006 Belgesel filmleri: Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010 Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012 Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016 Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018 Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020 |
Kritovulos’un Fatih’i, fethederken fethedilmeyi de göze alan bir kahraman. İyi bildiği Yunancanın yapıtlarını özgün biçimiyle okuyan, İstanbul’da bilim insanlarıyla, sanatçılarla sohbetlerinde pekiştirdiği “Helen uygarlığı”na ilgisini hep koruyan biri
Hikâyenin bir yerinde sormak gerekir: Dört mevsim var doğada; peki ama beşinci bir mevsim beklentisi yok mudur insanın içinde?
Çocukluğumda her bahar, aynı bacanın, aynı direğin üstünde görürdük leylekleri. Kasabanın dekorunu tamamlayan doğal ögeydiler ve bizden biri gibi yaşarlardı birkaç ay
© Tüm hakları saklıdır.