22 Nisan 2025
Filistin asıllı Danimarkalı yönetmen Mahdi Fleifel’in Yabancı Topraklarda (To a Land Unknown) filmi, yerinden yurdundan edilmiş iki Filistinli mültecinin sürgün, aidiyetsizlik ve umut arayışı üzerine.
Yönetmenin ilk uzun metrajlı kurmaca filminin çerçevesini göçün arada kalma hali oluşturur, yersiz yurtsuzlukla sınanan insanın varoluşu üzerine bir deneyim sunar.
Filistinli-Amerikalı düşünür ve yazar Edward Said’in "Filistinlilerin kaderi, başladıkları yerde değil, beklenmedik ve çok uzak bir yerde son bulmaktır" sözleri filmin ana hatlarını çizer.
Almanya’da bir restoran açma hayaliyle Lübnan'daki mülteci kampından kaçan Chatila (Mahmood Bakri) ve Kuzeni Reda (Aram Sabbah) Atina'da mahsur kalır.
Kuzenler, hayallerini gerçekleştirebilmek için kaçış planları yaparken doğru ve yanlışın grileşen alanında, suçun sınırlarında gidip gelirler.
Barınma ve beslenme gibi en temel ihtiyaçları bile karşılanmayan mültecilerin durumu, şehre tek başına gelen Filistinli çocuk Malik üzerinden çarpıcı biçimde anlatılır.
2012 yapımı Bizim Olmayan Bir Dünya belgeseli ile tanınan Fleifel, bu filminde Avrupa'nın medeniyet imgelerini tersyüz edip göçmen politikalarının iç yüzünü gözler önüne serer.
Fleifel göçmen portreleri çizerken şiir ve romana başvurur. Filistinli şair Mahmud Derviş’e saygı duruşunda bulunur. John Steinbeck'in romanındaki trajik dostluktan ilham alır.
Chatila ve Reda, Fareler ve İnsanlar’ın kahramanlarına benzer: Biri daha iradeli, daha organize; diğeri ise daha duygusal, korunmaya muhtaç bir karakterdir. Her iki hikâye de birlikte kurtulma hayaliyle yola çıkan ama trajik çıkmazlara sürüklenmiş karakterler barındırır.
Fakat Reda ile özdeşleştirilen Lennie’nin saflığı daha çok zekâsı ile ilişkilidir. Reda, bu dünyanın acımasızlığına karşı korunaksız kırılgan bir karakter çizer.
Filmin şiirle kurduğu bağ, anlam katmanını derinleştirir. Göçmenliğin sadece fiziksel değil ruhsal halinde Derviş'in şiirine gönderme de vardır:
Maske düştü, maskeden maske düştü...
Kolun düştü, al ve düşmanına vur.
Ben yanına düştüm, beni al ve düşmanına vur.
…
Artık sen de düştün.
Şimdi ya beni al ve birlikte diren,
ya da hepimiz kaybolalım bu yabancı topraklarda
Filmde görülen bu varoluşsal yoksunluk hali, karakterlerin birbirlerine olan sımsıkı bağlarıyla bir direnişe dönüşür. Bu direniş, zayıf yanlarını silah olarak kullanmalarını da açıklar. Chatila’nın hayalini gerçekleştirebilmek için kuzeni Reda’yı kullanması belki şiirin bu bölümüyle açıklanabilir.
Hem modern Arap şiirinin radikal dilini, hem de Steinbeck'in trajedisini taşıyan film şiirin akıcılığına ve kırılganlığına sahiptir.
Chatila karısıyla bir telefon görüşmesinde “kriminal bir insan oldum çıktım” der. Sürüklendikleri yeni kimlikler, yaşadıkları ruhsal çatışmanın da göstergesidir. Film karakterlerin sıkıştıkları arafta ahlaki ikilemlerini ve hayatta kalma mücadelesini derinlemesine irdeler. Dayatılan yoksunlukla varoluşları yeniden sorgulanır.
Yunanistan ne Kuzey Avrupa ülkeleri gibi ne de Ortadoğu gibidir. Tam olarak ara bir yerdir. Geçmiş ve gelecek arasında kalan iki kuzenin arafta kalma haline gönderme yapar.
Film Steinbeck'ten ilham alsa da romanın da esin kaynağı olan Robert Burns'ün 1785 tarihli To a Mouse (Bir Fareye) isimli şiiriyle de ilişkilenir. Burns bu şiirinde yuvasını bozduğu bir tarla faresine seslenir:
Şimdi ise karlı yağmurlarına kışın,
Kırağı-buz soğuğuna dayanacak
Ne bir evin var ne kalacak bir yerin.
Ancak, farecik, bir tek sen değilsin,
Öngörülenler boşa çıkabilir:
Farelerin ve insanların en iyi planları
Genelde ters gider,
Ve umulanın aksine
Acıyla eleme gark eder.
Filmde de kuzenlerin geçmişleri ve gelecek hayalleri farenin yıkılan yuvası gibi darmadağın olmuştur
Burns’ün şiirindeki fare, insanlar kadar mağdurdur; hatta belki daha şanslıdır, çünkü geçmişi hatırlamaz. Filmdeki karakterler ise geçmişin ve geleceğin ortasında bir zamana hapsolmuşlardır.
Filmin arka planında Fareler ve İnsanlar’daki pastoral fon yerine Atina’nın yıkık dökük sokakları ve binaları vardır. Mekân sadece görsel bir zemin değil, kahramanların içinde bulundukları durumu ve ruh hallerini yansıtan bir metafordur.
Atina, demokrasi, felsefe ve uygarlığın beşiği olarak antik yapıları, tarihi sütunları, Parthenon gibi ikonları ile büyük bir simgesel ağırlık taşır. Batı dünyasında akıl, düzen ve ilerlemenin sembolüdür.
Ancak filmde gördüğümüz Atina, bu tarihsel ihtişamdan uzak, yıpranmış, grafitilerle kaplı, bakımsız apartmanlar ve karanlık arka sokaklarla çevrilidir.
Atina’nın tarihsel ihtişamı ile güncel gerçekliği arasındaki çelişki güçlü ve çarpıcı bir sinematografik zemin oluşturur. Bir zamanlar insan haklarının, demokrasinin doğduğu bu şehir, şimdi mülteciler için kimliğin askıya alındığı, geleceğin belirsiz olduğu bir araftır.
Bu karakterlerin hikâyesi, şehirdeki çöküntü alanları ile örtüşür; Atina'nın harabe yapıları, dar basık ve havasız iç mekanları, köhne sokakları, duvar yazıları, hepsi, karakterlerin iç dünyasını yansıtır. Şehir, tıpkı karakterler gibi yorgun, yıkık ve unutulmuştur.
Karakterler tüm olumsuz dış koşullara rağmen kararlılıkla bir tür içsel özgürlük alanı yaratırlar. Tıpkı şiirdeki gibi, "kaçış yoktur" ama bu durum özgürlüğe de kapı aralar: Her şeyini kaybetmiş olan, artık özgürdür.
“Kuşat kuşatıldığın yeri” der Mahmud Derviş şiirinde. Seni yaralayan şey, aynı zamanda sana güç verebilir. Bu, paradoksal bir umut ve direnç fikridir.
Yakın plan çekimlerle kamera gerçek yaşamların arasında bir karakter gibi dolaşır. Seyirci bu dünyanın içerisine dahil olmakta güçlük çekmez. Oyuncuların mükemmel performansı bu gerçekçi karakterleri daha da sahici kılar.
44. İstanbul Film Festivali'nde izlediğim en iyi filmlerden biri olan Yabancı Topraklarda, Filistinli olmanın zaman, mekân ve kimlik üzerindeki ağır etkisini derin bir duyguyla aktarır. Sürgünün estetiğini kurar.
Gülay Kazancıoğlu kimdir?İlk, orta ve lise eğitimlerini doğduğu kent olan Trabzon'da tamamladı. Ankara Üniversitesi'ndeki mühendislik eğitimini resim bölümünde okuyabilmek için yarım bırakıp 1992 yılında Gazi Üniversitesi Resim Bölümü'ne geçti. 1996 yılında lisansını tamamlamasının ardından Hacettepe Ünversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Ana Sanat Dalı'nda “Resimde Trajik” konulu yüksek lisans teziyle sanatta yeterliliğini verdi. Ankara ve istanbul'da görsel sanatlar öğretmeni olarak da görev yapan sanatçı resim, heykel ve dijital enstalasyon çalışmalarına devam etmektedir. |
Sınır kavramı sistemin ürettiği savaşlar, krizler ve eşitsizliklerle hem ihlal edilip aşılabilen hem de acımasızca çizilip korunan bir iktidar aracı olarak karşımıza çıkar
“Kendini maruz bıraktığın imgelerin miktar ve niteliğini dikkatle ve bilerek seç. İmgelere maruz kalmak her zaman zehirler.”
Abramović’in gerçek aletler ve bedenini kullanarak gerçekleştirdiği performansı bağlamından kopararak aşk temasına indirgeyen Rugül Serbest, haz ve acının temsilini; ucu bükülmüş çatal, eğilmiş testere gibi dekoratif objelere dönüştürüyor
© Tüm hakları saklıdır.