Trump’ın yemin töreninde en ön sırada dizilmişlerdi: Amazon kurucusu Jeff Bezos, META CEO’su Mark Zuckerberg, Apple CEO’su Tim Cook, Google CEO’su Sundar Pichai ve elbette Elon Musk. Trump’ın seçim kampanyasına 300 milyon dolar bağışlayan, Tesla, Space X ve X ‘in patronu Bay Musk. Kimilerine göre dünyanın geleceğini kurtaracak milyarderler, kimine göre devletlerden güçlü hale gelip denetimsizce büyüyen, seçimlerden haberlere her şeyi şekillendiren, bilgi kirliliğini, nefret söylemini ve kutuplaşmayı körükleyen tekno oligarklar.
İşte bu küçük ama dev kadro, yeni HBO Max filmi Mountainhead’in de kahramanları. Dört milyarder kankanın bir dağ evinde (ev dediğime bakmayın- bir nevi ultra lüks tekno-kale) buluşup sanki normal insanlarmışlar gibi yaptıkları bir hafta sonunu anlatıyor film. Kimin gerçek hayatta kim olduğuna izleyip kendiniz karar verin. Ama ben en yüksek tahminleri yazayım:

Steve Carell, “Karanlık-Para Gandalf” lakaplı Randall rolünde. Ekibin gençleri için bir mentor-dede olan Randall, Tim Cook, Bill Gates ve Silikon Vadisi’nin meşhur yatırımcısı Peter Thiel’in bir karışımı gibi. Cory Michael Smith, Traam adlı sosyal medya platformunun kurucusu ve dünyanın en zengin insanı Venis’i oynuyor. Yani çokça Elon Musk, belki biraz da Mark Zuckerbeg. Venis’in platformu, deepfake görüntü ve videoları hiçbir süzgeçten geçirmeden yayınlamaya başlayınca küresel bir kriz çıkıyor. Dini, etnik ve ulus bazlı nefret tüm dünyayı kasıp kavurmaya başlıyor. Venis bu deepfakeleri kontrol edecek bir AI yazılımına muhtaç. O yazılım da Ramy Youssef’in canlandırdığı Jeff’de mevcut, ama Jeff satmaya gönüllü değil. Çünkü o, teknolojinin toplumsal etkilerini sorgulayan vicdan sahibi bir milyarder. Veya da öyle görünmek hoşuna gidiyor. Jeff, OpenAI CEO’su Sam Altman’dan izler taşıyor. Grubun son üyesi Hugo Van Yalk’ı ise Jason Schwartzman oynuyor. Hugo, henüz bir milyarder değil. Bir meditasyon aplikasyonu var, elbette küçümseniyor. Açıkçası Hugo kim bilmiyorum. Muhtemelen Silikon Vadisi’nin treni (veya füzeyi) kaçırmış milyonerlerini, dünyanın geri kalanı için çok başarılı, ama kendi evreninin kaybetmiş eziklerini temsil ediyor. İçinde WeWork’un eski CEO’su Adam Neumann’dan da izler olabilir. Arkadaşları Hugo’ya evsizlere çorba dağıtan Soup Kitchen lokantalarını hatırlatsın diye “Souper” diyorlar. Şaka kılığına girmiş hakaretler, tekno-zengoların sevgi dilini oluşturuyor.
Donald Trump'ın yemin törenine katılan tekno-milyarderler: Mark Zuckerberg, Jeff Bezos, Sundar Pichai ve Elon Musk
Mountainhead’ın yazarı ve yönetmeni bu şakalı-hakaret dilini çok iyi bilen birisi: Succession’ın yaratıcısı Jesse Armstrong. Trump Amerikasını en iyi anlatan dizilerden biri olarak görülen Succession, yayınlandığı dönemde kazandığı 19 Emmy ile ekranın en prestijli işlerinden biri olarak tarihe geçmişti. Succession da milyarderler evreninde geçiyordu. Bir medya imparatoru ve onun şirketlerinin başına geçmek için tepişen dört çocuğunun ego savaşlarını anlatan dizinin en güzel kısmı, tüm ayrıcalıklarına rağmen bu yetişkin çocukların birer gerizekalı olduğu anları ve birbirlerine ettikleri zincirleme hakaretleri izlemekti.
Succession
Mountainhead’in milyarderleri de birer gerizekalı, ama farklı şekilde. Onlar, Succession bebekleri gibi paranın içine doğmuş nepo-CEO’lar değiller. Aksine hepsi son derece yüksek IQ’lu ve sıfırdan dünyanın en zengin insanları olmuş tipler. Onları aptal yapan şey kibirleri: Toplumsal meseleleri teknik yetileriyle çözebileceklerini zannetmeleri. Ve bu yöntemin ancak ağlayan bir bebeği susturmak için suratına pedagoji tezi okumak kadar faydalı olduğunu görememeleri... Nasıl ki Succession kardeşler sadece babaları kurduğu için bir medya holdingini yönetecek beceriye sahip olduklarını sanıyordu; Mountainhead kankaları da teknolojiye hükmettikleri için dünyayı yönetebileceklerini, hatta bunu hak ettiklerini düşünüyor. Demokrasi mi, gereksiz. Hukuk mu, ayakbağı. Ulusların kendi geleceklerini tayin etme hakkı mı, bomboş. “Amerika’nın en akıllı adamlarıyız. Dünyayı ele geçirecek kaynaklara sahibiz. Bu çirkin ev, insanlığın küresel yönetim üssüne dönüşmüş olabilir” diye böbürlenen, ama bu “global üsde” sular kesilince panikle kendilerini bomba sığınağına atan tekno oligarklar ve tanrı kompleksleri, Mountainhead’i bir komedi yapıyor. Onu bir korku filmi yapansa, bu yeni oligark sınıfının attığı her adımın biz sıradan insanların hayatları üstündeki etkilerinin gerçekliği ve dehşeti.

Armstrong, Mountainhead’i çok hızlı çekmiş. Fikir aklına Kasım 2024’te gelmiş, Ocak-Şubat’ta senaryoyu yazmış ve filmi beş haftada çekip Mayıs 2025’e hazır etmiş. Böyle yapmış çünkü konunun geçerliliği kaybolmasın, zeitgest kaçmasın istemiş. Belki de bu yüzden film, tek bir mekana hapsolmuş ve bir Succession bonus bölümü olduğu hissini üstünden atamamış. Succession’da milyarderlerin bir araya geldiği dağ zirvesi Argestes bölümü ile benzerlikleri de buna pek yardımcı olmamış.

Mountainhead’in bir diğer “benzerliği” de adının ilham aldığı Ayn Rand’ın meşhur romanı The Fountainhead ile. Rand’ın bireycilik ve ahlaki bencillik anlayışı, tekno-oligarklara konforlu bir ideolojik kılıf sunuyor. Zira toplum kurallarını çiğneyen ama dünyayı dönüştüren dahi adam rolü, tekno elitlerin en sevdiği rollerden. Mountainhead, bu rolü çok iyi oynayan bir oyuncu kadrosunu, bu dünyayı en iyi yazan yazar-yönetmenlerden biriyle bir araya getiriyor. 31 Mayıs’tan itibaren HBO Max’te izlenebilecek film, zeytin çekirdeğini salonun ortasına atan, uykuya dalmak için özel jete havada tur attıran , dağ manzarasına bakıp “o kadar güzel ki onunla yatmak istiyorum” gibi zengo-saçmalıklar fışkırtan bu dahilerin dünyasında gezinmek ve düşünce sistemlerini anlamak için iyi bir fırsat. Film bittikten sonra onların yönettiği gerçek dünyada ne yapacağımız ise, bambaşka bir konu.

Binnaz Saktanber kimdir?
Ankara'da doğdu. Tevfik Fikret Lisesi ve başarı bursuyla okuduğu Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Gazeteciliğe okul yıllarında Sabah Gazetesi ve Turkish Daily News'da çalışarak başladı.
Fulbright bursuyla gittiği ABD'de The City University of New York'ta siyaset bilimi üzerine lisansüstü eğitimini tamamladı. New York'ta yaşadığı yıllarda Türkiye'nin ilk bloglarından Loonybinsblog'u kurdu, Radikal İki, Birikim, Bant Mag. gibi yayınlarda yazı ve makaleleriyle yer aldı. Aynı zamanda The Museum of Modern Art, The Metropolitan Museum of Art, Film at Lincoln Center, Carnegie Hall gibi kurumlarla film, görsel sanatlar ve performans sanatları üzerine projeler geliştirdi ve yönetti.
2012'de Türkiye'ye dönüşünden itibaren politika ve kültür-sanat alanındaki yazılarıyla The Guardian, CNN International, Roar Magazine gibi uluslararası yayınlar için yazdı, Witte de With Review'un İstanbul temsilciliğini yaptı. Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerinde popüler kültür, televizyon ve sinema üzerine yazdı. 2021-2024 yılları arasında haftalık yazı ve röportajlarıyla Gazete Oksijen 'de yer aldı. Eylül 2024'te T24 ailesine katıldı.
|