26 Haziran 2025

Manifest: Bizim için “Türkiye'de yeni bir dönem başlattılar” desinler çok isteriz

“İnsanlara içlerindeki gücü ortaya çıkarabilmeleri için ilham olduk. Bu Türkiye’de çok uzun zamandır göremediğimiz bir şeydi. Böyle işlerin de yapılabileceğini göstererek içlerinde kalan belki de son kıvılcımı tutuşturduk. Bir sembol olduk”

“Dans mı, bizim popçular beceremiyor” dediler, onlar çatır çatır dans etti.. “Kız grubu mu, tutmaz artık” dediler, onlar rekor üstüne rekor kırdı, “Global başarı mı, bizden çıkmaz” dediler, onlar Rolling Stone’da arz-ı endam edip ilk adımı attı. Altı genç kadından oluşan yeni girl-band’imiz Manifest, bir boomer utandırma ve mümkünü oldurma müessesesi olarak hayatlarımıza işte böyle giriverdi.

Önce Big5’ta yarıştılar, sonra bir grup oldular. Hikayeye böyle başlamak iyi fikirdi. Zira dinleyiciye onları tanımak ve bağ kurmak için bir alan verdi.  Yarışma ve sonrasında çok profesyonel bir şekilde yürütülen sosyal medyaları ve içerik dünyalarıyla kızların personaları ve grup içindeki rolleri de kafalarda iyice yer etti. Bu süreç Esin, Hilal, Lidya, Mina, Sueda ve Zeynepe birbirlerinin arkasında durmak, kalabalığın içinde kendileri olmak ve gerektiğinde etraflarında bir koruma kalkanı kurmak için de müsaade etti.

Bu koruma kalkanı önemli, çünkü Spice Girls’den K-Pop’a, Hepsi’den Sabrina Carpenter’a gelinen yolda bazı şeyler değişmiyor. Kadın pop starlar eleştirilerin tam ortasında durmaya, girlband’ler de feminist söylemin hem taşıyıcısı hem tartışma alanı olmaya devam ediyor. Manifest’in farkıysa daha politik, daha bilinçli ve dünyaya erişimi çok daha ileride bir neslin temsilcileri olması. 19 Mart sonrasında gösterdikleri direnişçi duruşları, birbirlerini sarıp sarmalayan tavırları ve danstan müziğe, içerik üretiminden sahne becerisine kendilerini evrensel çağdaşlarıyla yarışacak seviyede tutma başarıları bunun bir sonucu.

Aynı evde yaşıyor, provalardan konserlere, klip çekiminden tatillere beraber var oluyorlar. Henüz her şeye şaşırma, şöhretin hızına ayak uydurma ve kelimelerin gücünü yönetme aşamasındalar. Ama susmayan kahkahalar ve dolan gözler arasında yaptığımız röportajı okuyunca siz de göreceksiniz ki,  çok da hızlı yürüyorlar.

Manifest, nicedir boşluğa düşen “Türkiye’de böyle bir iş yapılabilir mi?” sorusunun cevabını 28–29 Haziran’da albümleriyle aynı adı taşıyan ve biletleri çoktan tükenen ManiFestival’de verecek. Sahnede müzik, dans ve eğlence olacak. Bir de o dillerden düşmeyen kız gücü ve kız neşesi…Ve ben eminim ki Manifest, her geçen gün hikayesini büyütürken, bu kavramları birer slogan olmaktan çıkartıp varoluşunun ta kendisine dahil edecek.

- Albümünüz çıktı, çok iyi tepkiler aldı. Youtube’da, Spotify ’da her gün yeni bir rekor kırıyorsunuz. Sizce neden bu kadar sevildiniz, nasıl bir boşluğu doldurdunuz insanların hayatında?

Lidya: Hem bizim jenerasyonun, hem de bizden önceki jenerasyonun içinde bir Hepsi ukdesi kalmıştı. Hepsi bir anda ortadan kaybolunca insanlar yokluğunu çok hissetti, çok özledi. Ben de kız gruplarını takip eden biri olarak böyle bir işin içerisinde olmak çok istiyordum. Ama hiç imkanı yokmuş gibi geliyordu. “Artık vadesi dolmuş ve kapanmış bir konu, bir daha kim yapacak?” diyordum. Sonra bir anda Big5 ve Manifest ortaya çıkınca insanların dikkatini çekti.  Altı tane kız olarak bu işi yapıyoruz. 15 kişi başladık. 15 kız  hayallerini gerçekleştirmeye çalışıyor. Müzik yapıyor, dans ediyor, şarkı söylüyor. İnsanlar “Nasıl yani? Şu an Türkiye’de nasıl böyle bir şey olabilir?” diye heyecanlandılar. Sonra bizimle tek tek bağ kurmaya başladılar. Hepimizin kişilikleriyle, grubun enerjisiyle… Grubun enerjisi de çok tatlı olduğu için bence, halkın nabzını iyi bir yerden yakaladık.

- Bu “Türkiye’de nasıl böyle bir iş olur?” yorumunu ben de çok duyuyorum. Sizi çok dinleyen ama sizden yaşça büyük, 30'larında birine sordum sizi neden sevdiğini. “Ülkenin şu durumunda altı genç kadının bir araya gelip neşeyle şarkı söylemesi çok hoşuma gidiyor, ümit veriyor” dedi.

Esin: Biz hayalleri olan genç kızlarız ve olduğumuz gibi bu yolculuğa devam ediyoruz. Sanırım insanlar doğal bir şey görmenin özlemini çekiyor. Kendilerini bize çok yakın hissettikleri için yaptığımız işleri de destekleme ihtiyacı duyuyorlar.  O bağ da ister istemez bir sevgiye dönüşüyor.

- Hakkınızda yapılan yorumları okuduğumda iki şey öne çıkıyor: Birincisi: “Bitkisel hayata giren Türkçe popu tekrar canlandırdı” türünde yorumlar, ikincisi de: “Apolitik, şarkı sözlerinde kadını aşağılayan rapçilerin arasına güneş gibi doğdular” türünde yorumlar. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu yorumları?

Lidya : Bizim türümüz pop. O yüzden rap tarafıyla karşılaştırılmanızı doğru bulmuyorum. İki farklı genre (tür) var burada ve ikisinin de kitlesi, alıcısı farklı. Bu karşlaştırmalar beni çok mutlu etmiyor. Ama popu canlandırma yorumları çok mutlu ediyor (gülüyor).

Hilal: Bir dönem Türkiye'de pop çok popülerdi ve altın çağını yaşadı. Sonra pop'un yerine rap geçti. Şu anda en çok dinlenen müzik türü rap Türkiye'de. En çok dinlenen sanatçı da biz olduğumuz için (gülüşmeler) bizi rap ile kıyaslıyorlar. Tepede bir pop şarkıcısı olsaydı, onunla kıyaslanacaktık.

- Siz dinlediğinizde Türkçe rapteki şarkı sözleri ile bağ kuruyor musunuz? Seksist buluyor musunuz sözleri yoksa “Bu kadar abartmaya gerek yok, bu sadece bir şarkı” gibi mi düşünüyorsunuz?

Zeynep: Bizim de şarkılarımız rap içeriyor ama ben herhangi bir kadını ya da bir nesneyi aşağılayarak yapılan sanatı sanat olarak görmüyorum açıkçası. O yüzden Türkçe rapin “bizle kıyaslanmasını doğru bulmuyorum” kısmını geçiyorum, aynı kulvarda bile görmüyorum ikimizi. Açık söylemek gerekirse dinlemiyoruz da.

Esin: Ben bu konunun toplumsal çürümeye yüz tutan bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Bu kadar kolay dile getirilebilen çirkin davranışların, güya sanat yoluyla zihniyetlere, küçük çocuklara aşılanıyor olması beni çok rahatsız ediyor. Sadece bir kadın olarak değil, bir insan olarak şiddetin, tacizin, rahatsız etmenin bu kadar kolay dile getirilmesinden çok rahatsızlık duyuyorum ve hiçbir şekilde desteklemiyorum.

Manifest, Çıtır Kızlar'ın doksanlar hiti "Yaşanacaksa Yaşanacak" parçasına yeniden hayat verdi, Melda Gül, Serap Türk ve Deniz Kurtoğlu (soldan sağa)

- Hepsi'den bahsettik. Albümde Çıtır Kızlar’ın Yaşanacaksa Yaşanacak şarkısını da uyarladınız. Kendinizi sizden önce gelen girl-bandlerin mirasçısı olarak görüyor musunuz?

Mina: Her jenerasyonun bir kız grubu olması bence çok tatlı. Bizim zamanımızda Hepsi vardı, bizim büyüklerimizin grubu Çıtır Kızlar’dı. Eğer biz de bu jenerasyonun kız grubu olma ünvanını hak etmişsek çok mutlu oluruz. Umarım biz de o listeye dahil oluruz.

- Ben şarkıyı çok sevdim ve Çıtır Kızlar’dan Melda Gür’e dinlettim. Size bir tavsiyesi olup olmadığını sordum. Bir sesli mesaj yolladı size.

Hep beraber: Yaaaa…

Melda Gür’ün mesajı : Bence yeni dönemin çıtırları onlar olmuş. (sevinç nidaları) Çok çıtırlar, çok tatlılar. Önleri açık olsun. Grup olmak çok zor. Özveri, birliktelik ve her şeyden önce iyi bir arkadaşlık gerektiriyor. Önce arkadaş olmak ve aslında yapılan her şeyin bireysel değil,  gruba hizmet etmek için olduğunu bilerek hareket etmek gerekiyor. Güzel bir arkadaşlık kurarlarsa bence çok uzun süre devam edebilirler. Yolları açık olsun. Her halükarda kısa ya da uzun, yaşaması çok zevkli ve çok tatlı bir şey. Nasıl bir süreç olursa olsun serüvenlerinde başarılar diliyorum.

Hep beraber: Teşekkür ederiz!!

- Ne düşündürttü bu mesaj size?

Hilal: Bize böyle bir tavsiye vermesi çok değerli. Biz de bu öğütleri alıp kendi içimizde değerlendirip, kendi jenerasyonumuza uyarlayarak ilerleyeceğiz. Söylediklerinin ne kadar önemli olduğunu yolda fark ediyoruz zaten. Arkadaşlığın ve yaptığımız işlerde birlikte hareket etmenin ne kadar önemli olduğunu fark ediyoruz. Onlar üç kızmış, biz altı kızı. Bizim işimiz daha zor, çarpı iki.

- Yaşadığınız en büyük zorluk ne?

Hilal: Kız olmaktan kaynaklı zorluklar yaşıyoruz birazcık. Hazırlık süreçlerimiz biraz uzun sürüyor (gülüyor). Çünkü hepimiz kendimizi güzel ve iyi hissetmek istiyoruz. Ama çözülemeyecek problemler, çok büyük çatışmalar yaşamıyoruz. Birbirimize anlayışla yaklaşabiliyoruz. Umarım ileride de böyle devam eder.

- Siz altı kişi organik bir şekilde bu yola çıkmadınız, bir yarışmada bir araya geldiniz. Hepinizin kendine ait hayalleri, olmak istediği yerler ve bunu yapmak istediği şekiller belki bambaşkaydı. Böyle bir formatta birbirinizin arkasında durmak zor oluyor mu?

Mina: Birbirimizi tanıyanlarımız vardı. Birlikte çalışmışlığımız bile var mesela.

Hilal: Aslında organik bir şekilde bir araya geldik diyebiliriz. Hepimiz bu yarışmaya kendi isteğimizle katıldık. Hiç kimse bize “hadi gelin” demedi. Cast değiliz. “Siz gelin, sizi çağırıyoruz, şirketten alıyoruz” gibi olmadı.  “Böyle bir şey var, katılalım” dedik ve aynı şeyi isteyen kızlar olarak o çatı altında buluşmuş olduk. Aynı tutkuyu paylaştığımız, ortak bir hayalin altında buluştuğumuz için birbirimizin arkasında durmak da çok kolay oluyor.

- Kendi bireyselliğinizi korumayı başarabiliyor musunuz altı kişinin içinde?

Esin: Her birimizin farklı özellikleri var ve birbirimize çok fazla alan tanıyoruz. Hem pozitif hem negatif özelliklerimize saygı duymamız, birbirimizi olduğumuz gibi kabul edebilmemiz ve kendimizi geliştireceğimize dair inancımız arkadaşlığımızı inanılmaz zinde tutuyor. Kendimizi sürekli benzer şeyleri konuşurken, kendimizi geliştirmek için birbirimizle dertleşirken, tavsiye verirken, hatta belki zaman zaman el ele tutuşarak bir şeyin üstesinden gelmeye çalışırken buluyoruz.

Fotoğraf: Buse Yaşar

- Bir yandan da çok fazla K-Pop gruplarıyla kıyaslanıyorsunuz. Sizi yerli, Türkiyeli, özgün yapan özellikleriniz neler?

Zeynep: Koreografilerimizde ve müziğimizde Türk motiflerini kullanıyoruz. Arkada bir darbuka sesi oluyor, bir oryantal tema ekleniyor. Türk motiflerini olabildiğince yaptığımız sanata dahil etmeye çalışıyoruz. Geçenlerde bir çekim yaptık berberlerde, lokal mekanlarda. Rolling Stone'a da vermiştik o fotoğrafları. Olabildiğince o köşeyi zaten korumaya çalışıyoruz.

- Sizin için kullanılan anahtar kelimeler var: Girl Power (Kız Gücü), Kız Neşesi gibi… Albüm kartonetinizde “Bu albüm sesini duymaya cesaret eden, içinden geçenleri bastırmayan her kadın için” yazmışsınız. Biraz açalım mı bu cümleleri, sadece birer slogan olmanın ötesinde sizin için ne ifade ediyor bu kavramlar? 

Sueda: Big5’a katılırken hepimiz korkarak yaklaştık. “Bir kız grubunun içinde olmak nasıl bir şey, insanlar nasıl tepki verir?” diye çekindik. Girl power olayını güçlü tutan şey kendimize olan inancımız oldu. Bizi izleyenlere “siz de isterseniz yaparsınız” mesajını veren cesaretli kadınlar olduğumuz için bu noktaya gelebildik. Hayallerimizi gerçekleştirmeye korkmadık ve hep bir adım daha ileriye gitmek için çabaladık. İnsanlar da bizi hep canlı izledi. Gözleri önünde, sanki onların çocuğuymuş gibi büyüdük. Bizi izlerken kendilerinden de bir şeyler buldular. Yorumları okuyorum. “Normalde şunu yapamazdım ama sizin yaptığınızı görünce  cesaret buldum. Sizden ilham alarak  şunu şunu yaptım…” yazıyorlar.  “O an bir kadın olarak dimdik durabildim çünkü sizin duruşunuz beni cesaretlendirdi” diyorlar. Bunları okuyunca bir şeyleri doğru yaptığımızı hissediyorum.

Lidya: Örneğin Big5 dönemi  bir izleyicinin depresyonda olduğu bir döneme denk gelmiş ve programı izleyerek, programın sonucunu görerek, bizim hayallerimize ulaştığımızı görerek bu süreci çok iyi bir şekilde yönetebilmiş. İnsanların genç kızların ve genç kadınların hayallerini gerçekleştirebildiğini bu kadar açık bir şekilde izlemesi onlara  da hayallerinin gerçekleşebileceğini gösterdi.

Esin: Bizim yaptığımız şey ilham olmak: İnsanlara içlerindeki gücü ortaya çıkartabilmeleri için bir örnek gösterdik…Bu Türkiye’de çok uzun zamandır göremediğimiz bir şeydi. Çünkü toplumda ve sektörde maalesef kadınlara karşı bir baskı var. Benim ailem de sordu bunu: “Esin emin misin? Sana orada zarar verebilirler, seni sömürebilirler?” Ama ben hem Tolga Bey (Akış) hem bu ekip özelinde gerçekten bu zihniyete karşı inanılmaz korunduğumu, güvende hissettiğim bir ortam oluşturulduğunu gördüm. Bizler Türkiye’de böyle işlerin yapılabileceğini, gerçekten böyle insanların da var olduğunu göstererek insanların içlerinde kalan belki de son kıvılcımı tutuşturduk. Bence bir sembol olduk.

- Bir sömürü sisteminden bahsettin. Sizler çok gençsiniz ama hepinizin arkasında uzun birer kariyer var. Daha önce sektörde yaşadığınız, o sömürü düzenine örnek olabilecek şeyler var mı?

Esin: Ben bir Latin dansçısı olarak kadının erkeğe itaat etmesi gerektiğini ve kadının sadece güzel gözükmesi gereken bir objeden ibaret olduğunu savunan bir disiplinle yetiştim. Ve her zaman yanlış bir şeylerin olduğunu düşünerek o dansın içinde var olmaya çalıştım. Bir şeyleri değiştirebileceğimi düşünüyordum ama insanların “Saçmalama, bu senelerin geleneği, sen bunu değiştiremezsin” tepkileriyle karşılaşıyordum. "Yeter” dediğim noktada Big5 başvurularını gördüm ve dedim ki: “Demek ki bu da olabiliyormuş.”

Zeynep:  Dans geçmişi olan biri olarak konuşuyorum. Türkiye'de sanatın birçok dalına saygı duyulmuyor, bir çok sanat dalı hor görülüyor. O yüzden bu tarz şeyleri eminim hepimiz yaşamışızdır. Dansçı olarak gittiğim işlerde  genelde “oynayan biri,” ya da “insanları eğlendiren” biri gibi görülüyorduk. Filmlerde, kliplerde dekor gibi, veya  arka planda doluluk yaratmak için kullanılan kişiler gibi görülüyorduk. O yüzden bizim bir amacımız da dansla müziği birleştirmek ve her sanat dalının çok değerli olduğunu, arkasında seneler, eğitimler, emekler barındırdığını göstermek. Aslında bu algıyı değiştirmeye çalışıyoruz hepimiz.

Fotoğraf: Buse Yaşar

- Geçtiğimiz aylarda tanınmış dans okullarından biriyle ilgili bir ifşa hareketi yaşandı. Okulun öğrencileri ve içinde yer almış dansçılar yaşadıkları sistemik mobbing, taciz, psikolojik şiddet ve cinsel istismarı dile getirdiler. Bildiğim kadarıyla hukuki süreç de başladı. Bu yaşananlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?

 Zeynep: Geç bile kalındı bence. Ben çok uzun zamandır dans sektörü içerisindeyim. Başka bir okulla birlikteydim. Ama ara sıra o okuldan bizim okulumuza gelen öğrencilerden, ya da sektörden tanıdığım insanlardan, arkadaşlarımızdan duyduklarımdan konuyu biliyordum. Senelerdir duyduğumuz şeyler vardı Çok uzun zamandır olan bir şey bu bildiğimiz. O yüzden ifşa için geç bile kalındığını düşünüyorum. Umarım hak ettikleri cezayı bulurlar.

Hilal : Böyle bir şey hiçbir şekilde yaşanmamalıydı, kınıyoruz. Bizim iş disiplinimiz ve çalışma düzenimiz hiçbir şekilde bu yaşananlarla bağdaştırılamaz. Biz sektörün o tarafından tamamen uzağız ve kendimizden uzak bir yerde tutmaya çalışıyoruz. Kendi içimizde, kendi güvenli ortamımızda, işimizi en iyi şekilde, layığıyla yapmaya çalışıyoruz. Kötü bir olay. Umarım gerçekten hak ettikleri tepkiyi görürler, cezayı da alırlar.

- Sabrina Carpenter son röportajında girl power kavramının göstermelik olmasıyla ilgili konuşmuş. “Girl power ve kadın dayanışması dönemiymiş gibi görünüyor ama hayatımda her yönden bu kadar sorgulandığım, her yaptığımın didik didik edildiği bir dönem yaşamadım” demiş. Albüm kapağında kullandığı elleri ve ayakları üstünde çömeldiği fotoğraf da büyük bir linç yedi. Ne düşünüyorsunuz bu yorumuyla ilgili?

Lidya: Sabrina’ nın olumsuz yorumlara maruz kalmasının sebebi şu an en çok dinlenen sanatçılardan biri olması ve kadın olması. Halbuki albümlerinde, şarkılarında ve kliplerinde işlediği konulara neredeyse bir komedyen gibi, çok sarkastik bir yerden yaklaşıyor. Bence haksız yere sosyal medya yorumlarının gazabına uğradı.

Fotoğraf: Buse Yaşar

- Erkek pop starlarla kadın pop starlara yaklaşım açısından bir fark, bir ikiyüzlülük olduğunu düşünüyor musunuz?

Mina: Kesinlikle. Erkek starlar hakkında konuşulmuyor. Erkeklerin kararları, davranış biçimleri, dışarıya yansıttıkları imaj konuşulmuyor, kadınlarınki gibi tartışma konusu olmuyor. Asıl problem de bu zaten. Halka mal olan şeylerin yoruma açık olduğunu biliyorum ama bence kadınların tavırları, davranışları bu kadar yoruma açık olmaması gerek. Bu kadar konuşulmamalı bence. Herkesin kendi kararları kendi benliğini yansıtır. Ne artı, ne eksi, kadınlar hakkında konuşulmamalı diye düşünüyorum.

Esin: Sosyal medyada kadın sanatçılar hakkında “O zaman yapmasaymış” “O da bunun bilincinde olsaymış,” “Ünlüyse tabii ki yorum yapacağız” tarzında yorumlarla kadına hakareti, aşağılamayı meşrulaştırıyorlar, normalleştiriyorlar. Sonra bizim de bu normale uyarak, kabullenerek devam etmemizi bekliyorlar. Bunu saçma buluyorum. Çünkü bir sürü erkek sanatçı biliyoruz ki beyefendiler taciz, tecavüz, şiddetle anılıyorlar ama kariyerleri hiçbir şekilde zarar görmüyor. Böyle bir sürü ana şahit olduk. Sabrina Hanım'a dönersek,  (gülüşmeler), kendini ifade ediş biçimine bu kadar müdahale edilebiliyor olmasının da ataerkil sisteme hizmet ettiğini düşünüyorum.

- Sizin gözünüzün içine bakan, sizden ilham alan özellikle genç kızlara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Sueda: Kadın isterse her şeyi yapar! Tüm güç kadınların damarlarında akan kanda mevcuttur (gülüşmeler).

- 19 Mart sonrasındaki tavrınız çok güzeldi. Bir süre tanıtım yapmadınız. “Gündemi meşgul etmek istemiyoruz. Bu dinlenme sayımızı azaltabilir ama kariyerimizi dinlenme sayısından daha güçlü temeller üzerine kurmak istiyoruz” dediniz. Çoğunuz sosyal medyadan protestoları destekleyen paylaşımlar yaptınız. Arıyo /hak hukuk adalet mixleri çok yayıldı. Esin sanırım senin tweetindi: “Koskoca bir nesile bir gençlik borçlusunuz” yazmıştın. Ülkede yaşananlar sizi nasıl etkiliyor?

Zeynep: O dönemde tanıtım yapmamak kendi kişisel kararımızdı .  Bir Türk grubu olduğumuz için bunu söylemekten de gurur duyuyoruz her zaman. Türkiye'de olan olumlu-olumsuz bütün olaylar bizi çok etkiliyor. Sadece sanatçı olarak değil, birer Türk genci olarak çok etkiliyor tabii ki. Ses çıkarmamız gereken yerlerde susmayı tercih edemiyoruz. Ya da bir şey yapmamız gerekiyorsa elimizden ne geliyorsa, sanatçı kimliğimizi bir kenara koyup gerçekten bir Türk genci olarak elimizden ne geliyorsa yapmaya çalışıyoruz. Bu tanıtımlarımızı ertelemek olabilir, şarkılarımızı, kliplerimizi ertelemek olabilir. O an ne gerekiyorsa onu yapıp doğru zamanda işimize devam etmeye çalışıyoruz.

Hilal: Biz demokratik bir ortamda, demokratik bir ülkede yaşamak istiyoruz. Ve bu hakkımız ihlal edildiğinde, bizi baskılamaya çalıştıklarında haklarımızı korumak, kendimizi savunmak için çok uğraşıyoruz. Bu uğraş  da gençliğimize mal oluyor. Yani biz aslında bu tarz kötü şeylerle uğraşmak, kötü şeyler yaşanılan bir ortamda yaşamak ve buna uyum sağlamak istemiyoruz. Çünkü tek bir doğru var. Ülkenin demokrasiye uygun bir şekilde yönetilmesi gerekiyorsa o şekilde devam edilmeli. Ama edilmiyorsa da biz de sesimizi buna göre çıkarıyoruz.

- Albümde sizin yazdığınız bir şarkı yok gördüğüm kadarıyla. Bu biraz kendinizi ürün gibi hissetmenize sebep oluyor mu? Sanki bir formülün içindeymişsiniz gibi. Şarkılarınız yapılıyor, koreografileriniz yapılıyor, stylingleriniz yapılıyor…

Zeynep: Aslında ürün gibi hissetmiyoruz. Çünkü çalıştığımız ekip zaten uzun zamandır çalıştığımız bir ekip ve hepsi bizi çok iyi tanıyor. Koreograflarımız, eğitmenlerimiz, söz yazarlarımız, prodüktörlerimiz hepsi bizi çok iyi tanıyor ve ona göre bir ürün çıkartıyorlar ortaya. Ve bizi de bu sürece dahil ediyorlar. Aslında hep birlikte oluşturuyoruz, hep birlikte bir şey çıkartıyoruz ortaya. Bir şey önümüze geliyor ve biz onu yapıyoruz gibi işlemiyor süreç. İçinde bizim esintilerimiz oluyor, Manifest oluyor çıkarttığımız ürünler.

Hilal:  Bu albümde şarkımız yok ama olmasını çok istiyoruz biz de. Hatta albüm sürecinde denemelerimiz de oldu. Bizim de bu süreçte öğreneceğimiz çok şey var. Biz sürekli söz yazan insanlar değiliz. Bunun pratiğini yapmak,  temellerini öğrendikten sonra kendi dilimizi oluşturmak istiyoruz. Bunun için de bir süreç ve biraz vakit gerekiyor. Biz gerçekten çok hızlı bir albüm süreci geçirdik. Eğer bu kadar hızlı geçirmeseydik şarkılardan iki-üç tanesi bizim yazdığımız şarkılar olabilirdi. Tüm şarkılarımızı çok seviyoruz ama kendi dilimizden bir şarkıyı söylemek de bizim için tatlı olabilir diye düşünüyorum.

- Kendi şarkılarınızı yazmaya başladığınızda, Manifest’in kimliği sizce nasıl bir değişime uğrar?

Mina: Çok büyük bir değişime uğrayacağını düşünmüyorum. Çünkü zaten şarkılarımız bizim vizyonumuzda yazılıyor genelde. Ama direkt olarak bizim dilimizden çıkması da tabii ki çok tatlı olur.

- Albüm sürecinde sesinizi çıkardığınız, “şunu şöyle yapmayalım”, “bu farklı olsun” dediğiniz neler oldu?

Zeynep: Albüm sürecinde bir şey içimize sinmiyorsa eğer onunla ilgili iletişim kurduk. Ama üretim sürecine çoğunlukla dahil olduğumuz için bu şekilde problemler yaşamadık.

Esin: Grup içerisinde şarkı sözlerine belki de en çok anlam yükleyen insan Hilal. Okuduğu şeyin, söylediği şeyin enerjisine çok inanan bir insan. Albüm sürecinde şarkılara çok güzel dokunduğu noktalar oldu. Hilal’in bu özelliğini çok seviyorum.

- İsminiz de tam olarak onu anlatıyor. Kelimelerin gücünü, ifadenin gücünü. Manifest’in gücünü kendi hayatınızda hissediyor musunuz?

Esin: Çok. Evet. Her gün başımıza geliyor. “Kızlar iki gün önce bunu konuşmuştuk. Şu an aynısı oluyor farkında mısınız? Ne oluyor?” diyoruz. Sürekli böyle şeyler yaşıyoruz.

Lidya: Bazen yanlış bir yere gidebilecek bir şey söylüyoruz. Hep beraber “İptal iptal iptal” diyoruz..Ya da “detay ver” diyoruz (gülüşmeler)

- Bu süreçte en beklemediğiniz, “bunun böyle olacağını kesinlikle beklemiyordum,” “bu neymiş ya? dediğiniz şey neydi?

Hep beraber: Her şey !!

Mina: Bu kadar hızlı olacağını beklemiyordum.

Hilal: Yani en geç bir ay içinde gerçek oluyor her şey. Korkutucu bile.

- Yeni yarışma yakında başlayacak. Bu sefer yaş ortalaması daha küçük ama yine bir kız grubu çıkacak. Başvuru yapmayı düşünen kızlara ne tavsiye edersiniz?

Mina: Psikolojilerini güçlü tutmaları gerek. Her şey kendilerinde ve psikolojilerinde bitiyor. O gücü asla kaybetmemeleri lazım. Çünkü sancılı ve zorlu bir süreç. Hem fiziksel olarak hem mental olarak çok zorlanacaklar. Ama eğer gönül verdiğin şeye kalpten inanıyorsan ve çalışırsan olmayacak bir şey değil. O yüzden kendilerine inansınlar.

Lidya: Ben gerçekten kendileri gibi davranmaları gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir persona altına sığınmadan, “aman ben kendimi böyle göstereyim,” “kendimi böyle lanse edeyim” gibi davranmak yerine, olabildiğince kendi enerjilerini yansıtmaları gerekiyor. Böyle olunca insanların o kişiyle bağ kurması daha kolay oluyor. Çünkü ortalıkta sahte bir persona olmuyor.

Fotoğraf: Buse Yaşar

- Kolay mı kendiniz olmak? Özellikle hayranlar çoğaldıkça grupta temsil ettiğiniz personaya uygun hareket etmeniz bekleniyor gibi hissediyor musunuz?

Lidya: Kendimiz olmak mı? Zor.

Mina: Bence kendimiz olmak çok zor değil. Aksine olmadığın bir karaktere büründüğünde bu süreci atlatmak  çok daha zor olacaktır. Kendi özgün karakterleri ile çok daha rahat ilerleyeceklerdir. Çünkü bir noktada halka mal oluyorsun ve bir karaktere dönüşüyorsun. Kendi karakterinden çok daha farklı bir karaktere bürünürsen, kişilik karmaşası yaşamalarına sebep olabilir. Benim en korktuğum şey buydu bu süreçte. O yüzden bence herkesin buna çok dikkat etmesi gerek.

- Psikolojinizi korumak için neler yapıyorsunuz?

Lidya: Kendi aramızda çok konuşuyoruz, terapi alıyoruz, ChatGPT ile konuşuyoruz (gülüşmeler).

- Herkes ChatGPT’yi terapist  olarak kullanıyor! Ben çok  korkuyorum terapist ChatGPT’den.

Esin: Terapist olarak değil de, sanırım anlık duygusal karmaşalarımızı dökebildiğimiz ve cevap alabildiğimiz objektif bir mecra olmasının avantajını kullanmak istiyoruz. Ama ben de biraz korkunç buluyorum. Yine de kullanıyorum.

Lidya: Beni rahatlatıyor. Çok karışık bir düşünceni yazıyorsun ve sana maddeler halinde “Aslında bu yüzden böyle düşünüyor olabilirsin. Bu olduğu için böyle hissediyor olabilirsin” diye açıklıyor. Ve “haaaa” diyorum, tamam.

- Sosyal medyayı çok iyi kullanıyorsunuz. Tiktok, YouTube, Instagram hepsine ayrı ayrı içerikler yüklüyorsunuz, albüm için kısa film bile çektiniz. Bu devirde sosyal medya olmadan bir müzik kariyeri mümkün mü? İçerik üreticisi ve pop star olmak arasında nasıl bir denge var sizce?

Sueda:  İnsanlar merak ettiği, hayatını görmek istediği kişilerin işleriyle ilgileniyor bence. Doğru ya da yanlış, göz önünde olmayan biri ne yapmış,  insanlar sormuyor. Biz de birazcık sessiz kalalım hemen “Şu an ne yapıyorlar, neredeler?” diyorlar. Bizi de artık tanıdıkları ve hepimizin personalarıyla bağ kurdukları için işlerimizi daha çok merak ediyorlar. Mesela Yaşanacaksa klibimiz çok prodüksiyonlu, aşırı çaba sarf ettiğimiz bir iş değildi. Sadece doğal, kendi hallerimizi çektiğimiz bir klipti ve insanların izlerken en çok keyif aldığı kliplerden biri oldu. Çünkü en doğal, en duru halimizi görmek istiyorlar. Doğal hallerimizle bağ kurduklarında işlerimizi daha da merak ediyorlar. Ve bu bize olan ilgiyi daha da arttırıyor.

Hilal: Biz böyle bir yol tercih ediyoruz. İçeriklerimiz üreterek, dans ederek, kendi doğal hallerimizi paylaşarak, samimiyet kurarak popstar olmayı istiyoruz. Yani pop-starız zaten. İçerik üretmeden sadece konser yaparak var olan sanatçılar da  olabilir. O şekilde bir yol çizen sanatçılar da var. Biz bu şekilde başarıya ulaşacağımızı inandığımız için ve gerçekten de bunun işe yaradığını gördüğümüz için içerik üretmekten, video çekmekten, kendi kliplerimizi kendimiz çekmekten keyif alıyoruz.

- Lidya yönetti değil mi Yaşanacaksa klibini?

Lidya: Ben sosyal medya içerik üreticisiyim. O yüzden videolarla çok haşır neşirim. Üniversitede radyo sinema seçmek istiyordum ama tercih sıkıntılarım oldu, denk gelmedi bölüm. Hep böyle bir video çekme, video editleme peşindeydim. Eski çalıştığım yerlerde videographer olarak çalışıyordum.  Benim hobim.

- Hilal biraz önce “pop-starız zaten” dedi. Aranızda kendisine “popstar” diyen kim var?

Hep beraber: Biz, hepimiz…

Sueda: Pop’un prensesleri.

Lidya: Bence kendimize pop-star diyebiliriz.

- Peki en hayran olduğunuz, sevdiğiniz popstar kim?

Sueda: Rihanna.

Esin: Tarkan Bey. Benim küçüklük aşkım kendisi. Shakira ve Tarkan benim favori ikilim.  Alakaları yokmuş gibi ama sanırım ortak noktaları özgürce dans etmeleri. Normalde biz yapsak muhtemelen dalga geçilecek figürleri çok kendilerine özgü ve çok hayran bıraktıracak şekilde ortaya koyuyor olmalarına çok büyük hayranlık duyuyorum.

Zeynep: Türkiye’den Edis’in vizyonunu beğeniyorum.

Mina: Ben de Edis demek istiyorum. Beraber de çalıştık. O yüzden umarım bir gün beraber de bir şeyler yapabiliriz. Benim için çok anlamlı olur.

Lidya: Müzik kalitesi, sahne performansları olarak Bruno Mars’a çok hayranım. Çok ama çok beğeniyorum yaptığı işleri ve müzikal zekasını. Benim için popun tanrısı. Yavaş şarkılarını çok seviyorum. Çok hayranım.

- ManiFestival geliyor. İki koca gün sahnede olacaksınız ve şimdiden biletler tükendi, yeni tarihler eklendi. Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?

Hep beraber:  Çok heyecanlıyız!

Esin: Çok yoğun çalışıyoruz ama değecek. İki gün üst üste sahnede saniye durmadan dans ettiğimiz, şarkı söylediğimiz, sürekli bir sirkülasyon içinde olduğumuz, teknik aksaklıkların da yaşanabileceği bu kadar büyük bir organizasyonun içinde bulunmak bence çok heyecan verici. Bunu bu kadar güzel bir ekiple yapıyor olmak inanılmaz. Tarif edilemeyecek kadar büyük bir mutluluk bizim için. Biraz da korkutucu. Bizim başımızın belası  teknik aksaklıklar maalesef. Ama bu konserde kıracağımızı düşünüyorum.

Hep beraber: İptal, iptal, iptal…

Fotoğraf: Buse Yaşar

- Rolling Stone’a verdiğiniz röportajda “Dünyaya Türkçe şarkı söyletmek istiyoruz” demişsiniz. Sizce bugüne kadar Türkiye'den global bir sanatçı veya bir popstar çıkmamasının sebebi ne?

Hilal: Sosyal medyanın eksikliği ile alakalı olabilir. Türkiye'nin dünyaya erişim gücü sosyal medyadan sonra belirli bir noktaya geldi. Örneğin Tarkan en büyük potansiyeli olan sanatçılardan biri. Ki yurt dışında da çok dinleniyor. Ama global, kitlesel, bir şey olmadı. Rosalia çok güzel bir örnek. Onun dışında Shakira. Bize nasıl İspanyolcayı bu kadar sevdirebildiler? Biraz da fonetikten kaynaklı. Türkçe çok kolay bir dil değil.  Biraz sert bir dil . Ama bence bu sert dili biz çok güzel minnoşlaştırıyoruz ve tatlı bir hale getiriyoruz. O yüzden Türkçe bir şarkı global bir hit olabilir, neden olmasın?

- En büyük global hayaliniz ne?

Hep beraber: Coachella’ya çıkmak..

Esin: Madison Square Garden’da sahne almak.

- 10 yıl sonrasını hayal edelim, neredesiniz, ne yapıyorsunuz, hala beraber misiniz?

Esin: Hep aramızda şöyle şeyler konuşuyoruz: 10 sene sonra geriye dönüp baktığımızda “kızlar bunu yapmıştık” diyeceğiz. “Hatırlıyor musunuz? Bunu şöyle yapmıştık” diyeceğiz. “Bu fotoğrafı, videoyu şu anda şunun için çekelim çünkü bir 15 sene sonra bu anı konuşuyor olacağız” diyoruz. Ben artık kendimi kızlardan ayrı bir yerde göremez bir noktadayım. Onlar benim en yakın arkadaşlarım, ailem. Ağlayacağım (gözleri doluyor). Benim için hepsinin çok özel bir yeri var. İnşa ettiğimiz şeyin çok güvenli bir alanda kalması, hepimizin birbirine bu kadar özverili davranması benim hiçbir zaman kaybetmek istemeyeceğim bir şey. (Lidya da ağlıyor).

- Çok güzel ama bir yandan da zor bir şey yaşıyorsunuz. Arkadaşlarınız, aileleriniz bile sizi birbirinizin anladığı kadar iyi anlayamaz diye düşünüyorum. Düştüğünüzde, böyle gözleriniz dolduğunda birbirinize söylediğiniz gaza getirme cümlesi ne?

Sueda:  Biz yaparız!

Esin: Şakaya vuruyoruz.

- Diyelim ki on sene sonra bir sokak röportajı oldu. Birine mikrofon uzatıp Manifest’i sordular. Sizin için ne desinler istersiniz?

Esin:  “Türkiye'de yeni bir dönem başlattılar” desinler çok isterim.

Mina: “Bize çok iyi geldiler” desinler. İnsanlara iyi hissettirmek çok önemli. Şu yaşıma kadar sanatla ilgilenme sebebim insanlara bir şey hissettirmek. O yüzden bence çok güzel bir noktadayız. Umarım 10 yıl sonra da, 15 yıl sonra da güzel şeyler bırakırız o insanlara inşallah.

Binnaz Saktanber kimdir?

Ankara'da doğdu. Tevfik Fikret Lisesi ve başarı bursuyla okuduğu Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Gazeteciliğe okul yıllarında Sabah Gazetesi ve Turkish Daily News'da çalışarak başladı. 

Fulbright bursuyla gittiği ABD'de The City University of New York'ta siyaset bilimi üzerine lisansüstü eğitimini tamamladı. New York'ta yaşadığı yıllarda Türkiye'nin ilk bloglarından Loonybinsblog'u kurdu, Radikal İki, Birikim, Bant Mag. gibi yayınlarda yazı ve makaleleriyle yer aldı. Aynı zamanda The Museum of Modern Art, The Metropolitan Museum of Art, Film at Lincoln Center, Carnegie Hall gibi kurumlarla film, görsel sanatlar ve performans sanatları üzerine projeler geliştirdi ve yönetti. 

2012'de Türkiye'ye dönüşünden itibaren politika ve kültür-sanat alanındaki yazılarıyla The Guardian, CNN International, Roar Magazine gibi uluslararası yayınlar için yazdı, Witte de With Review'un İstanbul temsilciliğini yaptı. Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerinde popüler kültür, televizyon ve sinema üzerine yazdı. 2021-2024 yılları arasında haftalık yazı ve röportajlarıyla Gazete Oksijen 'de yer aldı. Eylül 2024'te T24 ailesine katıldı. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Materialists: Piyasa ekonomisinde aşk (ve Pedro Pascal)

Başrollerini Dakota Johnson, Pedro Pascal ve Chris Evans’ın paylaştığı Materialists, aylardır “romantik komedinin dönüşü” ve “eğlenceli bir aşk üçgeni” olarak pazarlanıyordu. Oysa Celine Song’un merakla beklenen ikinci filmi ne tam bir romantik komedi ne de bir aşk üçgeni hikayesi. Materialists, kapitalist toplumun romantik ilişkileri nasıl ticarileştirdiğine dair bir dram-deneme

MountainHead: Milyarderler tepişir dünya ezilir

Tekno-oligarklar teknolojiye hükmettikleri için dünyayı yönetebileceklerini, hatta bunu hak ettiklerini düşünüyor. Demokrasi mi, gereksiz. Hukuk mu, ayakbağı. Ulusların kendi geleceklerini tayin etme hakkı mı, bomboş. “Amerika’nın en akıllı adamlarıyız. Dünyayı ele geçirecek kaynaklara sahibiz” diyen tekno-brolar gerçekten bu dünyayı yönetebilir mi? The Mountainhead, denediklerinde olacakları gösteriyor

Beynelmilel: Bir Sırrı Süreyya Önder filmi

“Film çekmek istiyorsanız iki şey sizde var mı bakın: Merak ve itiraz. Bunlar sizde yoksa ne kendinize ne başkalarına zulmedin” der Önder. Beynelmilel’de merak da vardır, itiraz da. Onları taşıyan bir sinemacıdan mirastır bize; kalpten gelir, kalbe yerleşir

"
"