08 Temmuz 2025

Spor sosyolojisi: Toplumda sorunlar ve çatışmalar (3)

Sınıf ilişkileri ve ticari sporlar arasındaki bağlantıda yine bu yazıdaki ilk sayfadaki işin ekonomik boyutu ile olan bağlantısına dönüş yapabilirsiniz. Top küçüldükçe sınıfsallığın arttığı gerçeği aklınızın bir tarafında bulunsun diyebilirim.

Spor sosyolojisi: Toplumda sorunlar ve çatışmalar (3)

Jay Coakley ve Elizabeth Pike’ın spor sosyolojisi alanında en çok başvurulan çalışmalardan birisi olan eserinin Funda Akcan’ın titiz çevirisi ile okuyucular ile buluşan çalışmanın ilk altı bölümünü iki ayrı yazıda ele almıştık. Bu yazımızda kaldığımız yerden kitabı tanıtmaya devam ediyoruz. Onuncu bölüm Toplumsal sınıf: Sporda para ve güç önemli midir? Başlığını taşıyor ve bu bölüm sosyologların toplumsal sınıf, sınıf ilişkileri, eşitsizlik kavramlarını sporla buluşturdukları kavram ve araştırmaları bünyesinde barındırıyor. Bölüm sosyolog Alan Tomlinson’un son derece anlamlı şu sözüyle başlıyor: ‘(Spor) toplumsal ve ekonomik farklılıkları yeniden üretmeye ve toplumdaki kaynakları kontrol edenlerin gücünü ve nüfuzunu korumaya hizmet eder’. Yazarlar önce toplumsal sınıf ve toplumsal tabaka kavramından ne anladıklarını belirtmişlerdir. ‘Toplumsal sınıf, gelirleri(kazançları), servetleri (birikimleri ve mal varlıkları), meslekleri ve sosyal bağlantıların bir bileşimine dayalı olarak toplumda bir konumu paylaşan insan kategorilerini ifade eder…Toplumsal tabakalaşma, günlük toplumsal hayatın örgütlenmesinin bir parçası olan yapısal eşitsizlik biçimlerini ifade eder. Diğer bir ifadeyle, daha yüksek toplumsal sınıflardan insanlarla karşılaştırıldığında, alt toplumsal sınıflardan insanlar ekonomik başarı ve güç elde etmek için daha az fırsata sahiptir’ (s.405).

Sosyolojinin kurucu babalarından Marx, Alman İdeolojisi isimli eserinde şu ifadeleri kullanır: Egemen sınıfın düşünceleri her çağda egemen düşüncelerdir; yani toplumun egemen maddi gücü olan sınıf aynı zamanda egemen entelektüel gücüdür de. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda zihinsel üretim araçlarını da kontrol eder; öyle ki, bu ki, bu olarak konuşursak, zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri o sınıfa tabidir. Egemen düşünceler, hâkim maddi ilişkilerin ideal ifadesinden başka bir şey değildir’ (2013, s.52). Marx’ın sözlerini spor ve eşitsizlik üzerinde konuştuğumuz pek çok noktada yeniden ve yeniden hatırlamakta fayda var. Yazarlar da bu noktada eleştirel bir açıdan sporun eşitlik mitine yaklaşmaktadırlar. ‘Birçok insan, sporun ve spora katılımın herkese açık olduğuna ve para, konum ve nüfuz ile ilgili eşitsizliklerin, oynadığımız ve izlediğimiz organize oyunlar üzerinde hiçbir etkisi olmadığına inanır. Ancak formal olarak organize edilen sporlar ekonomik kaynaklar olmadan geliştirilemez, programlanamaz veya sürdürülemez. Parayı ve ekonomik gücü kontrol edenler, onları sporu organize etmek ve desteklemek için kullanırlar. Bunu yaparken, kendi değerlerini ve çıkarlarını yansıtan ve sürdüren spor biçimlerini tercih ederler. Sonuç olarak, spor eşitsizliğin kararları ve kaynakların tahsisini şekillendirdiği bir bağlamda ortaya çıkar. Bu süreçte spor birçok insanın onlar tarafından susturulduğunu düşündüğü eşitsizlikleri yeniden üretir’ (s.406). Aslında durum sadece söz konusu eşitsizliğin üretilmesi ve yaygınlaştırılması ile sona ermez.

Beraberinde sporun ideolojik bir aktarım aracı olarak en çok iş gördüğü yerlerden bir tanesi olarak hem eşitsizliklerin üretilmesi sürecine katkıda bulunur hem de bütün bunların doğalmış gibi görülmesini sağlayacak arka planın üretilmesini sağlar. ‘Elit ve güçlü insanlar; neyin spor sayıldığı, sporun ana akım sosyal dünyalarda nasıl organize edildiği ve oynandığı üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Halk oyunları ve fiziksel aktiviteler, formal olarak spor olarak örgütlendiklerinde bile kaynaklara salip sponsorların çıkarlarını ve ideolojilerine yeniden onaylamak için kullanılabilmelerine rağmen geniş çaptı desteklenmez veya teşvik edilmezler. Her yaştan insanın oynadığı informal oyunlar çoğunlukla tesislerin, ekipmanların ve güvenli oyun alanlarının varlığına bağlıdır. Bunlar, üst ve üst orta gelirli ailelerden ve mahallelerden gelen insanların günlük hayatlarında daha bol miktarda bulunur’ (s.407). Bu farklılık özellikle küresel dünya içerisinde çok daha büyük eşitsizliklerin oluşmasına ve makasın daha da açılmasına neden olmuştur. ‘Tüm ana ülkelerde, düşük gelirli insanların ve yoksulluk içinde yaşayanların yaşam tarzları nadiren düzenli spora katılım biçimlerini içerir. Yaşam fırsatları toplumsal sınıfa göre açıkça değişir ve insanlar zamanlarının ve enerjilerinin çoğunu günlük hayatın zorluklarıyla başa çıkmaya harcadıklarında, spora katılım etrafında dönen yaşam tarzlarını geliştirmek için çok az kaynak kalır. Spor yapmak veya izlemek için para harcamak, birçok insanın karşılayamayacağı bir lükstür. Aynı zamanda, spor kendi çıkarlarına işleyen bir sınıf ideolojisini yeniden onayladığı için ekonomide başarılı olanlar sporu severler. Onların kulüp üyelikleri, sezonluk biletler ve spor stadyumlarında yönetici locaları satın almaya ya da şirketlerinin bunları satın alması için her yıl binlerce sterlin harcamaya istekli olmalarının bir nedeni de budur’ (s. 416).

Spor ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkide ise kadınlar ve kız çocukları, erkekler ve oğlan çocuklarına nazaran ikinci planda bırakılanlardır. Erkek kimliği açısından spor önemli bir kavşak noktası konumunda yer almaktadır ve bu durum erkeklerin sporla olan ilişkisinin tüm hayatları boyunca daha farklı bir çizgide ilerlemesine neden olur. ‘Toplumsal sınıf, sporun ve spor deneyimlerinin genç erkeklerin hayatlarına entegre edilme biçimlerini etkiler…Spor, duygusal yakınlık olmadan paylaşılan bir tutkunun tartışılmasını sağladığından ve böylece heteroseksüel erkek normlarıyla uyumlu sosyalliği mümkün kıldığından erkekler için favori konuşma konusudur’ (s. 418). Çalışma içerisinde spor sosyolojisinde de tıpkı sosyolojide olduğu gibi son dönemlerde en fazla başvurulan düşünür olan Pierre Bourdieu’nun kavramalarına sıkça başvurulmaktadır. Ayrıca Bourdieu’nun öğrencisi Loic Wacquant’ın boksu ele aldığı ve Türkçe ’ye Ruh ve Beden(2012) Acemi bir boksörün defterleri olarak çevrilen çalışmasına da göndermede bulunulmaktadır. Wacquant’ın çalışmasından bir alıntı ile bölümü sonlandıralım: ‘Hayır hiçbir dövüşçü, oğlunun (boks yapmasını) istemez, yani…Dövüşmenizin nedeni budur, böylece o dövüşmeyecek…Çok zor, lanet olsun çok zor… Eğer kitaplara gömülüp çalışabilirse, bilirsin, benim de biraz okul geçmişi olduğu için ona yardımcı olabilirim. Ailem, bana yardım eden hiç kimse olmadı’ (s. 421).

On birinci bölüm sizlere ilk yazıda belirtmiş olduğum gibi kitap içerisinde en çok yararlandığım ve daha fazla okumanızı önereceğim için daha çok yer vereceğim: Yaş ve Yeterlilik: Katılımın önündeki bariyerler ve içerme başlığını taşıyor. Sanayi devrimi ile ölçülebilirliğin yanı sıra neyin normal neyin patolojik olduğuna karar verme yetkisine sahip olan uzmanlıklarla birlikte yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Spor denilen olgu içinde yaşanılan kültürden bağımsız bir şekilde ortaya çıkmaz. Bir başka ifadeyle sporda da tıpkı gündelik hayatın içerisinde olduğu gibi söz konusu kategorilerin oluşmasına karar verenler söz konusudur. Yaşçılık ve sağlamcılık ideolojileri burada karşımıza çıkmaktadır. ‘Günümüzde hâkim yeterlik ideolojisi biçimi, engellilik etiketinin bir aşağılık işareti oluğu, yani bir kişinin yaygın aktivitelere tam olarak katılmaktan aciz var sayıldığı değerlendirici bir bakış açısı olan sağlamcılık tarafından da şekillendirilmektedir. Bu bakış açısını kullanan insanlar, bir kişinin sosyal ve/veya fiziksel bir durum olan görünür veya anlaşılır bir bozukluk nedeniyle belirli fiziksel veya zihinsel yeterlik standartlarını karşılayamayanları küçümseme, hastalıklı görme veya acıma eğilimindedir’ (s.444). Yaş konusundaki açıklamaların ardından kitabın içerisinde yaş, yeterlilik ve bağlam alt başlığıyla bir bölüm yer almakta: ‘Yaşlandıkça yaşımız, toplumsal cinsiyet, ırk/etnisite ve sosyoekonomik statü gibi diğer toplumsal etmenlerle etkileşime girer ve bu da ileri yaşamlarımızda spor deneyimlerimizi etkiler. Örneğin yaşlı beyaz erkekler siyah kadınlardan çok farklı deneyimlere ve fırsatlara sahiptir ve ‘orta sınıftan’ insanlar ‘işçi sınıfından’ olanlardan farklı tercihler yapabilirler. Yaş ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişki, yaşlı kadınların yaşları ve toplumsal cinsiyetleri tarafından iki kat kısıtlandığı için ‘çifte tehlike’ olarak tanımlanabilir. Ancak bu, ırk/etnisite, sosyoekonomik statü ve diğer değişkenlerin etkilerini de göz önünde bulundurduğumuzda daha doğru bir şekilde ‘çoklu tehlike’ olarak tanımlanabilir. Kadınların tüm toplumlarda erkeklerden daha uzun yaşam beklentileri vardır, bu eğilim ’yaşlılığın kadınlaşması’ olarak tanımlanır. Ancak istatistikler kadınların hayatları boyunca erkeklerden fiziksel olarak daha az aktif olduklarını ve ileri yaşamlarında aktivite düzeylerinin önemli ölçüde azaldığını göstermektedir’ (s. 454).

Yeterliğin anlamının ve toplumsal öneminin inşa edilmesi alt başlığı engellilik kavramını anlamamızda yardımcı olacak ipuçlarını bünyesinde barındırmakta. ‘Engelli çoğu insan için özürlü, algılanan fiziksel veya zihinsel bozukluklar nedeniyle kısıtlanmak, ezilmek ve değersiz olarak etiketlenmek anlamına gelir. Bu sözcük, belirli bozuklukların onlarla yaşayanların kimliğini tanımlaması gerektiğine karar veren, engelli olmayan insanların bakış açısına dayanır’ (s.456). Belirli bozuklukların kimin tarafından tanımlandığı meselesi üzerinde dikkatle durmak zorundayız çünkü bu durum spordaki engellilik terimini de nasıl anladığımızı ortaya koyacaktır. ‘Engelliliğin sosyal modelini benimsemek, belirli bozuklukların neden olduğu ağrıyı ve ıstırabı iyileştirmek için tıbbi yardımın ve tedavinin artık aranmadığı anlamına gelmiyordu. Ancak bu, engelliliğin yol açtığı ıstırabın ancak toplumsal ve kültürel dönüşümle ortadan kaldırılabileceği anlamına geliyordu…Sosyal model, dünya çapında değişimlere ilham verdi. Engelliliği, bireylerin bedenleri ve zihinleri yerine kültürde ve toplumda konumlandırmak, odağı rehabilitasyondan tam erişime, hayırseverlikten fırsata ve riskli ameliyatlardan destek sistemlerine kaydırdı. İnsanlar günlük hayatın yapısında yerleşik olan engellileştirici bariyerler hakkında daha fazla şey öğrendikçe, insan yeterliklerinde normal farklılıkları kabul eden değişimleri istedirler. Omurilik yaralanmasının neden olduğu felci ortadan kaldıramayacaklarını fark ettiler ancak aynı zamanda bu yaralanmalara sahip insanlara tekerlekli sandalye sağlamanın ve fiziksel çevrenin tekerlekli sandalyeye uygun şekilde tasarlandığından emin olmanın mümkün olduğunu anladılar’ (s.460). Tahmin edileceği üzere bu kadar önemli bir yaklaşımın neoliberal dünyada varlığını sürdürebilmesi ne yazık ki mümkün olmayacaktır ve önü bir şekilde kesilecektir.

Normalin imparatorluğunda yaşamak başlıklı spor hakkında derinlemesine düşünelim kısmı son derece ufuk açıcı bir metin olmuş. Ardından özellikle medyanın engelli sporcuların başarılarını konuşurken söylediklerine baktığımızda ise karşımıza çıkanlar hiç de insancıl ifadeler değil. ‘Sosyolog Ian Brittain 2004 yılında medya görüntüleri üzerine şu temaları ortaya koymuştur:

Küçümseme: Hayret verici değil mi!

Merak: Onun bunu gerçekten yapabileceğini düşünüyor musun?

Trajedi: O kader gününde hayatı sonsuza dek değişti.

İlham: O gerçek bir kahraman ve hepimiz için bir örnek

Gizem: Az önce bunu yaptığına inanamıyorum!

Acıma: Bu kadar çok uğraştığı için ona yardım et

Sürpriz: Hiç hayal etmediğiniz fiziksel becerileri görmek için bizi izlemeye devam edin!

Bu temalar etrafında organize edilen görüntüler ve anlatılar, engelliği üstesinden gelinmesi gereken kişisel bozukluklara odaklanan bir tıbbi model çerçevesinde inşa eder. Bu, insanların engelliliğe neden belirli toplumsal anlamlar verildiğini ve bunların belirli bozuklukları olan birçok insanın hayatını nasıl şekillendirdiğini görmezden gelmelerine yol açar. Sonuç olarak, medya yayınları çoğu zaman engellilerin anormallikleri olduklarına ve engellilerin anormallikler etrafında düzenlenmiş kimliklere sahip olduklarına dair sağlamcı inancı sürdürürler’ (s.465).

Engellilerin spor yapabilme olanaklarının yaratılması hususunda bir önceki bölümde gördüğümüz güç ilişkileri ve ekonomik eşitsizlikler burada da devreye girmektedir. Özellikle alt gelir grubuna mensup olan engelliler açısından dışlama kavramı daha sıkça dolaşıma sokulmaktadır. Kitabın içerisinde geçen ve benim çok önemli gördüğüm bir ifadeyi buraya aynen aktarıyorum: ‘Bazen dışlanmış olan diğerleriyle birlik olarak destek bulurlar ya da izolasyonu ve buna eşlik eden kendinden şüphe etmeyi kabul edebilirler. Dışlananlar zamanla görünmez olurlar (s. 472).  Engelli sporları alt bölümünde engelliğin sporla olan bağlantısı şu ifade ile açıklanma yoluna gidiliyor: ‘Engellilik, bir kişiyi diğerlerinden aşağı yapan bir zayıflık veya kusur olarak görüldüğünde, bedeninizi normalleştirmek için bir stratejiye sahip olmak önemlidir. Engelliler çocukluk döneminde kendilerini diğerlerinden farklı kılan şeylerin farkına varırlar. Zaman içerisinde ve sosyal ilişkileri aracılığıyla engelliliklerini ve diğerleriyle etkileşime girdikçe bunun anlamını ve ilişki düzeyini nasıl müzakere edeceklerine dair bir anlayış geliştirirler’ (s. 474). Bölümün son kısmında teknoloji ve yeterlik ilişkisinin yanı sıra sanal bedenler ve sayborg kimlikler, teknolojiye erişim, engellileştirilmek ya da engellileştirilmemek başlıkları yer almakta.

Bu yazının son bölümü ise kitabın on ikinci bölümünü oluşturan Spor ve ekonomi: Ticari sporların özellikleri nelerdir? Başlığına ayrılmıştır. Sporun içinde yaşadığımız dönemdeki aşırı ticarileşmesi ve bunun yarattığı olağandışı uygulamalar aslında bir sonraki yazının konusunu oluşturacak olan medya ve siyaset ile sporun bağlantısı arasındaki ilişki ile yakından bağlıdır. Ticari sporların beş toplumsal ve ekonomik koşul altında büyüyüp geliştiği üzerinde durulmaktadır. ‘Birincisi, maddi ödüllerin sporcular, takım sahipleri, etkinlik sponsorları ve seyirciler tarafından çok değerli görüldüğü piyasa ekonomilerinde en yaygındırlar. İkincisi, ticari sporlar büyük potansiyel seyirci kalabalıklarına ihtiyaç duydukları için genellikle büyük, yoğun nüfuslu şehirlere sahip toplumlarda bulunurlar... Üçüncüsü, ticari sporlar bir lükstür ve ancak yaşam standardı, insanların hayatta kalmak için gerekli somut ürünleri olmayan etkinlikleri yapmak ve izlemek için kullanabilecekleri zamana ve kaynaklara sahip olacakları kadar yüksek olduğunda başarılı olurlar…Dördüncüsü, ticari sporlar etkinliklerin yapılabileceği ve izlenebileceği stadyumlar ve arenalar inşa etmek ve sürdürmek için büyük miktarlarda sermaye (para veya kredi) gerektirirler…Beşincisi, ticari sporların yaşam tarzlarının yüksek oranda tüketim içerdiği ve maddi statü sembollerine önem verdiği kültürlerde gelişmesi daha olasıdır…Ticari sporların başarısı, izleyicilere semboller ve duygusal deneyimler satmaya ve ardından izleyicileri sponsorlara ve medyaya satmaya bağlıdır’ (s.498-499).

Sınıf ilişkileri ve ticari sporlar arasındaki bağlantıda yine bu yazıdaki ilk sayfadaki işin ekonomik boyutu ile olan bağlantısına dönüş yapabilirsiniz. Top küçüldükçe sınıfsallığın arttığı gerçeği aklınızın bir tarafında bulunsun diyebilirim. Sporda seyircinin yaratılması meselesi özellikle heyecan arayışı olgusunda kendisini göstermektedir ki bu noktada yazarlar şu ifadeleri kullanmaktadırlar. ‘Spor, genellikle düzen ve karmaşa arasındaki bir gerilimle karakterize edilir. Bu gerilimi yönetmek için spordaki normlar ve kurallar can sıkıntısını kıracak kadar gevşek olmalı ancak şiddete veya diğer yıkıcı sapma biçimlerine izin verecek kadar gevşek olmamalıdır’ (s.502). Bu bölümün ardından başarı ideolojisi ve seyirci ilgisi, gençlik-spor programları ve seyirci ilgisi, medya yayınları ve seyirci ilgisi alt bölümlere yer verilmektedir.

Küreselleşme sürecinin ticari sporlarla olan bağlantısı için iki önemli hususa göndermede bulunulmaktadır. ‘Birincisi, sporu kontrol eden, destekleyen ve teşvik edenlerin pazarları genişletmek ve karları maksimize etmek için yeni yollar aramaları ve ikincisi ulus ötesi şirketlerin, ürünlerini ve hizmetlerini dünya çapında tanıtmak için sporu araç olarak kullanmaları nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu sporu diğer ürünlere benzer şekilde ihraç ve ithal edilen bir küresel kültürel ticaret biçimi haline getirir’ (s. 505). Beckham markası üzerine derinlemesine düşünelim bölümü açılmıştır. Ardından kurumsal markalaşmanın yolları üzerinde durulmaktadır. Sporda ticarileşme ve değişimler meselesi ise belki üzerinde çok daha fazla konuşulmayı hak eder cinstendir. Amerika Birleşik Devletlerindeki NBA ile ve oradaki Michael Jordan efsanesi ile başlayan sürecin İngiltere’deki Premier League ve ardından Şampiyonlar Ligi organizasyonları ile dönüşmesi sonrasında sportif alandaki tüm sektörleri yakından etkileyen bir süreç yaşanmaya başlanmıştır. Bu satırları yazdığım sırada FİFA Dünya Kulüpler Kupası yarı final karşılaşmaları henüz oynanmamıştı ve kupayı kazanan takımın 110 milyon Euro kazanca sahip olması var olan durumun ne kadar anormal bir görünüm aldığını anlamamıza yardımcı olacak cinstendir. Bölüm içerisinde spor ve kumar ekonomisi, ticari sporlarda sahipler, sponsorlar ve organizatörler, profesyonel müsabaka yerleri, yeni gelir kalemlerinin yanı sıra sporcuların yasal statüsü ve gelirleri başlıklarına yer verilmektedir.

Kitaptaki son üç bölümü önümüzdeki yazıda sizlerle buluşturup kitabın tanıtımını tamamlayacağım.

*Coakley, J& Pike, E. (2024) Spor Sosyolojisi Toplumda Spor: Sorunlar ve Çatışmalar, Çev. Funda Akcan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Yazdıkları kadar söyledikleriyle de geniş yankı uyandıran ve Pazar günü aramızdan ayrılan Nihat Genç’e Allahtan rahmet, ailesi ve sevenlerine baş sağlığı diliyorum. Nurlar içinde yatsın.

 

 

 

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede sosyoloji bölümünü kazandı. 

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. 

Kitapları

- Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

- Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

- Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

- Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

- Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

- Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

- İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

- Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor) 

- Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

- Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Spor Sosyolojisi: Toplumda sorunlar ve çatışmalar (4)

"Sporu olmasını istediğimiz şeye dönüştürmek için çalışmadığımız sürece öncelikle kendi şartlarına göre ve kendi amaçları doğrultusunda yapmamızı isteyenlerin çıkarlarını yansıtacaktır. Bu da bizi ilginç bir tercihle karşı karşıya bırakır: sporu olduğu gibi kabul eden tüketiciler olabiliriz ya da sporu insancıl ve sürdürülebilir kılmak için çalışan vatandaşlar olabiliriz"

Spor Sosyolojisi: Toplumda sorunlar ve çatışmalar (2)

"Spor, aynı zamanda toplumsal cinsiyet ideolojisine meydan okumak ve değişiklikler yapmak için bir alandır; bu, toplumda sporu anlamaya çalışırken toplumsal cinsiyeti incelemeyi ilginç kılan bir gerçektir"

Spor Sosyolojisi: Toplumda sorunlar ve çatışmalar (1)

Sporun endüstriyel bir görünüm alması ve teknolojinin devreye girmesiyle birlikte sporun yasa dışı halleri üzerinde daha farklı etmenlerin konuşulması söz konusu olmuştur. İşte tam bu noktada özellikle yasa dışı bahis uygulamalarının gerek taraftarlar nezdinde gerekse de sporcular tarafından kullanılması dikkat çekicidir

"
"