12 Temmuz 2025
Jay Coakley ve Elizabeth Pike’ın spor sosyolojisi alanında en çok başvurulan çalışmalardan birisi olan eserinin Funda Akcan’ın titiz çevirisi ile okuyucular ile buluşan çalışmanın on iki bölümünü dört ayrı yazıda ele almıştık. Bu yazımızda kitabı tanıtmayı tamamlıyoruz. On üçüncü bölüm Spor ve medya: Birbirleri olmadan hayatta kalabilirler mi? Başlığını taşıyor. Gerçekten de bu iki kurumun birbiri ile olan ilişkisi her geçen yıl biraz daha ilginç bir görünüm almaya başlamış ve başlangıçta sporun daha baskın bir görünüm sergilediği ilişki, günümüzde medyanın daha fazla belirleyici olduğu bir yapıya bürünmüştür. Aslında bir önceki yazımızda ele aldığımız ekonomiyi ve bu yazımızda ele alacağımız medya ve siyasetin spor ile olan bağlantısını içinde bulunduğumuz dönemde birbirinden ayırabilmemiz pek de mümkün gözükmemektedir. Bir başka ifadeyle sporun medya ile olan ilişkisinden söz ettiğimiz noktada aynı zamanda sporun, ekonomi ile olan ve çoğu kez de siyaset ile olan ilişkisinden de söz ettiğimiz gerçeği ile karşı karşıya kalırız. Endüstriyel spor olgusunun medya olmaksızın var olamayacağı meselesinin arka planında sporun, siyaset ve ekonomi ile kurduğu yoğun ve yakın ilişkiler bulunduğunu göz ardı etmemeliyiz.
‘Medya aynı zamanda bizi günlük, gerçek zamanlı hayatımızın dışında kalan bilgiler, deneyimler, insanlar, görüntüler ve fikirler ile de temasa geçirir…Sporun ticari biçimleri ve geleneksel medya her zaman yakın bir ilişki içinde olmuştur. Televizyondan çok önce gazeteler spor bilgileri, yorumları ve eğlenceleri sağlıyordu. Radyo da aynısını yaptı. Televizyon insanlara eylemin video görüntülerini göstermeye başladığında, spor yazarları ve spikerleri de dahil olmak üzere gazeteler ve radyo, satışlarını ve izlenme oranlarını korumak için yaklaşımlarını değiştirmek zorunda kaldılar. İsteğe bağlı etkileşimli dijital programlama ile rekabet ettiği için günümüzde geleneksel medya için de benzer zorluklar söz konusudur’(s.541). Sporun ekonomideki temsillerini iyi analiz ettiğimiz takdirde sporun medyadaki temsili konusunda da fikir sahibi olabilme olanağımız artacaktır. ‘Spor söz konusu olduğunda, medyayı kontrol edenler sadece hangi sporların ve etkinliklerin yer alacağını değil, aynı zamanda yayınlarda sunulan görüntülere ve yorumlara da karar verirler. Bunu yaptıklarında, medya izleyicisi olan insanların sporu tanımlamak ve hayatlarına dahil etmek için kullandıkları tüm çerçeveleri inşa etmede önemli bir rol oynarlar’ (s. 543). Sporun ve spor izleme deneyimlerinin inşa edildiği bir dünyada yaşamakta olduğumuz gerçeği özellikle son otuz, otuz beş yıl içerisinde bambaşka bir spor-medya birlikteliğinin oluşmasına yol açmıştır. ‘Medyanın ekonomik etkileri sporu değiştirmiştir, sporla ilişkilerimizi değiştirmiştir ve hem günlük iletişimde hem de ticaretin faydasına spor aracılığıyla anlatılan hikayeleri etkilemiştir’ (s.545). Bütün bu süreçlerin ötesinde son dönemde işin içerisine bir de yeni medya kavramının eklendiğini ve sporla ilgili erişilebilir içeriğin üretiminin ve tüketiminin de kökten değiştiğini yazarlar vurgulamaktadır. Tam bu noktada yeni medyaya ilişkin temel sosyolojik soruyu dile getirmiş olmaları son derece önemlidir. ‘Yeni medyayla ilgili temel sosyolojik soru şudur: İnsanların bilgileri ve fikirleri özgürce paylaşmasını sağlayarak toplumsal hayatı demokratikleştirecekler mi, yoksa sermayelerini genişletmek, tüketimi artırmak, piyasa ekonomilerini yönlendiren ve hayatımızda haz ve heyecan sağlamak için onlara ihtiyacımız olduğu yanılsamasını sürdüren ideolojileri yeniden üretmek için şirketler tarafından kontrol edilen araçlar mı olacaklar? Bu sorunun cevabı, medya üzerindeki kontrol mücadelesi belirdikçe ortaya çıkacaktır. Gelinen noktada mücadele adil bir rekabeti içermemektedir, çünkü yeni medyanın potansiyel demokratikleştirici etkilerinden yararlanacak insanlar bu rekabetin ya da rakiplerinin farkında bile değillerdir-ve kurumsal medyanın liderleri bunu bir şekilde sürdürmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar’ (s. 548).
Baudrillard’ın simularklar ve simülasyon kavramsallaştırmasının simüle edilmiş sporlar olarak video oyunları üzerindeki yansımasına bu bölümde yer verilmektedir. Dijital spor, e-spor olarak adlandırılan alan her geçen yıl biraz daha fazla ön plana çıkmakta olup geleneksel spor dallarının izleyicilerinden ve tabii ki bu alana para harcayanlardan çok daha fazla bir kitleye hitap edebilecek bir potansiyeli bünyesinde barındırmaktadır.
Spor ve medya ilişkisi çift yönlü bir ilişki olarak bölüm içerisinde ele alınmakta olup dünyaca ünlü yıldızlardan örnekler verilmektedir. Tabii bu arada hemen hemen bütün spor dallarında değişen spor organizasyonlarına ve oyunların kurallarından başlayarak teknolojinin daha çok yaygın bir hale dönüşmesi sürecini de göz ardı etmemek durumundayız. Bir başka ifadeyle geçmişteki insani hataya dönük tolerans, ekonomik boyut büyüdükçe yerini sıfır hatayı sağlamaya dönük bilgisayar uygulamalarına bırakmaktadır. Medyanın sporu bozup bozmadığına ilişkin tartışmanın ardından ortaya konulan şu satırları sadece spor özelinde düşünürsek hata yaparız gibime geliyor: ‘Medyanın sporu bozduğu sonucu, toplumsal dünyanın nasıl işlediğine ve sporun toplumdaki sosyal ilişkilerle nasıl bağlantılı olduğuna dair eksik bir anlayışa dayanmaktadır’ (s.559). Yazarlar spor ve medya arasındaki bağlantıyı ekonomi ve ideolojiye dayalı bir ilişki olarak ele almak suretiyle yukarıda belirtmiş olduğum bağlamı daha da genişletme yoluna gitmişlerdir.
Medya sporlarında görüntüler ve anlatılar bölümün sonundaki sporun aynı zamanda ideolojik temaların oluşturulması ve bunun var olan cinsiyet kalıplarının yaygınlaştırılmasındaki etkilerini de ortaya koyacak açıklamalara yer veriliyor. ‘Medya sporlarında erkeklik hükmeder. Erkeklerin sporları medyadaki yayınların yaklaşık yüzde 95’ini alır ve hem görüntüler hem de anlatılar toplumsal cinsiyetle ilgili geleneksel fikirleri ve inançları yeniden üretme eğilimindedir…Sosyolog Toni Bruce yaptığı çalışmada ana akım medyanın kadınlara mesajının şu şekilde göründüğünü belirtir: Devam edin ve oynayın, ancak etkinliklerinize ilgi göstermemizi ... Medya yayını örüntüleri dünya genelinde mevcuttur: 22 ülkeden 80 gazetede sporla ilgili 17.777 yazının yer aldığı çokuluslu etkileyici bir çalışmada yazıların yüzde 85’inin erkekler ve erkeklerin sporları hakkında olduğu ve kadın sporcuların veya kadın sporlarının makalelerin sadece yüzde 9’unun ana odağı olduğu bulunmuştur. İleri analizler yalnızca yüzde 8’inin kadınlar tarafından yazıldığını ve bu yüzdenin son on yılda değişmediğini göstermiştir’ (s. 566-568).
Kadınlar için var olan eşitsizliğin ırk ve etnik köken söz konusu olduğunda da sürdüğünü yine bölümün sonunda görmekteyiz. ‘Sporda renk körü yayınlar, spor gerçekliğinin önemli bir boyutunu gözden kaçırır ve ırksal ve etnik statükoyu yeniden üretir. Ancak insanların sporu sosyal kaçış biçimleri olarak, gerçek gündelik hayatı karakterize eden karmaşık, dağınık sorunlardan yoksun kusursuz dünyalar olarak kullanmalarına izin verir. Bu şekilde spor medyası onu ‘olduğu gibi’ değil, birçok insanın duymak istediği gibi anlatır. Dünya genelinde bazı spor muhabirleri ve yayıncıları, sporcuları ve takımları sunarken etnik ve ulusal kalıp yargıları kullanmaktan kaçınmaya dikkat etseler de kanıtlar, üstü kapalı kalıp yargıların spor yayınlarını düzenli olarak etkilediğini göstermektedir…Britanya takımları ve sporcuları, diğer ülkelerden takımlara ve sporculara karşı yarışırken olaylar genellikle biz-onlara karşı formatında çerçevelenir. Bu özellikle Britanya takımları, askeri bir çatışma geçmişine sahip oldukları geleneksel ‘düşmanları’ Almanya ve Arjantin ile oynarken belirgindir. Britanya takımları veya sporcuları kazandığında, muhabirler ve yayıncılar gururla ‘biz kazandık’ derler’ (s.571-572). Türkiye’de maç yayınları esnasında son otuz yıl içerisinde gittikçe yazarların verdiği örneği andıran bir durumla karşı karşıya olduğumuzu belirtmeliyim. Spor medyasının başlıklarının bu doğrultuda analiz edilmesi bir başka ifadeyle kullanılan söylemin ideolojik bir analize tabi tutulması sonrasında ortaya son derece ilgi çekici bulgular çıkmaktadır ki bu konuya olan ilgimin 1996 yılındaki Türkiye’de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezimle başladığını ve aynı adı taşıyan kitabımın önce 2003 tarihinde daha sonra genişletilmiş baskıyla birlikte 2014 yılında yayınlandığını belirtmeliyim.
Kitabın on dördüncü bölümünün başlığı Spor, siyaset ve küreselleşme: Hükümetler ve küresel süreçler sporu nasıl etkiler? Şeklindedir. ‘Sosyolojik anlamda siyaset, toplumsal hayatta gücün kazanıldığı ve kullanıldığı süreçleri içerir. Bu nedenle, spor sosyolojisindeki kişiler ailelerde, topluluklarda, yerel ve ulusal spor kurumlarında, toplumlarda ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi (İOC) ve futbolda uluslararası yönetim organı olan Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FİFA) gibi büyük sivil toplum kuruluşlarında (STK’lar) siyaseti inceler’ (s. 582). Bölümün hemen başında Spor-Hükümet bağlantısı içerisinde kamu düzenini korumak, sağlığı ve fiziksel uygunluğu korumanın yanı sıra bir grubun, topluluğun veya ulusun prestijini ve gücünü teşvik etmek, kimliği ve birliği teşvik etmek, hâkim siyasi ideolojiyle tutarlı değerleri yeniden üretmek, siyasi liderlere ve hükümete verilen desteği artırmak ile ekonomik ve toplumsal kalkınmayı kolaylaştırmak gibi maddelere yer verilmektedir.
Birleşik Krallıkta spor yönetimine ilişkin verilen bilgiler ufuk açıcı cinsten olduğu için sizlerle paylaşmak istiyorum: ‘Kültür, Medya ve Spor Dairesi (DCMS) şunu iddia eder: Spor insanların sağlığını iyileştirmenin yanı sıra hayatlarını zenginleştirebilir. Tesislere yatırım yapılması ve çocukların yanı sıra yetişkinlerin de halk sporlarına katılımının teşvik edilmesi, geniş kapsamlı faydalar sağlayacaktır… 2012’de Sport England 5 yıllık strateji belgesi ‘Creating a Sporting Habit For Life (Yaşam İçin Spor Alışkanlığı Yaratmak) hazırladı’ (s. 595-596). Sporun siyasal süreçler ile olan bağlantısında dünya barışına ve insanlığa yönelik katkıları ön plana çıkartılır. Buna karşına sporun özellikle de kitlesel büyük organizasyonların beraberinde ulusal üstünlüğün yansıtıldığı alanlar olarak gösterilmesi uygulamalarını da göz ardı etmemek durumundayız. ‘Uluslararası spor ve siyaset bağlantısı 1980’lerin başlarında o kadar belirgindi ki, Los Angeles Olimpiyat Organizasyon Komitesi Başkanı Peter Ueberroth, ‘Olimpiyatların sadece sportif bir etkinlik değil aynı zamanda siyasi bir etkinlik olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız’ demişti. Ueberroth kahinlik yapmıyordu: Los Angeles’taki 1984 Olimpiyatlarındakilere neden olan olaylara ilişkin gözlemlerini basitçe özetliyordu: Ulusların küresel dostluk ve barıştan çok kişisel çıkarla ilgilendiği görülmüştü. Ulusal üstünlüğün spor yoluyla gösterilmesi uzun zamandır dünya güçlerinin başlıca odak noktası olmuştur’ (s.598-599).
Spor hakkında derinlemesine düşünelim köşesinde bu kez olimpizm ve olimpiyat oyunları özel midirler? Sorusu yer almaktadır. Yapılması gerekenler ile ilgili son derece önemli altı madde sıralanmaktadır: 1) Her oyuna, oyunların düzenlendiği kültürel bölgelere özgü ‘gösteri sporları’ ekleyin. 2) Her Olimpiyat Oyunları için birden fazla yer kullanın, 3) Medya yayınlarında küresel sorumluluğu vurgulayın, 4) Olimpiyatları ve Paralimpik Oyunları bütünleştirin. Olimpik hareket nasıl toplumsal cinsiyet eşitliğini destekliyor ve sporda ırk ayrımcılığına karış çıkıyorsa, engellileri de Olimpik Harekete dahil etmelidir, 5) Madalya sayılarının hesaplanmasında adil bir yöntemi teşvik edin. Ulusal madalya sayıları, Olimpik Hareketin ruhuna ve resmi ilkelere aykırıdır. Şovenizmi besler, sporcuların başarılarını birleştirici olmaktan ziyade bölücü bir şekilde sunar ve sporda mükemmellik yaratacak kaynaklara sahip büyük zengin uluslara ayrıcalık tanır, 6) Olimpiyat sloganı olan Citius- Altius-Fortius’u (Daha Hızlı, Daha Yüksek, Daha Güçlü) Sağlık-Birlik-Barış ile değiştirin. Birçok sporda insan performansının sınırlarına ulaştığımız için mevcut slogan artık Olimpik Hareket için sorun yaratmaktadır. Bu nedenle Daha Hızlı-Daha Yüksek-Daha Güçlü olmanın tek yolu, birey olarak sporcularla pek ilgisi olmayan performans artırıcı teknolojileri kullanmaktır…Olimpiyat sloganı sporculara bunları aramaya teşvik ederken, bu teknolojilerden birkaçını yasaklamak ve bunları test etmek için milyarlar harcamak ikiyüzlülük gibi görünmektedir. Sayborg sporcular yaratmak için teknolojileri kullanma, Sağlık-Birlik-Barış’a ilham vermekten ziyade Olimpizm felsefesine daha az uygun görünmektedir’ (s.601-604).
Bu bölümde ulus ötesi şirketler ve siyasi yapı ile olan bağlantısı üzerinde durulmaktadır ki yine işin içerisinde yukarıda kullandığımız şekildeki karşılıklılık söz konusu olmaktadır. Dünya çapındaki küresel şirketlerin büyük sportif organizasyonlara sponsor olmaları ve bu yolla kendi markalarını tanıtmaya devam etmeleri işin ekonomik boyutu kadar medyatik boyutu ve tabii ki siyasi yanı ile yakından bağlantılıdır. Küreselleşme süreci takım sahipliği ve etkinlik sponsorluğunu da başka bir seviyeye çıkartmıştır. Dünyanın en kitlesel spor dalı olan futbolda, uzak doğu sermayesi, Arap sermayesi, Amerikan sermayesi, şimdilerde bu alandan uzaklaşmış olan Rus oligarkları da eklediğimizde karşımıza son derece ilginç kombinasyonlar çıkmaktadır. Özellikle Arap sermayesinin Katar’da düzenlenen 2022 dünya kupası ile Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Suudi Arabistan’daki futbola dönük yatırımları hız kazanmış ve bir anda hem Avrupa’nın farklı ülkelerinde kulüp satın almaları hem de dünyanın ünlü futbolcularını ve teknik direktörlerini büyük paralar karşılığında bu ülkelerin liglerinde yer almaları sağlanmıştır. Sportswashing olarak adlandırılan spor yoluyla temizleme girişimi son on yıl içerisinde büyük hız kazanmış olup bu ülkeler, Avrupa’nın önde gelen liglerinin kupa organizasyonlarını kendi ülkelerinde yapılması karşılığında büyük paralar ödemeyi göze almışlardır.
Küreselleşme sürecinde futbolcuların artık birer küresel aktör haline dönüşmesinin yanı sıra taraftarların da küreselleştiği bir süreç yaşanmaktadır. Artık yurttaşı olduğunuz ülkede bir takım tutmanın yanı sıra dünyanın sayılı takımlarından bir ya da birden fazlasını hatta her ülkeden birer takımı destekleme durumu giderek yaygınlık kazanmaktadır. Medya ve ekonomi ile olan bağlantı işte tam bu noktada dolaşıma sokulmakta ve büyük ilgi çeken örneğin El Classico (Real Madrid-Barcelona) karşılaşmaları uzak doğu ve Amerika Birleşik Devletlerindeki (ABD) taraftarlar için saat 16’da oynatılmaktadır. Bu durum halen devam etmekte olan FİFA Kulüpler Dünya Kupası karşılaşmalarının ABD saati ile 12 ila 15 arasında oynatılırken Avrupa’daki izleyicilerin bu karşılaşmaları akşam saatlerinde izleyebilmeleri için öğle sıcağında oynatılıyor olması örneği gibidir.
Kitabın son bölümü Gelecekte spor: Ne olmasını istiyoruz? Şeklindeki on beşinci bölümdür. ‘Spor, toplumsal inşadır. Bu, herhangi bir yerde ve zamanda en iyi finanse edilen ve reklamı yapılan sporların, bir grupta ya da toplumda güce sahip olanların değerleri, fikirleri, çıkarları ve deneyimleriyle tutarlı olduğu anlamına gelir. Bununla birlikte, hâkim sporlar birçok sosyal dünyada evrensel olarak kabul görmez. Tarih, insanların çoğunlukla bunları değiştirdiğini ya da bunlara direnme veya meydan okuma sürecinde alternatifler geliştirdiğini gösterir…Güç ve performans sporları yakın gelecekte oldukça görünür ve reklamı yapılan spor biçimleri olmaya devam edecektir…Spor, amacın rakipleri yenmek olduğu savaşlar olarak tanımlanır’ (s.621).
Bu bölüm bir anlamda sporun dünden bugüne aktardıkları kadar yarına neleri bırakabileceği üzerinde durması nedeniyle ilgi çekici unsurları bünyesinde barındırıyor. ‘Güncel eğilimlerin ve onları etkileyen etmenlerin farkında olmak, görmek istediğimiz gelecekleri yaratmada etkili aktörler olmanın başlangıç noktasıdır. Sosyal dünyaların karmaşıklığı eğilimlerin belirlenmesini zorlaştırır, bu nedenle bir yandan güç ve performans sporlarının, diğer yandan haz ve katılım sporlarının büyümesini destekleyen etmenleri düşünmek faydalı olacaktır. Bu ayrımı yapmak, sporun kültürünü ve organizasyonunu etkileme sürecine katılırken hedeflerimizi netleştirmemize ve kuramları daha etkin kullanmamıza yardımcı olur’ (s.622-623).
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşlı nüfusun oranının her geçen yıl biraz daha arttığı düşünüldüğünde yaşlılar arasında katılım tercihleri başlıklı alt bölüm daha bir ilgi çekici hale dönüşüyor. ‘Birçok toplumda nüfusun medyan yaşı arttıkça, insanlar daha uzun yaşadıkça ve yaşlılar dünya nüfusunun giderek daha büyük bir bölümünü oluşturdukça korkutma, fiziksel güç kullanımı, rakiplere hükmetme ve ciddi yaralanma riski içermeyen sporlara daha fazla ilgi olacaktır. İnsanlar yaşlandıkça, sporda itibar kazanmak için fiziksel iyi oluşlarını riske atma olasılıkları azalır. Yaşlıların sporu sosyal aktiviteler olarak görmeleri ve dışlayıcı değil içermeci hale getirmeleri olasıdır. Yaşlılar aynı zamanda tek bir bedene sahip olduklarının ve bu bedeni bir yarış makinesi ya da buldozer gibi kullanmak yerine bir bahçeymiş gibi yetiştirirlerse andan keyif alabileceklerinin farkındadırlar…sağlığa, fiziksel uygunluğa ve sosyal bağlantılara odaklanılan ortamlarda yapılacak yürüyüş, yüzme, kuvvet antrenmanı, yoga, tai chi ve benzeri aktivitelere katılacaktır. Haz ve katılım sporları, yaşlıların yaşlılıkla ilgili hâkim fikirlere meydan okuyacakları alanlar olacaktır’ (s.624-625). Bu noktada ülkemizin yaşlı nüfus ve ilerleyen aşamada giderek yaşlanma eğilimi içerisine girecek olan yaşlı nüfus için önlemler alması ve bu kitleyi sporla daha fazla buluşturabilecek adımları atması elzemdir.
Günümüzde eğilimleri etkileyen etmenler olarak beş tanesi yazarlar tarafından ön plana çıkartılmış olup bunlar hakkında bilgiler verilmektedir. ‘1) Örgütlenme ve rasyonelleşme, 2) Ticarileşme ve tüketim, 3) Telekomünikasyon ve elektronik medya, 4) Teknoloji, 5) Toplulukların ve toplumların demografik özellikleri’ (s. 627-630). Kitabın son bölümünde değişim ajanları olma alt bölümünün yanı sıra kuramların nasıl kullanılacağına ilişkin değerlendirmelere de yer verilmektedir. Yazarların son sözlerini olduğu gibi buraya aktarıyorum çünkü sporun toplumsal hayatın içerisinde nasıl görülmesi gerektiğinin yanı sıra neler yapabileceğimiz konusunda da yol gösterici bir içeriği bünyesinde barındırmakta: ‘Sporu olmasını istediğimiz şeye dönüştürmek için çalışmadığımız sürece öncelikle kendi şartlarına göre ve kendi amaçları doğrultusunda yapmamızı isteyenlerin çıkarlarını yansıtacaktır. Bu da bizi ilginç bir tercihle karşı karşıya bırakır: sporu olduğu gibi kabul eden tüketiciler olabiliriz ya da sporu insancıl ve sürdürülebilir kılmak için çalışan vatandaşlar olabiliriz. Bu kitabın hedefi, insanları eleştirel bilince sahip ve aktif vatandaşlar olmaya hazırlamaktır’ (s. 638). Bu sözlerin sadece spor için geçerli olmadığını içinde yaşadığımız dünyada var olabilme adına yapabileceklerimize dair ipuçlarını içerdiğini göz ardı etmemeliyiz.
On beş bölüm ve 707 sayfadan oluşan bir kitabı beş farklı yazı üzerinden sizlere aktarmaya çalıştım. Jay Coakley’in alanda bir başucu niteliğine haiz olan çalışmasının yıllar içerisinde yeni ilavelerle bu hale dönüştüğünü ve Elizabeth Pike ile bu son halini aldığını belirtmeliyim. Spor bilimcilerin yanı sıra sosyal bilimler alanındaki öğrenciler ve araştırmacılar kadar sporu farklı bir gözle görüp anlamak isteyen tüm okuyucular açısından son derece anlaşılır ve bir o kadar da güçlü argümanlara sahip bir kitapla karşı karşıyayız. Funda Akcan’ın son derece akıcı ve titiz çevirisi kadar alana hakimiyetinin de kitabın anlaşılmasına büyük katkılar verdiğini eklemeliyim. Burada kendisinin sosyoloji disiplininden gelmek suretiyle spor bilimlerinde yüksek lisans ve doktora yapmasının ve farklı bir pencere açacak isimlerle çalışmış olmasının büyük etkisi bulunmaktadır. Bu müthiş çalışma için kendisine şükranlarımı sunuyor ve ‘bu çevirinin alanımıza önemli katkılar sunması dileğiyle’ ifadesiyle göndermiş olduğu çalışmaya, kendi penceremden katkı sunabilmeme vesile olduğu için de kendisine teşekkürlerimi iletiyorum.
Coakley, J& Pike, E. (2024) Spor Sosyolojisi Toplumda Spor: Sorunlar ve Çatışmalar, Çev. Funda Akcan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Ahmet Talimciler kimdir?Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede sosyoloji bölümünü kazandı. 1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir. Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır. Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. Kitapları - Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları) - Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları) - Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları) - Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi) - Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap) - Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap) - İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor) - Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor) - Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile) - Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research) |
Ömer Üründül’ü 'Yorumcu Ömer Üründül' kitabı boyunca en iyi anlatan noktalardan bir tanesi hiç kuşkusuz dünyanın farklı ülkelerindeki büyük turnuvaları yerinde seyretmiş olması ve bu noktada söz konusu alanla ilgilenenler karşısında büyük bir fark yaratmayı başarmış olmasıdır
Giriştiğiniz her noktada tarih yazma başarısı kadar 6-0 gibi sonuçlarla da tarihteki yerinizi alma sorunu ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Bu yüzden klişelerin normalleştirici ve rutinin içerisine sıkıştırıcı olduğu meselesi karşısında uyanık olmak durumundayız
Taraftarlığı bırakın taraftarlar yapsın, medyanın gazıyla ortalığı tutuşturmaya yol açacak sözler söylemekten imtina etmeniz sizin açınızdan çok daha yararlı olacaktır
© Tüm hakları saklıdır.