Marmara’da deniz topu zıplatan kılıç balıklarından yukarı doğru uzandığınızda, bakışlarınız sirkin kırmızı beyaz-çadır tenteli girişine ulaşıyor. Karşılama ağası ve ser-nazır Joseph Efendi selamlıyor gözlerinizi ve sizi bu türlü acayiplikler, gizler, efsaneler ve mucizelerle dolu sirke davet ediyor. Bu bir resim, adı “Cirque d’Istanbul.”
“Cirque d’Istanbul” Aylin Çetinel’in ikinci karma sergisi için ürettiği dört işten biri… “Cirque” çocukluğumdan beri en sevdiğim aktivitelerden biri olan, bir resmin evrenine girip oraya dair türlü çeşit öykü uydurma keyfimle İstanbul aşkımı birleştirerek neredeyse kişisel meraklarıma özel bir ziyafet sunduğu için, önünden belki bir saat ayrılmadan inceliyorum. Eski seyyahlardan birinin belki papirüs üzerine çizdiği haritaları andıran bir vistada yayılıyor gözümün önünde şehir, zamanları iç içe geçirerek… Surlar, Topkapı, Ayasofya, Gotlar Sütunu, Alman Çeşmesi, Sultanahmet Camii, Ahırkapı Feneri, Sirkeci Garı, Hipodrom… Tüm eski şehir, sarı bir akrilik levhanın üzerine, geri dönüşü ve hata yapma imkânı olmayan bir şekilde permanent marker kalemle ve hayal gücünden feyz alan bir perspektifle detay detay çizilmiş.

Üzerine gelen şeffaf akrilik levha ise bu kendiliğinden oldukça ilginç manzaranın üzerine tuhaflıklarla dolu öykü katmanını ekliyor: Sirkeci Garı’ndan çıkıp Ayasofya’ya varan Rollercoaster/Lunapark Treni, at oynatanlar, top çeviren filler, martıları delta kanat taşıt aracı olarak kullanan fesli ve spor şortlu hemşehriler, top çeviren bir fil, yolunu şaşırmış bir zürafa, surlar üzerinden vaaz verecek gibi duran rahip kostümlü tavşan ve surlarda seken bir lemur, denizde kayıklardan kılıç balıklarına top atanlar, jonglörler, Sultanahmet’in iki minaresi arasına kurduğu ipin üzerinde hünerini gösteren cambaz, timsah kaldıranlar, maymunlar sütuna tünemiş bir tavuskuşu…
Bu kadim şehir, Çetinel’in hayal dünyasına eskiden günümüze uzanan zamansız bir sirk olarak zuhur etmiş ama tabii bu sirkin eğlenceli kısmı. Yoksa hepimiz biliriz ki sirklerde karanlık işler de döner ve o kısmını izleyici göremez. Oysa bu şehrin sahipleri olarak hem sirki dışarıdan eğlenerek izleyen hem de üstünü örttüğü daha tekinsiz tuhaflıkları her gün birebir yaşayanlarız biz…

Valens Kemeri’ne gidelim o zaman… Orası çok yakın tarihimizde oldukça önemli bir yer aldı ne de olsa… Yine sarı akrilik üzerine permanent marker’la çizilmiş kemer; temelindeki çatlaklarda köklenip, aşağıdaki karanlığa ve dikenlere rağmen büyüyüp giden, gittikçe yeşerip kemere renk veren yeşil dallar, en tepeyi pembe güllerle donatıyor. Tupac Shakur’un şiirinden ilham almış: “Betonun çatlağından biten o gülü duydun mu hiç?/Ayaksız yürümeyi öğrendi/Doğanın yasasına başkaldırarak.” Anlamı oldukça açık, kendisi ise ziyadesiyle umut dolu ve o pembe bahar gülleri gülümsetiyor.

“Hal”e geliyoruz sonra, bu rengarenk ve oyuncaklı iki işten sonra zihin, düşünce, soyutlama dünyasına bir geri dönüş, belki bir sorgulama ve sebep-sonuç arama… Kare formlardan imkansızı başarmaya, mükemmel bir çemberin içine tam olarak sığmaya çalışırken herkesi de, illa ki içinde yer aldığı ve alacağı o çemberde kendi yerini ve durumunu sorgulamaya çağırıyor: Altta mısın, üstte misin, aralarda kayıp mı yoksa, birleşerek farklı formlar mı oluşturuyor, teğet mi geçiyorsun, azınlıkta mısın yoksa çoğunlukta mı, belki de tüm o kareler içinde tek altından olansın?

Ve dördüncü, yine siyah beyaz ve soyut olan “Devran”ın ismi üstünde, dönüyor… Birbirinin üstüne binen, iç içe geçen, incecik üçgenlerden oluşmuş, kâğıt japon şemsiyelerini andıran daireler/çarklar, sürekli bir hareket içinde hiçbir şeyin aynı kalmamasını, devirlerin dönüşerek daim olmasını sağlıyor.

Aylin Çetinel’in yıllar içindeki sanatsal yolculuğunun tanığı ve takipçisiyim. Yeteneği onu bunun bir hobi olarak kalmamasına, profesyonelliğe geçiş yapmasına zorladığı için de çok mutluyum. Gerçek yetenek öyledir çünkü, aynı Valens Kemerinin tepesindeki pembe güller gibi, varsa, her şeye rağmen mutlaka çiçek açar ve dikkat çeker.
Bu dört şahane resim, 26-29 Nisan’da Luna Grande’nin düzenlediği “Pera Palas’ta Düşler” isimli karma sergide görülebilir. İstanbul aşığı hayalperest sanatseverlere tavsiyemdir.
Zeynep Aksoy kimdir?
Zeynep Aksoy İstanbul’da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra ABD’de University of Rochester ve Eastman School of Music’te müzik ana dal, sahne sanatları ve sanat tarihi yan dallarında lisans eğitimini tamamladı.
ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Brown University’de tiyatro çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. Bir süre New York’ta çeşitli tiyatro ve film şirketlerinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta sahne sanatları eleştirileri yazmaya başladı.
20 yıla yakın eleştirmenlik kariyerinde basılı neredeyse her medyada yazıları yayımlandı. “Denizkızı” adlı romanı 2003’te yayınlandı.
T24’teki Haftalık yazıları dışında Milliyet Sanat’ta opera bale yazıları, #tarih dergisinde sinema ve dizi yazıları yayınlanıyor.
Bu aralar bir oyun, bir film ve bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında geziyor, çiziyor ve müzikle uğraşıyor. İki köpek üç kedi annesi…
|