Alıp başını gitmek, bir yola çıkmak, bir yolculuğa… Ama bir yere varmak amacıyla değil yolun kendisine, yolculuğun zamansızlığına düşmek için. En sevdiğim “gitmek” türü budur ve bunun en keyiflisi, en romantiği, en ilham verici olanı trenle yapılandır. İki uzun tren maceram var; biri çocukluğumda İstanbul-Taşucu arasında, diğeri Selanik-İstanbul ama hayalimdeki gerçek uzun tren yolculukları henüz yapılmayı bekliyor: Doğu Ekspresi ile Ankara-Kars, Orient Ekspres ile İstanbul-Paris, Siberya Ekspresi ile bütün Rusya… İçine doğduğum 20. ve 21. yüzyıla ait hissetmedim kendimi hiçbir zaman, beni cezbeden her şey 19. yüzyıla ait, trenlere ve tren yolculuklarına da altın çağlarını bu yüzyılda yaşadıklarından bayılıyorum belki de.

İstiklal Caddesi’nde yürürken Belediye Binası’nın altındaki sergi salonunda yeni açılmış sergiyi görür görmez kendimi işte bu yüzden içeri attım: Serginin adı “Zamansız”, fotoğraf sanatçısı Müjgan Culfa’nın Doğu Ekspresi yolculuğu esnasında trenden çektiği fotoğraflardan oluşuyor. Fotoğraflar birkaç yolculukta farklı mevsimlerde çekilmiş izlenimini veriyor; dağların zirveleri hep karla kaplı ama yollar ve çevre bazen kar altında, bazen yemyeşil, bazen de sarı ve boz…

Unutulmuş derme çatma köyler, göz alabildiğine uzanan düzlükler, göller, yollar, çayırlar, koyun sürüleri, karlar altında bir mezarlık ve illaki dağlar… Bir tanesi dışında insan yok bu fotoğraflarda, bilmeseniz, zaman ya da coğrafya olarak da tam tanımlayamazsınız. Anadolu gibi ama Moğolistan da olabilir, bu yüzyıla aitler gibi ama 1970’lerden kalmış da olabilirler pekâlâ. Fotoğraflardan geçen uçsuz bucaksızlık dışında yoğun bir yalnızlık ve hüzün hissi de var, hem o zorlu doğa koşullarında mücadele içinde var olmaya devam eden küçük, unutulmuş köylere hem de yalnız yolculuk yapana ait olan.


Yoksulluk, yokluk, karla kışla mücadeleyle geçen hayatları insan yüzlerinde değil coğrafyada görüyorsunuz; kırık dökük köy evlerinde ve mezarlarda. Ama böylesine muhteşem bir coğrafyada yaşamanın vereceği, doğanın ayrılmaz bir parçası olmanın mutluluğu da geçiyor trenin camından objektife yansıyan manzaralarda. Yeşilden sarıya, turuncudan beyaza sürekli bir devinim içinde renk değiştiren mevsimlere gerçekten tanık olmak, o mevsimlere göre yaşamak… Bu da akla insanın bu şekilde, doğayla uyumlu bir biçimde yaşamaktan uzaklaşmaya iten en temel unsurlardan birinin şu an romantize ettiğimiz trenin ta kendisi olduğunu getiriyor.

Sanayi Devrimi’nin en önemli sembolü sonuçta tren; Richard Trevithich’in 1804’te ilk buharlı lokomotifi Galler’de raylar üzerinde çalıştırmasıyla başladı her şey: Malları hızlı ve ucuz taşımak, daha uzak pazarlara göndermek mümkün oldu. Kömür ve demir gibi sanayi hammaddeleri trenlerle taşınmaya başladı, demiryolu güzergahları boyunca fabrikalar kuruldu, tren tarifeleri standart saat kullanımını getirdi, zaman tarifeye bağlandı, kırsal nüfusun fabrikalarda çalışmak için kentlere göçü hızlandı, şehirlerin nüfusu arttı, proletarya ortaya çıktı, bütün bunlar olurken insan yavaş yavaş doğayla ve doğanın ritmiyle olan organik bağlantısını kaybetti.

Şimdi romantizmin, nostaljinin simgesi olarak gördüğümüz tren bizi doğamızdan koparan bir sanayi canavarı aynı zamanda. Ama 21. yüzyılın ilk çeyreğinde başımıza sarılan türlü çeşit diğer canavarlarla karşılaştırıldığında yine de oldukça masum kalıyor.

Müjgan Culfa’nın objektifiyle manzaralarını penceresinden belgelediği Doğu Ekspresi 1936 yılında faaliyete geçti, amacı genç cumhuriyetin doğusuyla batısını birbirine bağlayıp askeri ve ekonomik ulaşımı sağlamaktı. Rotası hâlâ aynı: Ankara-Kırıkkale-Kayseri-Sivas-Erzincan-Erzurum-Kars. Fotoğraflara göre manzaraların da hâlâ aynı olduğuna yemin edebilirim ama ispat edemem.
“Zamansız” sergisi 8 Haziran’a kadar İstiklal Sanat Galerisi’nde.

Rota: Ankara hareket eden tren sırasıyla Kırıkkale, Kayseri, Sivas, Erzincan, Erzurum ve Kars illerinden geçmektedir.
Zeynep Aksoy kimdir?
Zeynep Aksoy İstanbul’da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra ABD’de University of Rochester ve Eastman School of Music’te müzik ana dal, sahne sanatları ve sanat tarihi yan dallarında lisans eğitimini tamamladı.
ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Brown University’de tiyatro çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. Bir süre New York’ta çeşitli tiyatro ve film şirketlerinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta sahne sanatları eleştirileri yazmaya başladı.
20 yıla yakın eleştirmenlik kariyerinde basılı neredeyse her medyada yazıları yayımlandı. “Denizkızı” adlı romanı 2003’te yayınlandı.
T24’teki Haftalık yazıları dışında Milliyet Sanat’ta opera bale yazıları, #tarih dergisinde sinema ve dizi yazıları yayınlanıyor.
Bu aralar bir oyun, bir film ve bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında geziyor, çiziyor ve müzikle uğraşıyor. İki köpek üç kedi annesi…
|