Ve iktidarda 23 yıldır, adı Adalet olan bir parti var!
Şöyle de oluyor:
İktidar ve destekçileri durmadan “Gazzee Gazzeee” diye bağırıyor…
Anlaşılıyor ki, İsrail’e en çok ihracat yapan beşinci ülke Türkiye.
Ve iktidarda 23 yıldır, adı Adalet olan bir parti var.
Şu da olmuyor mu?
Başta İstanbul Büyükşehir, çok sayıda belediye başkanı ve personeli “kayırmacılık”tan filan “içeride.”
Bu ülkenin ekonomisinden sorumlu bakan ise, devletten ihale alarak ultra lüks bir hayatı sergileyen bir “iş” adamının jetinde, sofrasında, “dışarıda.”
Ve iktidarda 23 yıldır, adı Adalet olan bir parti var!
Aslında “Adalet”i anlamak için esas annelerin feryadına bakmak lazım:
Cumartesi Anneleri yıllardır kayıp evlatları bir yana, onların akıbetini, hakikati, belki bir kemiklerini arıyor. Çocuklar, ellerinde gencecik fotoğrafını tuttukları kayıp babalarından daha yaşlı, küçük kardeşler kayıp büyüklerinden daha büyük artık!
Onların yanına, mesela, bıçaklanarak öldürülmüş evladı Ahmet Minguzzi için adalet arayan bir anne sokuluyor. Belki daha önce de kayıp evlatların acısını hissetmiştir, belki bilememiştir ama işte şimdi evladının son hakkı olan adaleti arıyor. Dava sürse de “bıçak” bu adalette “normal” bulunuyor, bir takipsizlik kararıyla.
Bir başka anne ise, evladına çarpıp öldürdükten sonra annesiyle kaçan çocuğun peşindeyken, birden davasından vaz geçiyor. Baba inat etse de. 100 milyonmuş çocuğunun bedeli. Doğru ya da yanlış. Ama “Adalet” devrinin adaleti şöyle: Paran varsa kendine “adalet” satın alabiliyorsun, gücün varsa da. Gencecik üniversiteliler, bir yürüyüş, bir slogan, bir pankart yüzünden, tam da sınav döneminde hırpalanmış, içeri atılmış, şiddet görmüş; üstelik kimseye zarar vermedikleri halde. Ama “kaza”da belada bir başkasının evladını öldüren çocuklarını iktidar gücüyle, para gücüyle kollamaya, korumaya, hakiki bir adaletten kaçırmaya muktedirler var. Madeninde 301 işçinin gömülmesine sebep olanlar gibi. 10 işçisini betona çakıp üstüne gökdelen çıkabilen iktidar kankaları gibi.
Bu “vicdansız adalet” veya “adaletsiz vicdan” kültürü öyle bulaşıcı ki, iktidara “adalet” adına haykıran ana muhalefetin lideri “hayvan hakları” derken, kimi belediyesi hayvan haklıyor!
Şahsi hayatımızda da çok farklı olmayabiliyoruz, ama tek tek bilemem ki, ne diyeyim.
Adalet adına muhalif, adalet adına şikayetçi, adalet adına feryadı olan da kendine bakacak:
Acaba ben bu çarkı, kendi hayatımdaki vicdansızlıklarla, adaletsizlik ve haksızlıklarla nasıl besliyorum, yeniden üretilmesine ve büyük ölçeklerde herkesin üzerine yürümesine, çocukları ve geleceklerini ezmesine nasıl hizmet ediyorum diye.
Ezildiğini, hırpalandığını, hor görüldüğünü düşünenin, hissedenin bir başkası, belki bir altındaki ya da “öteki” gördüğü, hatta en yakını, mesela bir kadın üzerindeki tahakküm tutkusu, aşağılama histerisi gibi.
Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ı bu nevi bir hesaplaşmanın ya da muhakemesizliğin de dile gelmiş halidir. Büyük suçları mümkün kılanın, esasında herkesin küçük küçük suçlarla suçlu sistemi yeniden üretmesi ya da eziyetin ezen kadar ezilenin de marifeti olabilmesi: “…bir mertebe aşağıdayken ezilen ve bir derece terfi edince ezenler” gibi!
Faşizm de esas bundan beslenir, diktatörlükler de baskıcı rejimler de adaletsizlik de.
Bu “Adalet ve adaletsizlik” düzeninin en büyük marifeti bu: Kötülüğü ve haksızlığı meşrulaştırması! Gündelik hayatın içine iyice (kötüce) yerleştirip üstünde adaletsizliğin keyfini çatması!
Gazze ikiyüzlülüğü de böyle… “terörle iş birliği” suçlaması veya “yolsuzluk soruşturması” yüzsüzlüğü de… adaleti arayan kadınların, annelerin devlet suçlarından sıradan sokak suçlarına kadar, kaybettikleri evlatları için adalet ararken bile perişan edilmesi de!
Belki de şikâyet ettiğin, onca yakındığın, aslında sensindir! Bir devlet ve iktidar halinde örgütlenmiş, suretindir.
Umur Talu kimdir?
Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.
Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.
Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.
Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.
İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.
Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.
Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.
Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığı yaptı; Vicdanımızın Hatıra Defteri, Tarladan Okula Bir Damla, Cumhuriyet'in İlk Durağı belgesellerinde metin yazarlığının yanısıra çekimlerinde bulundu.
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür), Edebi ve Edepsiz Beyoğlu (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.
|