27 Mayıs 2025
“Uygulayana doğal, olağan gelmeyen bir tahakküm biçimi yoktur.”
Şimdi etrafınıza, hayata, kendi hayatınıza, hatta kendinize bakabilirsiniz!
Sözün sahibi İngiliz filozof, ekonomi politik düşünürü, “faydacı liberal” ya da kimilerine göre “liberal sosyalist” ve zaman zaman devlet adamı John Stuart Mill. Mayıs biterken, 19’uncu yüzyılın başında bir mayıs günü doğup 19’uncu yüzyılın bitmesine çeyrek asır kala ölen Mill’i de anmış mı olduk?
Marx ile aynı dönemin düşünürü. Görüştüler mi hiç, kesin değil. Marx’ın Mill’i bildiği kesin; onun Marx’ı ne kadar bildiği şüpheli. Mill’in Jeremy Bentham, Aguste Comte gibi yakından beslendiği, Owen ve Fourier gibi “ütopyacı sosyalist” kaynakları var, o da kesin. İkisinin de “yok edici nüfus teorisi sahibi” Malthus’a bindirmişlikleri var; o da kesin.
Kadınlara oy hakkı için İngiltere’de bile erken savaş vermiş, eşiyle “feminist teori”ye zemin hazırlamış, nispi oya dayanan seçimleri, hayvan haklarını, sendikal örgütlenmeyi, kooperatifleri savunmuş bir “liberal”den söz ediyorum. “Mill’in değirmeni”nde öğütülmemiş dandik liberallere de ithaf ederek!
Şimdi Mill’in kendisine veda edip yazının başındaki sözüne dönebiliriz: “Uygulayana doğal, olağan gelmeyen bir tahakküm biçimi yoktur.”
Erkek tahakkümü: Dinlerin, dini kurumların, inançların, kültürel ve toplumsal mirasın, cinsiyetçiliğin, “babalık”ın, “kocalık”ın, “ağalık”ın, “reislik”in, “askerlik”in şiddetle yeniden ürettiği, yeniden şiddet ürettiği bir tahakküm biçimi değil mi? Bunu doğal, olağan, normal görmek, meşrulaştırmak için bin türlü gerekçe ve bahanesi, efsanesi hazır. İçine doğuluyor, içinden başkalarının hayatının içine ediliyor. Aşmak ancak bunun dışında kalmış bir aile ve eğitim ortamı ile düşünsel, aşkın bir süreç, vicdan ve muhakemeyle mümkün genellikle.
İktidar tahakkümü: Erkek iktidarın, bazen bazı “güçlü” ya da “güçlü pozisyonundaki” kadınlar tarafından bile ister otoriter, ister faşizan, ister “demokratik görünümlü despotik veya popülist” iktidar ve muktedirler tarafından doğal görülen hali. Bütün faşist, faşizan, faşizm heveslisi, popülist, milliyetçi, militarist, despotik rejimlerin ana gıdası. Bazen çok açık, bazen dolaylı olsa da.
Militer tahakküm: Yine “erkek tahakkümü”nün bir uzantısı veya fonksiyonu biçiminde, sık sık toplum üzerinde, kendini üstün tutarak; ama gündelik hayatta ve barışta bile, “ast”ın, “aşağı” görülenin üzerine çullanarak uygulanması. “Rütbe” adı altında doğallaşan “kastlaşma”nın, sadece yetki ve emirle değil, insanın insana baskısı, ruhuna bile tahakkümü şeklinde icrası. Ve o militer-militarist-otoriter sıralanmanın, “emir”den “emir kulu”na hızlı geçişin toplumsal bir norm olarak da aileden işyerine, gündelik hayatın, sokağın hemen her anına sirayeti.
İnsanın tabiata, hayvana tahakkümü: Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Tam göbeğinde yaşıyorsunuz. Tam göbeğinde öldürülüyorlar. Talanın, ormanların ve kıyıların yok edilmesinin, binlerce insan binlerce insanı ezerken, katlederken bile, “sokak hayvanı” diye bir korkunun en öne salınıp katliamın meşrulaştırılmasının; tabiatın gaspı gibi “doğal, olağan, meşru” görülen kıyım histerisi.
Dini tahakküm: İlk sıradaki erkek tahakkümünün, esasen bilinen manada “şirk” bile koşularak, inancı ve inançlılığı dini veya siyasi otorite olarak temsil ettikleri iddiasındakiler tarafından “kullar”a dayatılması, “kuyruk” görülenlere “buyruk” olması. “Azınlık ve öteki” görülen inançlar ve insanlar üzerinde de sık sık nefretle, şiddetle, aşağılamalarla inlemesi ve inletmesi.
Sermaye ve servet tahakkümü: Esasen çoğunluk karşısında azınlık olan sınıf ya da sınıfların, ellerindeki para iktidarı, siyasi bağlar, militer ve polisiye koruma zırhlarını da kuşanarak; bazen siyasetin de ama esas toplumun ve bilhassa çalışanlarının, emeğin üzerinde “doğal saydığı” tahakkümü. Meşrulaştırılma kanallarından birinin de “yönetici”den “formen”e, “kast-ast” sistemiyle, sık sık militer hiyerarşi gibi örgütlenmesi. Kraldan çok kralcıların imalatı.
Irksal ve etnik tahakküm: Bildiğiniz ama sık sık da “yapa”bildiğiniz bir şey. “Ötekiler”i barbar, geri veya kadim düşman belleten tarihi miraslardan, gündelik hayata, devlet ve ulus zihniyetine kadar; “hâkim” olanın ötekileri kafadan “mahkûm” sayması. Kölecilik de sömürgecilik ve benzerleri de. Yerinden, yurdundan, hayatından edebilmesi. Aileden öğretim sistemine, “devletin ideolojik aygıtları”nın her gün yeniden ürettiği ezberlere, safsatalara, kin ve nefret zehrine kadar bin türlü şekilde, düzende, toplumda ve insanlarda içselleştirilmesi.
Büyük devlet tahakkümü: Sözde “keşifler”den sömürgeciliğe, emperyalizme, küresel tahakküm kurumlarına, güvenlik konseylerine, askeri ve ekonomik-mali güce kadar, “büyük, medeni, güçlü” olmanın doğal sonucu olarak “geri kalmışlar”a dayatılan her şey. Topraklarının talanından, insanının çöplük sayılmasına, doğal kaynaklarının sökülmesinden Gazze’ye, aklınıza ne getirirse tarih.
Uzatmayacağım ama siz uzatabilirsiniz. İsterseniz bir ayna gibi de bakabilir, isterseniz aynayı kırabilirsiniz. Öncelikleri değiştirebilir, kimini “doğal” görebilirsiniz. Bu sıralamalardan sonra esas mesele şu:
Hepsinde, Mill’in “Uygulayana doğal, olağan gelmeyen bir tahakküm yoktur” postülası “tahakküm” uygulayanlar için geçerli. İtirazım yok.
İtirazım, tahakküm altında kalanların bunu “doğal” görmesine. Çünkü tahakküm edene “doğal” gelen tahakkümün, tahakküm altında ezilene, hırpalanana, aşağılanana, hayatıyla oynanana, ruhu karartılana “doğal” gelmesi, “doğal olarak” insan tabiatına, aklına, kalbine aykırı!
Fakat tahakkümcünün sırrı da orada. “Doğal” kabul etmekle kalmayıp doğal kabul ettirerek hüküm sürebiliyor çünkü. Tek tek itirazı olanları çürük diş, topluca itiraza yeltenenleri ise “hainler” olarak kazımaya da hazır biçimde!
İnsan tabiatı elbette boyun eğmeye-eğdirmeye de teşne ama; o tabiatın bir başka yüzünde yahut özünde ise dik, özgür, bağımsız olmak da var. Lakin sorun şurada çıkıyor: Kimi tahakkümü katlanılmaz bulsanız bile, kimini “doğal” sayıyorsanız, hepsi birden doğallaşıyor. Çünkü zincirden birkaç halka atarak zinciri kıramazsınız!
Umur Talu kimdir?Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu. Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığı yaptı; Vicdanımızın Hatıra Defteri, Tarladan Okula Bir Damla, Cumhuriyet'in İlk Durağı belgesellerinde metin yazarlığının yanısıra çekimlerinde bulundu.
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür), Edebi ve Edepsiz Beyoğlu (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.
|
İzninizle bir durmak istiyorum. Ne kadar sürer, bilmiyorum. Bu sürede tamir etmek istediğim çok şey var. Kimi sevdiğimin kalbinden, belki bedenimdeki kimi sinyale kadar. Aklımı da kalbimi de elbette. Neyi eksikse hepsinin, neyi aksaksa!
Belki hâlâ altı yaşımdayım… belki 17-18’im, belki yolculuğun sonlarındayım. Artık hayatta olmayan tüm öğretmenlere, kaybettiğimiz yol arkadaşlarımın hatırasına saygıyla, hayatta olanlara sevgiyle. Bilhassa da bu ülkenin bitmek tükenmez zorbalıklarına ve hoyratlıklarına da maruz bırakılarak hayatını kaybetmiş tüm çocuklara, gençlere…
“Adalet ve adaletsizlik” düzeninin en büyük marifeti, kötülüğü ve haksızlığı meşrulaştırması! Gündelik hayatın içine iyice (kötüce) yerleştirip üstünde adaletsizliğin keyfini çatması!
© Tüm hakları saklıdır.