19 Mayıs 2025

19 Mart-19 Mayıs Gençlik Bayramı!

“Gençlik Bayramı”nı genç ölüler ve gençlere bin türlü hoyratlıkla, “İşçi Bayramı”nı her yıl 2 bin kadar işçinin işyerlerinde ölümü ve kalanlara bin türlü dayatmayla kutlayan bir düzende… “Bayram” da bayramdır!

“Gençlik bayramı” kutlamaları bu yıl erken başladı. Cumhuriyet devletinin Cumhur iktidarının gençliğe armağanı olarak, gazla, copla, tekmeyle, tokatla, yumrukla, tacizle, tazyikliyle, gözaltıyla, tacizle, darpla, tutuklamalarla.

Tabii aşırı haksızlık etmeyelim: Cumhuriyet iktidarları geçmişte bu bayramı belki daha da coşkuyla kutluyor, kutlatıyordu ama martı da mayısa yine kötü kötü baktırıyordu. Ocak da şubat da… Hele hele mayıslar.

Ulaş Bardakçı’nın öldürülüşü de 19’dur. Şubat. İbrahim Kaypakkaya 19’a yetişememiş, 18 Mayıs’ta bin türlü işkenceyle öldürülmüştü. Sinan Cemgil ve arkadaşlarının öldürülmesi bir 19 Mayıs sonrası, mayısın sonudur. Deniz Gezmiş o yılın 19 Mayıs’ını göremeden, arkadaşlarıyla 6 Mayıs’ta idam edilir. Mahir Çayan 15 Mart’ta doğar, 30 Mart’ta öldürülür. Sanki hiçbir “gençlik” sığmamıştır o garip “15 gün”e.

1 Mayıslar, bin bir işkenceler, onca kayıp, onca genç ölümü. Onca genç işçisini öldüren bir “büyüme, kalkınma ve refah.” Gezi de Soma da mayıstır, değil mi? Ali İsmail o 19 Mayıs “Gençlik Bayramı”nı görmüş, gençliği bir daha bayram görmemiştir.

Harun Karadeniz’i bilir misiniz? Gençliğinde ölen bir gençlik önderi. 68’lilik işte. O yılın 19 Mayıs’ını “Yozlaşmış 19 Mayıslara karşıyız. Stadyumda tören değil, NATO’ya hayır olmalı” diyerek kutlar! Kaç yıl geçer, NATO adına ABD üssünde, İncirlik’te 90 küsur nükleer başlık artık Trump’ın elindedir mesela.

Bu 19 Mayıs’ın kutlamasını aralıksız sürdüren ama 19 Mart’ta bir başka türlü kutlamaya koyulan iktidar, mayısı da boş geçmemek için nureddinini, okuluma, Boğaziçi Üniversitesi”ne, kayyumcuğunun yanına konuşlayıp bir de “genç erkek ve kadın polisler”i genç üniversitelilerin üzerine saldı işte. Bir tarafta, gençliklerini bile göremeden 6 yaşından itibaren bu erkek despotluğuna esir düşebilmesi istenen kızlar da vardı elbette. Onlar “Çocuk Bayramı”ndan yeni çıkmış olmalıydı!

“Çocuk bayramı”nı çocuk ölüler ve çocuklara bin türlü hoyratlıkla, “Gençlik Bayramı”nı genç ölüler ve gençlere bin türlü hoyratlıkla, “Kadınlar Günü”nü öldürülen kadınlar ve kadınlara bin türlü hoyratlık ve aşağılamayla, “İşçi Bayramı”nı her yıl 2 bin kadar işçinin işyerlerinde ölümü ve kalanlara bin türlü dayatmayla kutlayan bir düzende…

“Bayram” da bayramdır!

Eski bir yazıdan bir bölümle ve maalesef onca ölümle, “geçmiş bayramlarınızı” kutlayayım:

“Bir düzenin adaleti alttakilere reva gördüğünden belli olur. Sadece haksızlıklardan değil, hakkını arayanların üstüne üstüne yürüyüşünden de belli olur.

Terazinin bir kefesi kimilerine küfe olurken… Diğer kefenin kimilerine de bu kadar kolay kefen oluşundan belli olur.

'Nikah öncesi imam nikahı'nın, tabiri caizse Anayasal bir erkek imtiyazı haline geldiği ülkede, kendilerini zaten imtiyazlı gören erkekler sadece mayısta 22 kadını katletti. Kadınların yarısı boşanmak yahut ayrılmak istiyormuş!

Öyle ya, 'kadın-erkek ilişkisi' bir mafya bağıdır; susmazsan, boyun eğmezsen, biat etmezsen, ayrılmak istersen, ezerler ve hatta temizlerler!

Bunun esasında memleket erkeklerinin hepsini 'terbiye' eden askerlik ve militarizme de… Biat-itaat etmeyenleri ezen devlet ve siyaset sistemine de…

Boyun eğmektense itiraz edenleri tehdit eden, işsiz bırakan, hele örgütlenmeden yoksunsa iyice böcek sayan 'sermaye çarkı'na ne kadar benzediğinin bilmem farkında mıyız!"

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığı yaptı; Vicdanımızın Hatıra Defteri, Tarladan Okula Bir Damla, Cumhuriyet'in İlk Durağı belgesellerinde metin yazarlığının yanısıra çekimlerinde bulundu.
 
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür), Edebi ve Edepsiz Beyoğlu (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.  

Yazarın Diğer Yazıları

Bir durayım hele!

İzninizle bir durmak istiyorum. Ne kadar sürer, bilmiyorum. Bu sürede tamir etmek istediğim çok şey var. Kimi sevdiğimin kalbinden, belki bedenimdeki kimi sinyale kadar. Aklımı da kalbimi de elbette. Neyi eksikse hepsinin, neyi aksaksa!

25 yıl önce, 25 yıl sonra… 50 yıl önce, 50 yıl sonra!

Belki hâlâ altı yaşımdayım… belki 17-18’im, belki yolculuğun sonlarındayım. Artık hayatta olmayan tüm öğretmenlere, kaybettiğimiz yol arkadaşlarımın hatırasına saygıyla, hayatta olanlara sevgiyle. Bilhassa da bu ülkenin bitmek tükenmez zorbalıklarına ve hoyratlıklarına da maruz bırakılarak hayatını kaybetmiş tüm çocuklara, gençlere…

Sizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi!

Tahakküm edene “doğal” gelen tahakkümün, tahakküm altında ezilene, hırpalanana, aşağılanana, hayatıyla oynanana, ruhu karartılana “doğal” gelmesi, “doğal olarak” insan tabiatına, aklına, kalbine aykırı!

"
"