03 Aralık 2023

Sebebi kendinden menkul olmayan cinayetler

Birbirine çok benzer bu katliamlar, toplumun derinliklerinde var olan çatışmaları ve ekonomik sorunları su yüzüne çıkarıyor

Günlerdir okuduğum haberler arasında bazılarının giderek artan fazlalığı dikkatimi çekmeye başladı. Aynı zamanlarda, farklı şehirlerde, birbirini hiç tanımayan insanlar arasında yaşanan, ortada "kayda değer" bir olay yokken birinin diğerini öldürmesiyle sonuçlanan, faillerin ve kurbanların sadece baş harflerini bildiğimiz, okuduğumuzda neden diye sorduğumuz, anlam veremediğimiz cinayet haberleri…

Bu haberlerin adına basında "sebepsiz cinayetler" deniyor, "cinnet halleri" olarak açıklanıyor, birbiri arasındaki tek bağlam "öfke" olarak tanımlanıyor… İlk itirazım kullanılan bu dil üzerine olacak. Cinnet halleri ve öfke gibi duyguları tek başına neden olarak kabul etmemekle birlikte yaşanan bu olayları "sebepsiz cinayetler" olarak telaffuz etmeyi de doğru bulmuyorum. Bu iki kelimenin yaşananları tam olarak karşılamadığını hatta yaşananları küçülttüğünü düşünüyorum. Biraz uzun ama bence "sebebi kendinden menkul olmayan cinayetler" demek daha doğru bir başlangıç olacak.

Öldürdüğün kişinin adı ne?

Gürültü nedeniyle tartıştığı komşunun evini tüfekle basan bir kişi beş kişiyi katletti.

Sigara zammı nedeniyle çıkan tartışmada bir kişi bir çalışanı katletti.

Trafikte yaşanan yol verme kavgasında bir kişi bir kişiyi katletti.

Asansör önünde çıkan tartışma nedeniyle bir kişi bir aileyi katletti.

İstek şarkıyı çalmadı diye birkaç kişi bir şarkıcıyı döverek katletti.

Restoranda yaşanan sipariş tartışmasında bir kişi bir kişiyi katletti.

Düğün konvoyunda havaya ateş açan bir kişi pencereden bakan bir kişiyi katletti.

Sokakta yürüyen bir kişi kendisine yan bakan başka…

Bir bunalım çağındayız. Cinayeti işleyenin, öldürdüğü kişinin adını dahi bilmediği bir zamanda yaşıyoruz. Katil kurbanı, kurban katili tanımıyor! Aralarında birbirlerinin hayatını bitirecek kadar bir paylaşım yok. Tabii olsa ne fark eder ki! "Anlık bir öfke"ye indirgenemeyecek, "gözü kararmak" ile açıklanamayacak cinayetler yaşanıyor. Yoldan geçen iki kişiden biri diğerini "bana yan baktı" diye öldürebiliyor. Öldürme eylemi sanki karşındakine "küfür etmek" kadar kolaylaşmış. Tabii eskiden büyük ayıp olan "küfür etmek" de şimdilerde sıradan bir cümleye indirgenmiş. Fakat mesele ölüm olunca küfretmenin kibarlığı ayrı bir yazı konusu olarak kalıyor. Küfür psikolojik şiddetse, cinayet fiziksel şiddet. Kısa süreli olaylar üzerine yaşanan "anlık duygular" artık psikolojik şiddetten, fiziksel şiddete evrilmiştir.

Herkes herkesi öldürüyor!

Sadece geçtiğimiz hafta Ankara'da yaşanan üç farklı olayda toplam sekiz kişi öldürüldü, yedi kişi yaralandı. Keçiören ve Sincan'da yaşanan bu katliamlarda bazı ortak noktalar dikkat çekiciydi. Birincisi üçünün de "sebepsiz yere" işlenmesi, daha doğrusu ortadaki sebebin bir diş kovuğunu doldurmayacak büyüklükte olması. (Gürültü yaptı, sesi kısmadı, asansörü bozdu.) İkincisi bu üç olayda da failler ve maktullerin komşu olmaları, aynı mahallede yaşamaları. (Fakat hepsinin birbirini en fazla uzaktan tanımaları.) Üçüncüsü tüm bu olaylarda katilin soğuk kanlılığı ve kullandığı silahın ruhsatsız olması. Dördüncü olarak ise bu üç katliamın da muhafazakâr mahallelerde gerçekleşmiş olması.

Bu üç cinayette, ilk göze çarpan ortak noktalar tesadüf değil politiktir. Birbirine çok benzer bu katliamlar, toplumun derinliklerinde var olan çatışmaları ve ekonomik sorunları su yüzüne çıkarıyor. Özellikle muhafazakâr kesimde gitgide genişleyen çember denetimsizlik ve cezasızlıkla önlenemeyen yükselişine devam ediyor. Düzen insanları sıkıştırdıkça, insanlar kendi derdini başkasına, kendi öfkesini diğerine yüklemeye çalışıyor. Yaşadığı cinnet halinin düzen ile olduğunu göremeyecek kadar manipüle ediliyor. Sorunları günden güne artan ve adalet duygusuyla tanışmayanlara bir de çaresizlik eklenince, duygu durumu öfkeye teslim edilmiş oluyor. Düzen ile çözemediği her sorun başkasının canına "tak" ediyor. Sebebi kendinden menkul olmayan bu cinayetlerin altında yatan gerçekleri anlamak, sadece bu olayların sonuçlarını değil, aynı zamanda nedenlerini görmek, içinde bulunduğumuz toplumsal cinneti tanımlamak anlamına geliyor. "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" cümlesinden, "tanımadığın komşunu öldürmek hakkındır" cümlesine ne zaman, nasıl, ne şekilde ulaştı bu toplum?

Sınıfsal olarak ekonomik zorluklar yaşayan, mutsuzluğa itilen, geleceğin hayalini bile kuramayan kesim başta olmak üzere toplumun geneli silahlanıyor. Özellikle muhafazakâr mahallelerde silah kullanımı artıyor, ruhsatsız silahlar çok kolay bulunuyor, internetten satılan pompalı tüfekler kargoyla evlere gönderiliyor. İnsanlar ellerine aldıkları bu silahları düzenin yarattığı dertleriyle dolduruyor, hiç tanımadığı ve büyük ihtimalle de aynı dertlerden muzdarip olan başka bir insanın üzerine boşaltıveriyor. Sonra geriye neyin boşluğu kalır insanda? O boşluğu hangi sebep, hangi öfke, hangi adalet doldurur ki!

Tufan Taştan kimdir? 

Tufan Taştan, senarist ve yönetmen. Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden ve çift anadal ile İletişim Fakültesi'nden mezun oldu. 2010 yılında kuruculuğunu üstlendiği Yapım-eki bünyesinde ödüllü kısa filmlere imza attı. Sen Ben Lenin (2021) senaryosunu Barış Bıçakçı ile birlikte yazığı ilk uzun metraj sinema filmidir.

Yazarın Diğer Yazıları

DTCF Tiyatro!

Bugün, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü... Yüzyıllardır tanrılara, krallara, padişahlara karşı durarak bugüne gelen tiyatro sanatı için küçük, bu topraklar için büyük bir kale olan DTCF Tiyatro'ya, hocalarımıza ve öğrencilerine adaleti verin. Tiyatroya adaleti verin ki Dünya Tiyatro Günü bu ülkede de kutlu olsun

Islıkla söylemişim umutlarımı

Ben mahallede sinek aracının arkasından koşarken onların ezgileriyle ıslık çaldım, lisede gizlice ilk sigaramı içip ilk kez âşık olurken onların kelimeleriyle açıldım, üniversitede saf kötülüğe karşı haykırırken onların şarkıları slogan oldu meydanlarda, onların şiirleri pankart

Ankara'da neden sanat merkezi yok?

Ankara tarih boyunca bir okul işlevi görmüş. Tiyatrodan edebiyata, sinemadan müziğe kadar sanatın tüm disiplinlerinde yaşamış ve yaşatmış. Şehrin denize çıkmayan sokaklarında pek çok sanatçı yetişmiş, denizi hayal etmiş, okyanusu yaratmış. Fakat sonra her güzel hikâye gibi memleketin makus tarihi Ankara'yı da derinden etkilemiş. Peki ya şimdi?