19 Kasım 2023

Kara çarşaflı erkekler ülkesi

Kimileri uçak alıp kara para aklarken, kimileri üzerine kara çarşaf geçirip otobüse binmeye çalışıyor… Kimileri fazla gelen yağlarını aldırırken, kimileri parası olmadığı için hastalanamıyor… Kimileri ejder meyvesi soyarken, kimileri cezaevinde kettle ile yemek yapıyor… Kimileri yatıyla dalgaları aşarken, kimileri şişme botta boğuluyor… Kimileri kaçak maden işletirken, kimileri sığınmacı olarak ölüyor… Kimileri kahvecide savaş nidaları atarken, kimileri hep çocuk kalıyor…

Ankara'da bir adam, annesinin 65 yaş üstü ulaşım kartını kullanmak için üzerine kara çarşaf giyerek kılık değiştirdi ve belediye otobüsüne ücretsiz binmeye çalıştı. Otobüs şoförünün "dikkati" ve "cevvalliğiyle" adamın erkek olduğu fark edilince "kıskıvrak" yakalandı. 

Bu haberi okuduğumda ve o adamın kara çarşaflı fotoğrafını ilk gördüğümde gelen gülme dürtüsü kaslarıma ulaşmaya çalışırken bir anda aklım karıştı, içim karardı. Durdum, duraksadım. Çünkü beynimizde gülmeyi kontrol eden bölge, nefes almak gibi en temel reflekslerimizi kontrol eden en eski bölgedir ve daha önemlisi bu bölge hafıza işlevini yerine getiren bölgeden çok uzaktadır. Bu nedenle uygunsuz durumlarda bile gülmeyi bastırmamız zor olur, zaman alır. Zaman aldı. Fotoğrafa tekrar baktım ve gördüm. Neden sorusu tüm vücudumu kapladı: Neden? Aslında hepimizin bildiği basit bir cevabı var değil mi? Adamın amacı ne olabilir ki üzerine kara çarşaf giyerek annesinin kılığına girerken: Otobüse ücretsiz binmek!

Sincan'dan Kızılay'a, Polatlı'dan Ulus'a ya da Dikmen'den Ostim'e gitmek, gidebilmek, ulaşabilmek! Ne kadar da kolay geliyor kulağa! Değer mi bunun için be adam? On beş lira için ne kadar çok emek vermişsin? Annenin kara çarşafını al, üzerine giy, içinde terle, kimseyle konuşma ki erkek sesin duyulmasın, sonra çıkar bir bakkal poşetine koy, saatlerce elinde taşı, insan içine karış, arkadaşlarını gör, oradan oraya git, sevdiğinle buluş, sonra tekrar giy ve eve dön, annenin yanına git! Yok mu cebinde on beş lira? Pardon tek vesait ile gidip gelebilmek için otuz lira!                                 

On beş lira ne kadar eder?

Halk ekmek kuyruğunda sıraya giren, saatlerce bekleyen, yeri geldiğinde sınırlı sayıda ekmek alabilenler için bir adet ekmeğin mahalle bakkalıyla arasındaki fark iki lira… Tarım Kredi Kooperatifi'nde raflardan ürün alabilmek için günlerce dolaşan, dükkân dükkân gezenler için bir litre sütün marketle arasındaki fark en fazla on lira, peynirin kilosunda fark en fazla yirmi lira… Üç harfli marketlerde kampanya zamanı bekleyerek gün atlatan, haftalar geçiştiren ve sadece tuvalet kâğıdı almak isteyenler için on altılı rulo bir paketin marketle arasındaki fark otuz lira… Güneş henüz doğmadan Et ve Süt Kurumu'nun önünde sıraya giren saatlerce bekleyip elleri boş dönmeyenler için bir kilo kıymanın mahalle kasabıyla ile arasındaki fark doksan lira...

İki lira, on lira, yirmi lira, otuz lira, doksan lira… İşe gitmeden sabahın köründe sıraya giren ablalar için, beklemek zorunda oldukları uzun kuyrukta oyunlarını oynayan çocuklar için, market market gezip kampanya kovalayan anneler için, birbirine indirim haberlerini ulaştıran komşular için fark bu! Bozuk paranın hurdasının daha değerli olduğu bu günlerde fark iki haneli liralar…

Çizgi: Tan Oral

O adama adaleti verin!

Şimdi, kılık değiştirip otobüse binen belki de ucuz ekmek, süt ya da kıyma almaya giden o adam için on beş lira çok mu az mı siz karar verin! Ama adaletli olun. Önce, durun, derin bir nefes alın ve tekrar o fotoğrafa bakın. Beyninizin tüm bölgeleri çalışsın. Düşünün, gülmek ya da ağlamak arasında gidip gelmeden, sadece düşünün ve karar verin: On beş liraya ihtiyaç duyan, kılıktan kılığa girmek zorunda kalan, kıskıvrak yakalanarak rezil edilen, kara çarşaflı fotoğrafları paylaşılarak alay edilen o adama adaleti verin.  

Fotoğraf realitenin yansıması değil, yansımanın realitesidir

Ben o fotoğrafa baktığımda bu ülkeyi görüyorum. Yaşam, eğitim, sağlık ve ulaşım hakkı ellerinden alınmış insanları görüyorum. Derin bir yoksullukla sınanan, açlıkla imtihan edilen milyonları görüyorum. Yüzyıldır yaşayan bir ülkenin onları yaşatamadığını görüyorum. Kendi kendine çözüm üretmeye çalışan, gerekirse kılık değiştirip otobüse binmeye çalışan kara çarşaflı erkekler ülkesini görüyorum.

Bertolt Brecht'in dediği gibi "fotoğraf realitenin yansıması değil, yansımanın realitesidir." O fotoğraf tek başına o adamın ve annesinin dramı değil bu ülkenin gerçeğidir. Bu gerçek çok uzun zamandır bazılarımızın omuzlarında ve git gide ağırlığı artıyor. Katı olan her şey buharlaşıyor.

Dünya bu… 

Kimileri uçak alıp kara para aklarken, kimileri üzerine kara çarşaf geçirip otobüse binmeye çalışıyor… Kimileri fazla gelen yağlarını aldırırken, kimileri parası olmadığı için hastalanamıyor… Kimileri ejder meyvesi soyarken, kimileri cezaevinde kettle ile yemek yapıyor… Kimileri yatıyla dalgaları aşarken, kimileri şişme botta boğuluyor… Kimileri kaçak maden işletirken, kimileri sığınmacı olarak ölüyor… Kimileri kahvecide savaş nidaları atarken, kimileri hep çocuk kalıyor…

Tufan Taştan kimdir? 

Tufan Taştan, senarist ve yönetmen. Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden ve çift anadal ile İletişim Fakültesi'nden mezun oldu. 2010 yılında kuruculuğunu üstlendiği Yapım-eki bünyesinde ödüllü kısa filmlere imza attı. Sen Ben Lenin (2021) senaryosunu Barış Bıçakçı ile birlikte yazığı ilk uzun metraj sinema filmidir.

Yazarın Diğer Yazıları

DTCF Tiyatro!

Bugün, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü... Yüzyıllardır tanrılara, krallara, padişahlara karşı durarak bugüne gelen tiyatro sanatı için küçük, bu topraklar için büyük bir kale olan DTCF Tiyatro'ya, hocalarımıza ve öğrencilerine adaleti verin. Tiyatroya adaleti verin ki Dünya Tiyatro Günü bu ülkede de kutlu olsun

Islıkla söylemişim umutlarımı

Ben mahallede sinek aracının arkasından koşarken onların ezgileriyle ıslık çaldım, lisede gizlice ilk sigaramı içip ilk kez âşık olurken onların kelimeleriyle açıldım, üniversitede saf kötülüğe karşı haykırırken onların şarkıları slogan oldu meydanlarda, onların şiirleri pankart

Ankara'da neden sanat merkezi yok?

Ankara tarih boyunca bir okul işlevi görmüş. Tiyatrodan edebiyata, sinemadan müziğe kadar sanatın tüm disiplinlerinde yaşamış ve yaşatmış. Şehrin denize çıkmayan sokaklarında pek çok sanatçı yetişmiş, denizi hayal etmiş, okyanusu yaratmış. Fakat sonra her güzel hikâye gibi memleketin makus tarihi Ankara'yı da derinden etkilemiş. Peki ya şimdi?