06 Kasım 2023

İki masa bir oda

Sizce Tolga Şardan başını öne eğer mi hiç? 35 yıldır sadece gazetecilik yapmış bir insanı engellemek, kalemini elinden almak, onu masasından kaldırmak, dört duvara hapsetmek işe yarar mı?

Yıllar önce bir gün, T24 Ankara’nın eski ofisinde Gökçer Tahincioğlu ile buluşmak üzere sözleştik. Bir Ankaralı olarak uzun zaman sonra tekrar Karum’a gittim. İçeri girdim, ezberimde Gökçer’in verdiği üç haneli bir oda numarası, sanki o güzel binada bir otel odası arıyorum. Giriş katta dolanıp duruyorum. Karum’un hiç üst katına çıkmadığımı fark ettim, hep aşağıdan bakmışım görkemli avlusuna. Üst katları keşfettikten sonra ulaştım o numaranın olduğu bloka. Ofisin bulunduğu koridorda terziler, ayakkabıcılar, abiyeciler, biçare tutunmaya çalışan komşu esnaflar… Benim gibi aranan insanlar ise gelinlik alma niyetindeki genç kızlar, mış gibi görünmek isteyen erkek çocuklar, kış için oğluna iyi bir ayakkabı almak isteyen beyaz yakalılar ya da kızının var olan kabanını tamir ettirmek isteyen orta sınıf aileler…

Kapısında tabela olmayan o odanın önünde durdum. Ezberimdeki numarayı bulmuştum. Sanki memleketin içinden geçip gelmiştim o odaya. Gökçer’i arayıp emin olduktan sonra o küçük odanın büyük kapısını açtım. Odada sadece iki masa var ve karşılıklı birbirine bakıyor. Masa üstündeki bilgisayarlar dışında her yer kitaplarla dolu. Masalardan birinde Gökçer, diğerinde Tolga abi oturuyor. İkisi de kitaplar ve seri çıktı alınmış kağıtların arasında kaybolmuş çalışıyor. Türkiye’nin nabzı o iki masada atıyor, merakla okuduğumuz olaylar dizisi o iki masadan çıkıyor. Gökçer ve Tolga abinin karşılıklı atışmaları o ufacık ofisin duvarlarına çarpıyor ve bize ulaşıyor.

Yıllarını gazeteciliğe adamış, iki farklı alanda çalışan iki duvar ustası, tırnaklarıyla kazıya kazıya üstü sıvanan gerçekleri çıkarıyor ortaya. Sadece içinde iki masa olan küçücük bir odada. Gökçer halkın, Tolga abi devletin nabzını tutuyor. Aynı gerçeğe iki farklı kulvardan ulaşıyorlar. Başka kaynaklardan dinledikleri hikayeleri anlatıp, biraz atışıp, biraz tartışıp, biraz gülüşüp...

Tolga Şardan

T24’ün eski ofisini ziyaret ettiğim o gün tanıştım Tolga abiyle. Şık giyinen, saçlarını tarayan, hayatı ciddiye alan bir duruşu vardı. Gökçer ne kadar salaş ise Tolga abi o kadar bakımlı; Gökçer ne kadar dağınık ise Tolga abi o kadar disiplinliydi… Tolga abi alabildiğine heybetli, bol gülüşlü ve koyu Beşiktaşlı cüssesiyle oturuyordu masasında. Cüssesinin ağırlığı kadar naif, Türkçesinin inceliği kadar kibar bir Ankara beyefendisi… Yılların verdiği tecrübe ruhunda vücut bulmuş… 35 yıldır yazdıklarını sanki cebinde taşıyor, dilinin ucunda tutuyor gibi anlatacaklarını. Sohbet etmeye başladığımızda sanki memleket dile gelmiş konuşuyor. Duymadıklarımız, bilmediklerimiz, görmediklerimiz…

Sizce Tolga Şardan başını öne eğer mi hiç? 35 yıldır sadece gazetecilik yapmış bir insanı engellemek, kalemini elinden almak, onu masasından kaldırmak, dört duvara hapsetmek işe yarar mı? Hem de yazdığı bir yazı, yaptığı bir haber neden gösterilerek... Halkın haber alma özgürlüğünü gözettiği için suçlu bulanabilir mi bir gazeteci? Çıkarsız, amasız, fakatsız bir gazeteci... Gazeteciliğin nasıl yapılıp, nasıl yapılmayacağını bilen birine gazetecilik yaptın diye suç atılır mı hiç?

T24 ailesi

Yıllar önce gittiğim o küçücük oda daha sonra büyüdü. T24 Ankara ofisi, kapısında masmavi tabelasıyla yine Karum’da, memleketin içinde, çoğalarak kocaman bir aile oldu. Çiğdem, Özgür, Sibel, Eray, Ramazan ve daha tanışmadığım niceleri “Başka bir gazetecilik mümkün” diyerek koşuşturuyor, ülkenin nabzını tutuyorlar. Türkiye’nin birçok kentinde gerçeğin peşine düşerek, hayallerinden değil hayatlarından harcıyorlar...

T24 Ankara’nın açık ofisin bir köşesinde Tolga abi, diğer köşesinde Gökçer oturuyor. Ofise her misafir olduğumda Gökçer ve Tolga abi bağıra bağıra uzaktan birbirine laf atıyor. Tam da Gökçer ile senaryo ve sinema üzerine konuşacakken haberler saçılıyor muhabbetin en can alıcı noktasında, kulisler patlatılıyor, bilinmeyen gerçekler paylaşılıyor, doğrular teyit ediliyor. Çünkü önce haber, önce gazetecilik. Ama şimdi önce Tolga abi! Masasındaki boşluk, ofisteki sessizlik bir an önce giderilmeli. Herkes yerine geçmeli, ait olduğu yerde olmalı. Gökçer, her ne kadar Tolga abi gibi umutlu ve dik dursa da yüzündeki hüznü silmeli…

Kadraj Dışı

T24’e birkaç kez konuk yazar olarak yazılar yazdım. Şimdi haftalık olarak “Kadraj Dışı” adlı köşede, dilim döndüğünce dert edindiklerimi paylaşmaya başlıyorum. Fakat bir şartım vardı. Geçtiğimiz salı günü de Gökçer’e T24 yazarı olmak için o talebimi söyledim. “Sen, ben, Tolga abi bir fotoğraf çekilelim mi?” dedim. Ertesi gün Tolga abiyi tutukladılar. Ben hala aynı talepte ısrarcıyım, o çarşambayı kabul etmiyorum. Tolga abi çıkacak, masasına dönecek, ofise neşe gelecek, Gökçer ile atışacak, o fotoğraf çekilecek.

Tufan Taştan kimdir? 

Tufan Taştan, senarist ve yönetmen. Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nden ve çift anadal ile İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 2010 yılında kuruculuğunu üstlendiği Yapım-eki bünyesinde ödüllü kısa filmlere imza attı. Sen Ben Lenin (2021) senaryosunu Barış Bıçakçı ile birlikte yazığı ilk uzun metraj sinema filmidir.

Yazarın Diğer Yazıları

DTCF Tiyatro!

Bugün, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü... Yüzyıllardır tanrılara, krallara, padişahlara karşı durarak bugüne gelen tiyatro sanatı için küçük, bu topraklar için büyük bir kale olan DTCF Tiyatro'ya, hocalarımıza ve öğrencilerine adaleti verin. Tiyatroya adaleti verin ki Dünya Tiyatro Günü bu ülkede de kutlu olsun

Islıkla söylemişim umutlarımı

Ben mahallede sinek aracının arkasından koşarken onların ezgileriyle ıslık çaldım, lisede gizlice ilk sigaramı içip ilk kez âşık olurken onların kelimeleriyle açıldım, üniversitede saf kötülüğe karşı haykırırken onların şarkıları slogan oldu meydanlarda, onların şiirleri pankart

Ankara'da neden sanat merkezi yok?

Ankara tarih boyunca bir okul işlevi görmüş. Tiyatrodan edebiyata, sinemadan müziğe kadar sanatın tüm disiplinlerinde yaşamış ve yaşatmış. Şehrin denize çıkmayan sokaklarında pek çok sanatçı yetişmiş, denizi hayal etmiş, okyanusu yaratmış. Fakat sonra her güzel hikâye gibi memleketin makus tarihi Ankara'yı da derinden etkilemiş. Peki ya şimdi?