Hukuki itiraz
Öncelikle, “soykırım” çok ağır bir suç tipidir. 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne göre soykırım; belirli bir etnik, ulusal, ırksal ya da dinsel grubu tamamen ya da kısmen yok etmek amacıyla gerçekleştirilen belirli eylemleri kapsar.
Türkiye’de uzun yıllar Kürt sorununa insan haklarına saygı çerçevesinde yaklaşılmadığı açıktır. Bu durum inkâr edilemez. Nitekim, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) önünde yalnızca ifade özgürlüğü bağlamında verilen ihlal kararlarının yüzde 80’inden fazlası doğrudan bu meseleyle ilgilidir. Yaşam hakkı, işkence yasağı ve diğer temel haklara ilişkin davalarda da tablo benzerdir.
Bu yoğun ihlallerin büyük bölümü PKK veya genel anlamda “Kürt siyasal hareketi”yle bağlantılı gelişmeler sırasında ortaya çıkmıştır.
Türkiye, bu ihlalleri genellikle “terörle mücadelenin zorunlulukları” gerekçesiyle meşrulaştırmaya çalışmıştır. Ancak bu yaklaşım, Anayasa Mahkemesi de dâhil olmak üzere tarafsız yargı mercileri tarafından kabul görmemiştir.
Bu açıdan, ortadaki hak ihlallerini inkâr etmek mümkün değildir. Ne var ki bu ihlallerin “soykırım” kapsamında değerlendirilmesi, hem hukuken hem mantıken doğru değildir. Çünkü soykırım suçu için yalnızca ağır fiillerin varlığı yetmez, aynı zamanda bu fiillerin özel bir kastla, yani bir toplumu sırf aidiyeti nedeniyle ortadan kaldırma niyetiyle işlenmiş olması gerekir. Bu özel kast (dolus specialis) olmadan soykırım suçu oluşmaz.
Türkiye’de kamu gücünün yaklaşımı, Kürt kimliği taşıyan bireyleri değil, “Kürtçülük”, “Kürt siyasal hareketi” veya “terörizm” olarak nitelendirilen faaliyetleri hedef almıştır.
Bu nedenle, bu yapıdan açıkça ayrışan Kürt vatandaşlar, kamu görevi dâhil olmak üzere her alanda yükselebilmiş; Batı’da birçok Kürt iş insanı önemli sermaye biriktirmiş, hatta bazı sektörlerde tekel dahi oluşturmuştur. Keza, Kürtler güvenlik ve yargı gibi hassas alanlar da dâhil olmak üzere birçok yüksek makama gelebilmiştir.
Devletin bu “siyasal mesafelenme” beklentisi, bazı çevrelerce “içermeci ayrımcılık” (inclusionary discrimination) ya da “gönüllü özümlemeye davet” biçiminde tanımlanmıştır. Ancak bu niteleme doğru kabul edilse bile, böyle bir yaklaşım birçok ulus-devlette gözlemlenen yapısal bir özelliktir ve tek başına bir devletin “soykırımcı” ilan edilmesine asla yeterli gerekçe oluşturmaz.
Dahası, İHAM’ın bugüne kadar verdiği kararlar arasında, Kürtlere yönelik etnik temelli ayrımcılığa hükmettiği hiçbir örnek bulunmamaktadır. İhlal karar sayısı sıfırdır (rakamla: 0).
Eğer ortada gerçek bir soykırım olsaydı, bu durum hayatın olağan akışına aykırı olurdu.
Siyasal itiraz
İkinci olarak, bu iddianın siyasi boyutu da son derece sorunludur.
Her şeyden önce, “soykırım” gibi hukuki ve ahlaki açıdan ağır bir kavramın bu kadar kolay ve siyasal retoriğe angaje şekilde kullanılması, kavramın kendisini de yıpratır.
Holokost, Ruanda ve Srebrenitsa gibi örnekler, soykırım kavramının ciddiyetini tarihsel olarak belirlemiştir. Bu tür bir retoriğin, söz konusu tarihsel bağlamlarla karşılaştırılamayacak ölçüde farklı bir durumda kullanılması, kavramı sulandırmakta ve gerçekçi sorunların uluslararası kamuoyundaki inandırıcılığını azaltmaktadır.
Ayrıca, PKK’nın bir yandan “bağımsız devlet talep etmiyoruz” deyip, diğer yandan “barış görüşmeleri” sürerken Türkiye’yi “soykırımcı” olarak tanımlaması da derin bir çelişkidir. Zira bir devleti kolayca “soykırımcı” olarak yaftalamak, onunla (askeri olan yurttaşlarıyla vb.) ortak bir anayasal düzen içinde yaşama ihtimalini hem siyasi hem de ahlaki olarak zora sokar.
Bu tür söylemler, uzlaşma ya da barış zeminini baştan dinamitlemektedir.
Hükûmet çevreleri bu “ayrıntılar”la ilgilenmiyor olabilir ama bu denli ağır bir itham karşısında sessizlik ya da diplomatik suskunluk, hem tarihsel sorumluluğu hem de hukukun ciddiyetini örseleyen bir tutum.
“İyi de bunu kim umursuyor ki” diyebilirsiniz.
Orada haklısınız.
Tolga Şirin kimdir?
Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda profesör olarak çalışmaktadır.
Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.
TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.
Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir.
2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.
Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.
Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.
|