KISSA 1: Bosna Hersek'te 1995 Dayton Anlaşması sonrası oluşturulan anayasal yapı, “üç kurucu halk”a atıfla oluşturuldu: Boşnaklar, Hırvatlar, Sırplar. Bu üç grup arasında etnik kota, veto hakkı, ayrı kantonlar gibi çok sayıda anayasal imtiyaz tanındı. Ama bu yapı “kurucu halk” sayılmayan diğer gruplarda (örneğin Romanlar, Yahudiler, Türkler, Arnavutlar) ciddi tepkiye yol açtı. Hatta bu ayrımcılık sorunu, İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına dahi konu olmaya başladı.
HİSSE 1: Kimlik temelli tanımalara bir kez başlandığında, bunun sınırını çizmek güçleşir. Her topluluğun tek tek sayılma ve tanınma beklentisi karşılanamayacaksa (Bolivya gibi ayrıksı örnekler hariç bu neredeyse imkansız) bu yola girmek çözüm getirmez, yeni dışlanmalar üretir.
KISSA 2: 2012 tarihli Mısır Anayasası hazırlanırken dinsel tanımanın çözüm olacağı düşünüldü. Semavi dinler, isim de zikredilerek tek tek tanındılar. Bu defa semavi olmayanlar dışlandı. Keza mesela Hristiyan Kıptiler sözde tanındılar fakat Anayasa’daki İslam vurgusu o kadar baskındı ki, diğer inançlara yalnızca çok hukukluluğun potansiyeli içinde sınırlı saygı gösterildi.
HİSSE 2: Kayırmacı tanıma (İslamcı çok hukukluluk uygulamaları vb.) projeleri etnik sorunları dinsel bir boyut kazandırarak derinleştirir.
KISSA 3: 1978 İspanya Anayasası, Franco sonrası geçişte Katalonya ve Bask gibi güçlü bölgesel kimliklere kendi dillerini, parlamentolarını ve sınırlı mâli yetkilerini tanıyan bir özerklik modeli getirerek kısa vadeli siyasal istikrar sağladı. Ancak zamanla özellikle Katalonya’da bu özerklik yetersiz görülmeye başlandı. Hem Katalan tarafının sürekli genişleme talebi hem de merkezin (doğal olarak) seçimlerle değişen siyasal yönelimi karşılıklı güvensizlik üretti. Bu gerilim, 2017’deki bağımsızlık referandumu ve merkezi yönetimin müdahalesiyle açık bir anayasal krize dönüştü.
HİSSE 3: Özerklik tek başına kalıcı çözüm sağlamaz. Güvenin yanı sıra yetki sınırlarının netliği, kaynak paylaşımında adalet, istikrarlı bir diyalog zemini ve anayasal ilkelerde süreklilik gerekir. Aksi hâlde özerklik, kapsayıcılık üretmez, ayrışma üretir.
KISSA 4: 1994 Etiyopya Anayasası, her etnik grubun kendi bölgesine, diline ve özyönetimine sahip olmasını öngören radikal bir etnik federalizm modeliyle kapsayıcı bir yapı hedefledi. Ancak bu model, kabilecilik kültürüyle birleşerek yurttaşlık temelinde ortak bir kamu düzeni oluşturamadı. Devletin kurumsal ve altyapısal yetersizlikleriyle birlikte etnik kimlik, siyasal alanın belirleyeni hâline geldi. Nihayet bu kırılgan yapı, 2020’de Tigray merkezli bir iç savaşa yol açtı.
HİSSE 4: Yurttaşlık bilinci, kalkınmacılık ve kamusal altyapısı güçlendirilmeden getirilen etnik temelli yerelleşme, kabileciliği/aşiretçiliği besler. Bu ise kapsayıcılık değil, parçalanma ve iç çatışma zemini yaratır.
Desen: Tan Oral
Peki sadece kimlik tanıması yeterli mi?
Bu dört kıssa bize bir şeyi açıkça gösteriyor: Kimliği tanımak yetmiyor.
Siyasi temsil ya da anayasal güvence sağlamak da tek başına çözüm olmuyor. Eğer arka planda işleyen adaletsizlikler yerinde duruyorsa, yüzeyde yapılan her düzenleme kısa ömürlü olur.
Toplumun bir kesimi tanınırken diğerleri kolayca dışarıda kalabiliyor. Üstelik kimlik talepleri her zaman özgürce ve eşit koşullarda doğmuyor. Bu talepler kimi zaman yerel çıkar ağlarının, cemaat yapılarının ya da dış müdahalelerin yönlendirmesiyle şekilleniyor.
Bu koşullarda getirilen özerklikler, halkın kendi kaderini belirlemesinden çok, yerel güç odaklarının konumunu sağlamlaştırıyor.
Kimlik tanıması mı, sosyal dönüşüm mü?
Yerelleşme, altyapı yatırımıyla, eğitimle, kamu hizmetinin eşit dağılımıyla desteklenmiyorsa sadece harita değiştirir; adaletsizlik yerinde kalır.
Eşitlik olmadan yapılan tanıma, beraberlik duygusunu büyütmez, ayrı düşmüşlük hissini arttırır.
Türkiye’de bu koşullar yok!
Kamu hizmetlerinin bölgelere göre eşitsiz dağıldığı, yurttaşlık bilincinin zayıf, sosyal devletin ise geri planda olduğu bir ülkede; sadece kimlik temelli düzenlemelere yönelmek, sorun çözmek yerine yenilerini doğurur.
Tanıma, ancak adaletli bir toplumsal düzenin parçasıysa kapsayıcı olur.
Aksi hâlde, “eşit yurttaşlık” hayali, yerini “ayrı ayrı kimlikler cumhuriyeti”ne bırakır. Unutmayalım: Birlik, kimlikleri saymakla değil, hakları ve imkânları eşitlemekle kurulur.
Tolga Şirin kimdir?
Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda profesör olarak çalışmaktadır.
Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.
TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.
Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir.
2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.
Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.
Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.
|