Jean Baudrillard sevdiğim bir yazar sayılmaz. Ama hakkını teslim etmek gerekir, yaratıcı bir düşünürdür. Onun Simülakrlar ve Simülasyon (Doğu Batı Yay.) adlı eseri, özellikle Türkiye’de anayasa gibi “gerçekte olmayan ama varmış gibi yapılan” kurumları anlamak açısından oldukça ilham verici.
Kitabın merkezindeki “simülakr” kavramı, temsilin temsile dönüşmesiyle, artık taklidin kendisinin gerçek olarak kabul edilmesini anlatır. Gerçeğin yerini alan bu gösteri düzenine “hipergerçeklik” adını verir Baudrillard. Artık ortada bir “şey” yoktur, ama biz elimizdekini o şey sanmaya devam ederiz.
Fast food zincirlerinde gördüğünüz parlak hamburger görsellerini düşünün. Gerçek ürünle hiçbir benzerliği olmayan bu fotoğraflar, müşteriye bir fikir satar: Lezzet, ışıltı ve doyum. O fikir gerçeğin yerini alır.
Ya da Instagram’da paylaşılan filtreli bir tatil karesini düşünün. Belki yalnız, depresif, borç içindeki biri bir “mutluluk imgeleri” albümü yayımlar. O imge, gerçeğin değil, olması istenenin temsiline dönüşür. Sonra herkes o temsili yeniden üretmeye başlar. Gerçek bir hayat değil, onun parıltılı gölgesi dolaşıma girer.
Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama derdim şu: Türkiye’de anayasa ve anayasal kurumlar da uzun süredir böyle çalışıyor.
Örneğin: Gösteri yapmak anayasal bir hak. Ama izinsiz gösteri yapıldığı gerekçesiyle insanlar coplanıyor. İşkence yasak ama çıplak arama, yerlerde sürükleme, gözaltında şiddet neredeyse rutin hâle geldi.
Yargı güya bağımsız. Ama siyasal davalarda net bir biçimde taraf. Kimi zaman bağımsız kararlar çıkıyor elbette. Ne var ki onlar da sistematik biçimde yok sayılıyor. Yasama, yürütmenin onay dairesine dönüşmüş durumda. Halk ise sadece seçimden seçime görünürlük kazanıyor. Sandık kuruluyor, oy sayılıyor, ama ortaya çıkan şey halk iradesi değil, onun simülasyonu.
Anayasa, halk egemenliği, temel haklar ve hukuk devleti gibi kavramları temsil ediyor gibi görünüyor. Oysa bu kavramların içi çoktan boşaltılmış durumda. Geriye kalan, yalnızca bu temsillerin tekrar tekrar sahnelenmesi.
Bugün yürürlükte olan anayasa, bir hukuk metninden çok, simülakrdır.
Kitapçıklar, röportajlar, sivil toplumla istişare toplantıları, “katılımcı süreç” haberleri… Bunlar, sadece bir meşruiyet dekoru üretmeye yarıyor. Oysa ortada ne kurucu bir halk iradesi ne de ortak bir toplumsal sözleşme var.
Geriye yalnızca onun boş ve cilalanmış kabuğu kalıyor.
“Terörsüz Türkiye” sloganı ve ona eşlik eden “barış” söylemleri de bunun bir parçası.
Derdin AKP’nin iktidarını sürdürmek olduğu açık. Fakat cafcaflı laflarla, albenisi olan sloganlarla başka bir gerçeklik üretilmek isteniyor.
Gerçeği yemediğinizi biliyorlar.
Ama yememeniz de önemli değil.
Bir “like” atıp uyum sağlamanız, susmanız ya da gevelemeniz yeterli.
Tolga Şirin kimdir?
Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda profesör olarak çalışmaktadır.
Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.
TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.
Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir.
2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.
Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.
Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.
|