01 Mayıs 2025

Başardık mı gerçekten: 2023-2053 vizyonları ve sembolik tahakküm

Siyasal iktidar yalnızca bugünü yönetmiyor; toplumu geçmişe yaslanarak geleceği teslim etmeye çağırıyor. Seçim, yalnızca biçimsel hale geliyor. Vizyon ise, iktidarın değişmesini değil, halkın onu tarihsel olarak sürdürmesini bekliyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

Dün Adalet ve Kalkınma Partisi’nin grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “15 yıl önce 2023 vizyonu dedik ve bu hedefe ulaştık. Şimdi de 2053 diyoruz” ifadelerini kullandı. 2053 diyorlar ama 2023 vizyonundaki hedeflerin ne ölçüde gerçekleştiği meselesi, propaganda diliyle değil, verilere dayalı olarak konuşulmayı hak ediyor.

Oraya geleceğim. Fakat bundan önce, bu tür uzun vadeli tarih atıflarının yalnızca birer “hedef” değil, aynı zamanda bir rejim dili olduğunu not etmek istiyorum.

Bu meseleye Gramsci ve Weber’le bakmak faydalı olabilir.

Antonio Gramsci’ye göre bir iktidarın sürekliliği yalnızca devlet aygıtlarıyla değil, kültürel hegemonya ile sağlanır. Hegemonya, içinde bulunduğumuz bağlam açısından konuşursak, yönetenlerin topluma kendilerini “doğal ve alternatifsiz” olarak kabul ettirme becerisidir. Bu yalnızca medya düzenlemeleriyle değil, kolektif hafızayı yönlendiren sembollerle, takvimlerle, anmalarla, vizyon belgeleriyle gerçekleşir. 2023 ve şimdi de 2053 vizyonları, bu açıdan bakıldığında sadece planlama belgeleri değil; siyasi ömrünü toplumun zaman algısına kaydettirmeye çalışan bir iktidarın sembolik mühendisliğidir.

Max Weber’in “karizmatik otorite” kavramı da burada işlevseldir. Weber’e göre karizmatik otorite, rasyonel ya da yasal kurumlar yerine, liderin şahsında toplanan kutsal misyon iddiasına dayanır. Erdoğan’ın uzun süredir kendisini hem Osmanlı geçmişine hem Cumhuriyet’in kurucu figürlerine paralel bir tarihsel figür olarak konumlandırma çabası, bu türden karizmatik bir meşruiyetin yeniden üretimine dayanıyor. “2023” böylece hesap sorulabilir bir hedef olmaktan çıkıyor; yerine gelmiş ya da gelmemiş olması fark etmeksizin kutsallaştırılıyor. “2053” ise bu çizginin sürekliliği için bir sonraki durak haline getiriliyor.

Bu tür sembolik politikalarla üretilen vizyon dili, esasen bir şey daha yapıyor: liderliğin seçimle sınırlı bir görev değil, tarihsel bir kader olduğu fikrini topluma benimsetmeye çalışıyor. Siyasal süreklilik, anayasal mekanizmalarla değil, “tarihin çağrısı” üzerinden kurumsallaştırılıyor. 2053 vizyonu bu anlamda yalnızca bir gelecek planı değil; bugünkü iktidarın değişmesinin tahayyül dışı kalmasını sağlayan bir anlatı aygıtı haline geliyor.

2023 vizyonu gerçekleşti mi?

Ancak siyaset yalnızca sembollerle değil, verilerle yapılır. 2010’lu yıllarda kamuoyuna açıklanan “2023 vizyonu”nun bazı somut hedeflerini hatırlayalım:

- Türkiye'nin ilk 10 ekonomiden biri olması,

- Kişi başı gelirin 25 bin dolara çıkması,

- 500 milyar dolar ihracat,

- Yüzde 5’in altında işsizlik,

- GAP, DAP, KOP projelerinin tamamlanması,

- Milli tank, uçak, uydu ve iletişim teknolojilerinde tam bağımsızlık,

- İleri iletişim teknolojilerine geçiş.

Peki bugün neredeyiz?

- 2024 yılı ihracatı 261,9 milyar dolar. 500 milyar dolarlık hedefin ancak yarısı.

- Kişi başı gelir 15.463 dolar. 25 bin dolarlık hedefin çok gerisinde.

- Türkiye hâlâ dünyanın 17. büyük ekonomisi; ilk 10 hedefi gerçekleşmedi.

- TÜİK’e göre bile işsizlik yüzde 8,5; genç işsizlik yüzde 17 düzeyinde.

- GAP, DAP, KOP projeleri hâlâ tamamlanmadı.

- Altay tankı hâlâ ithal motorla çalışıyor. KAAN ve Hürjet uçuşlarını yaptı, ancak henüz seri üretimde değil. TÜRKSAT 6A hâlâ fırlatılmadı. Türk Bölgesel Jet Projesi iptal edildi.

- 5G yalnızca sınırlı pilot bölgelerde mevcut. Starlink gibi altyapılar Türkiye’de faal değil.

Verilerle bu tablo ortadayken, “2023 vizyonuna ulaştık” denmesi, teknik bir başarı beyanından çok, siyasal inşa sürecinin bir adımı olarak anlam kazanıyor.

Bu tür söylemler, bir süredir seçim mekanizmasının fiilen sınırlandığı, muhalefetin yargı eliyle baskı altına alındığı, belediye başkanlarının görevden alındığı bir ortamda işlev görüyor. Liderliğin tarihselleştirilmesi, muhalefetin ise kriminalize edilmesiyle birlikte, ortaya çıkan şey klasik anlamda bir seçimli demokrasi değil; seçimli bir meşruiyet zemininde kurulan otoriter bir süreklilik iddiasıdır.

2053 vizyonu da işte tam burada devreye giriyor: Geçmişle bağ kurarak hesap sorulamazlığı, geleceğe projeksiyon yaparak değiştirilemezliği pekiştiriyor. Siyasal iktidar yalnızca bugünü yönetmiyor; toplumu geçmişe yaslanarak geleceği teslim etmeye çağırıyor. Seçim, yalnızca biçimsel hale geliyor. Vizyon ise, iktidarın değişmesini değil, halkın onu tarihsel olarak sürdürmesini bekliyor.

Demokratik siyaset, liderliğin geçiciliğini, programların değişebilirliğini ve halkın bugünü konuşma hakkını esas alır. Oysa Türkiye’de bu haklar yerine tarih konuşuyor. Siyaset programla değil, takvimle yapılıyor. 2023’ün gerçekleşip gerçekleşmediği sorgulanmadan 2053 konuşuluyorsa, bu bir vizyon değil, bir örtme girişimi olabilir.

Peki bu tür vizyon anlatıları neden bu kadar etkili olabiliyor? Çünkü Türkiye’de siyaset, çoğu zaman bugünün sorunlarını çözmekten çok, büyük anlatılarla duygusal bağ kurmaya çalışıyor. Geçmişe methiye, geleceğe vaat, şimdiye ise sabır telkin ediliyor. Kurumların yıprandığı, hukukun araçsallaştığı, hesap verebilirliğin zayıfladığı bir düzende, uzun vadeli hedefler gerçek bir plan olmaktan çok, hayal kırıklıklarının üzerini örten sis bulutlarına dönüşüyor. 2053 vizyonunun alıcı bulmasının nedeni, bu toplumun bugünle yüzleşmekten yorgun düşmüş olmasıdır.

Ama demokratik bir gelecek, yorgunlukla değil, uyanıklıkla kurulur. Bu da bugünü konuşabilen ve hesap verilebilirlik isteyen bir siyasetle mümkündür. Ve bana kalırsa bu türden bir siyasetin kalbi, sarayda veya üst düzey siyaset alanlarında değil, günlerdir sokaklarda protesto hakkını kullanan gençlerin bedeninde atıyor. Tarihle mühürlenmiş iktidarlara karşı, geleceği birlikte kurmak isteyenlerin nefesiyle…

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda profesör olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Simülakr Anayasa

Bugün yürürlükte olan anayasa, bir hukuk metninden çok, simülakrdır. Ortada ne kurucu bir halk iradesi ne de ortak bir toplumsal sözleşme var. Geriye yalnızca onun boş ve cilalanmış kabuğu kalıyor. “Terörsüz Türkiye” sloganı ve ona eşlik eden “barış” söylemleri de bunun bir parçası

PKK’nın “soykırım” suçlamasına itirazlar

PKK’nın bir yandan “bağımsız devlet talep etmiyoruz” deyip, diğer yandan “barış görüşmeleri” sürerken Türkiye’yi “soykırımcı” olarak tanımlaması da derin bir çelişkidir. “Soykırım” gibi hukuki ve ahlaki açıdan ağır bir kavramın bu kadar kolay kullanılması, kavramın kendisini de yıpratır

Lozan ve Montrö özel koruma altındadır

Sorun, Lozan’ın ne söylediğinde değil, nasıl uygulandığında aranmalı. Hukukî kavramları yerinden oynatarak siyasal anlatılar inşa etmek, hem teknik hem tarihsel açıdan ciddi riskler taşır

"
"