Öyle dört başı mamur bir siyasi analiz yapayım diye yola çıkmadım bu yazıyı yazarken.
Fakat laf aramızda, kapak fotoğrafının beklenenin aksine (en azından beni) neden olması gerektiği kadar umutlandırmadığını da konuşmak için can atıyorum.
Hak, hukuk ve adaletten bu kadar uzak kalmışken barışa yaklaşmak nasıl mümkün olacaktı anlamaya çalışıp anlayamasam da; mesela, Cumhur İttifakı ‘Terörsüz Türkiye’ derken sürece DEM Parti ‘Barış’ adını koyuyor ve bu terminolojik ayrılık nasıl ve nereye varacak diye merak ediyorsam, bu beni, ‘halkı kin ve nefretle’ sınanma noktasına getirmesin diye de ümit ediyorum.
Ne yaman bir çelişki şu barış?
* * *
“Barışın kaybedeni olmaz.”
Farklı düşünenler olsa da benim de bir yurtsever olarak saydığım Sırrı Süreyya Önder’in bu sözlerinin itibarı, varoluştan bu yana, barış adına söylenmiş ‘yükte hafif pahada ağır’ en anlamlı sözlerden biri olarak kalacak bugünlerden geriye…
Önder, rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldığında, bir çadır ve bir battaniye ile Gezi’de direnen gençlerin ve ağaçların üzerine tanklar misali dalan kepçelerin önüne atıldığı hali canlandı gözümde.
Bir fişek gibi ileriye atılan havaya kaldırdığı elinin işaret parmağı, söylediklerinden daha çoğunu anlatmaya yetmişti o gün.
Biliyor musunuz, hala iktidar olan kökten-rantçı iradenin emriyle taarruza kalkışan iş makinalarına dayanamayıp daha ilk günlerde düşecekti belki Gezi.
Ama işte, o günlerde her şeyi bir anda değiştiren baş eylemci, Sırrı Süreyya Önder’den başkası değildi.
* * *
Vefatı üzerine, birkaç ay içinde Edip Akbayram, Volkan Konak ve ardından o da gidince, vallahi de istemli ya da istemsiz; içimden dedim ki:
Hep mi bi taraftan gider!
“Barışı görmek istiyordun, çocukların yetim kalması kalbini parçalıyordu, sütten de ağzın hiç yanmıyordu. Bir tür barış mıydı bilmiyorum ama hastane koridorlarındaki sınıfsız, bayraksız, hüzünlü, umutlu kalabalıkta; barışa benzer bir şey gördüm ben...”
Bir babanın ardından söylenebilecek en içten kelimelerle unutulmayacak cümleler kurdu biricik kızı.
Ama öyle böyle değil, sanki iki yakasına yapışmış da gözleri gözlerinin içinde; ‘kendinden gayri ne varsa dert edip’ bir kendini bir de kızını kayırmasına, sitem ve minnet duyguları arasında seve - kıza ağıt yakıyordu Ceren.
Ve ben bu yakarışı, Sırrı Süreyya Önder’in ‘Repertuarında bu halkın, arı duru, halis bir tane Türküsü olmayan’ diyerek iktidarı eleştirdiği meclis kürsüsündeki bir konuşmasında, arabesk bir anlayışla ülkeyi yöneten aynı iktidara seslenirken, yine bir eli havada, bu sefer yumruğu sıkılı halde:
“Türkü gibi günler gelecek...”
Haykırışına benzettim.
Ve ben de duyduğum günden beri her gün tekrar ediyorum:
Evet, türkü gibi günler gelecek mutlak!
Eyvallah.
Serdar Gündoğ kimdir?
Serdar Gündoğ, Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinde doğdu. İlk ve Orta Okulu Ankara'da, Liseyi ise Aydın'da tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümünü İzmir'de bitirdi.
Türkiye'nin ilk haber portallarından bodrumhaber.com ve aynı adla yayımlanan günlük gazetenin genel yayın yönetmenliğinin ardından çeşitli yerel haber portallarında, Posta ve Milliyet gazetelerinin eklerinde haftalık yazılar yazdı.
2009 yılından itibaren yerel ve genel seçimlerde kampanya yöneticiliği ve danışmanlıklar yaptı.
Çevre ve insan temalı farkındalık projeleri için fikir ve senaryolarına katkı sağladığı kısa filmler ve belgesellerin yapımcılığı yanında kültür ve sanat etkinlikleri de düzenleyen Serdar Gündoğ'un marka ve siyasi danışmanlıkları devam ediyor.
|